29 Aralık 2025, Pazartesi
spot_img
Ana SayfaDİĞERARŞİVİstenilmeyenler Kulübü / MURAT MURATHANOĞLU

İstenilmeyenler Kulübü / MURAT MURATHANOĞLU

Fareye masa kurmuşlar, rakı içirmişler, kafayı bulmuş, havaya girmiş sonunda sallana, sallana ayağa fırlamış “Getirin şu kediyi bana lan” demiş. Memphis Grizzlies tarihinde bir play-off maçı bile kazanmamış sorunlu oyuncular topluluğu iken, NBA kariyerinde dört şampiyonluğu olan Tim Duncan ve bu sezon Batı’nın en başarılı normal sezon takımı olarak dikkat çeken San Antonio’yu gözüne kestirmesi ve onlarla eşleşmek için her türlü dolabı döndürmesi aklıma bu hikayeyi getirmişti. Sezon içinde Memphis, Spurs’u iki kez yenmiş olsa da, hatta yenildikleri bir maç uzatmaya gitmiş bile olsa o fare bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Memphis’de alkol ile ilgili olmasa da başka “kafa bulucularla” ilgili geçmişi olan oyuncu sayısının da bazı eski toprak yöneticileri rahatsız edecek boyutlarda olduğunu söyleyebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse Darrell Arthur, Kansas Üniversitesinden takım arkadaşı olan Miami Heat’li Mario Chalmers ile birlikte NBA’in çaylaklar için her sezon gerçekleştirdiği NBA Çaylak Eğitim Kampından marijuana içtiği için kovulmuştu. Bu kampın ana hedeflerinden birisi genç oyuncuları, uyuşturucu, hızlı hayat, para düşkünü kadınlar, paragöz yatırımcılar konusunda uyarmak ve ne tür tuzakların onları beklediği konusunda çaylakları bilgilendirmektir. Ama Arthur gibi istenilmeyen, kovulan, dışlanan oyuncular Memphis’in karakterini belirliyor. Herkes hata yapabilir. Önemli olan o hatadan ders çıkarmaktır. Herkes yetersiz görülebilir. Önemli olan o görüşü değiştirebilmektir. Herkes problemli damgası yiyebilir. Önemli olan o damgayı yedirtmektir. Bu Memphis takımı John Madden’ın efsane Oakland Raiders takımlarını ve Chicago’nun her zaman “diğer” takımı olarak kalacak olan Chicago White Sox takımlarını hatırlatıyor bana. Adeta bir “İstenmeyenler klübü”. Bu da benim çok hoşuma gidiyor.
Chicago’da yaklaşık 18 yıl yaşadım. Bizim oturuduğumuz bölge nispeten “bembeyaz” bir bölgeydi ve gelir düzeyi “siyahi” bölgelerin epeyce üstündeydi. Belki biliyorsunuzdur Chicago’nun iki beysbol takımı vardır. Chicago Cubs ve Chicago White Sox! Cubs bizim oturduğumuz, yani kuzeyli Chicago’luların takımıdır. White Sox ise siyahilerin ve latin kökenli Güney ve Orta Amerikalıların oturduğu Chicago’nun “güney” bölgesinin takımıdır. İlk ABD’ye vardığımızda, nur içinde yatsın babamın çocukluk arkadaşı ve tüm Amerikanın en iyi doktorlarından birisi olan ve babamın orada bir hayat kurmasında büyük katkısı olan İsmail amcamız beni de kardeşim Sinan’ı da kendisi gibi koyu Cubs’lı, Amerikan Futbolunda koyu Chicago Bears’li, buz hokeyinde koyu Chicago Blackhawks’lı yapmaya çalıştı. Blackhawks’lı yapmayı başardı. Ama öbür iki girişimi benim açımdan hedefinden uzak kaldı. Koyu bir White Sox’lı oldum. Ve belki de İsmail amca açısından en üzücüsü Chicago’da yaşamama rağmen, Amerikan Futbolunda koyu bir Oakland Raiders taraftarı oldum.

Raiders ve White Sox tutkum, onların belki de normal standartların üstünde olan “spor meraklıları” veya spor seyricisi tarafından dışlanmış olmasından geliyordu. Sonuçta biz de Türkiye’den gitmiş bir aile olarak her yerde “hoş geldiniz” pankartalarıyla karşılanmamıştık (!). O zamanlar Yunan ve Ermeni lobileri çok etkiliydi, Kıbrıs çıkartması bizim oradaki ilk yıllarımızda gerçekleşti. Türklere karşı büyük bir düşmanlık propagandası yapılıyordu. Kardeşim Sinan’ın futbolda All-Amerikan birinci takıma seçilmesi, babamın işinde çok başarılı olup hızla yükselmesi, ve rahmetli annemin çalıştığı kütüphane de kendini sevdirmesi ve o sakin, anlayışlı ve hoş görülü yaklaşımıyla biz Türklerin “develere binmediğini”, “bizim Arap olmadığımızı”, “kadınların Türkiye’de söz sahibi ve eşit olduklarını” ve “kara çarşafını evde unutmadığını” etkili bir şekilde izah etmesi ve inandırması olmasaydı, Amerika’da yaşadığım yıllar belki de gençliğimin cehennem yılları olabilirdi. Öyle olmadı, ama öyle olabilirdi düşüncesiyle ve inancıyla da bilinç altında ben hep bir sporsever olarak dışlanmış takımlara kendimi yakın hissetmişim demek ki diye düşünüyorum.

Bu nedenle Oakland’a hayatımda sadece bir kez gitmiş olmama rağmen, Raiders kadar sevdiğim takım çok azdı diyebilirim. Çoğu dışlanmış, çoğu asi, çoğunun başarısız olacağı başkaları tarafından kararlaştırılmış, bir oyuncular topluluğuydu o takımlar. Belki bu nedenle altyapı basketbol takımım Baskent 34’ü yaşatmak için aile saadetimi, kendi sağlığımı ve ailem için kazandığım paraları gözden çıkarıyorum. Belki Baskent 34 bana dışlanmışları hatırlatıyor. Bize geldiklerinde hiç kimsenin ya boyundan, ya kilosundan, ya da secerisi yeterince etkili olmadığından dolayı yüzüne bakmadığı çocuklarla bir şeyler yapmak, tam onlar parlarken başka takımların onları transfer etmesi bile bana yetiyor. Şimdi bu çocuklardan bazıları Türkiye’nin en büyük alt yapı kulüplerinde oynuyor, Milli takıma çağrılıyor ve beni gurulandırıyor. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?
İngiliz ekonomist, yazar, gazeteci Walter Bagehot’un ünlü sözü “Yaşamdaki en büyük haz, başkalarının senin yapamayacağını söyledikleri şeyleri yapmandır.” sözlerini çok severim. Hayatımda da bunu bir kaç kez kanıtlamışımdır diye düşünüyorum. Bu nedenle White Sox taraftarıydım. Bu nedenle Raiders hastasıydım. Bu nedenle Baskent’i tek başıma yaşatmaya çalışıyorum. Ve sanırım ki bu nedenle San Antonio bünyesinde bir çok dostum olmasına rağmen, Memphis iyi oynadıkça ve tura yaklaştıkça farklı bir mutluluk hissettim. Bu Grizzlies takımı istenmeyenler kulübü gibi. Değişik nedenlerden, çoğu haklı bazıları da haksız olabilir diye düşünüyorum, ama herkesin bir nedenle uzak durmayı tercih ettiği bir çok oyuncunun forma giydiği bir takım Spurs’u eliyor. Kısaca şöyle bu başarıdaki kilit isimlere göz atalım.

Zach Randolph 2001 NBA Draftinde Portland Trail Blazers tarafından ilk turda 19.uncu sıradan seçilmiş bir power forvet/pivot. Zaten onun oralara kalması bile başlı başına bir dışlanma olayıdır. Çünkü Randolph çok büyük bir yetenektir. Ancak Randolph sıkıntılı ve problemli bir kişiliğe sahip. Daha doğrusu onun için önemli olan eğlenmek, güzel vakit geçirmek ve başka bir deyişle Zach bir parti çocuğu. O kadar ki Michigan State Spartans Üniversitesinde (Magic Johnson’ın da okulu) sadece bir sezon oynayıp erken profesyonel kararı aldığında, okulun ünlü coach’u Tom Izzo’nun üzüleceğine derin bir nefes aldığı söylenir. Zach Randolph 2004 yılında NBA’in en çok ilerleme kaydeden oyuncusu seçildi ama Portland’da forma giydiği günler antrenmanlar yerine zamanının daha büyük bir bölümünü Exotica adında kadınların müzik eşliğinde soyundukları bir kulüpte geçirdiği söylenir. Zach “iyi ve eğlenceli” zamanı, iyi antrenmana tercih ettiği için bu kadar ilerleme kaydetmiş olmasına rağmen Portland onu New York’a gönderdi. New York gece hayatı ve Zach, benzin ve ateş gibiydi ve oradaki kalışı da fazla uzun sürmedi. Oradan Los Angeles Clippers’a gönderildi ki o zamanlar Clippers demek neredeyse küfür etmekle eş değerliydi. Sonunda Memphis’e geldi. Memphis genel menajeri Chris Wallace farklı birisi. O olmasaydı, bu takım bir araya gelemezdi ve Randolph’ta “Artık benim evim” dediği Memphis’de olamazdı.
Marc Gasol’u hepimiz tanıyoruz. 2007 NBA Draftinde Los Angeles Lakers tarafından ikinci turda 48.inci sıradan seçildi. Ağabeyi Pau, Memphis Grizzlies’de forma giyerken o da liseyi A.B.D okumak için onun yanına gelmişti. İspanya’ya döndüğünde, iki kardeşin de altyapı yuvası olan Barcelona onunla anlaştı. Ama kısa süre içinde onun yetersiz olduğuna inandı ve Marc’da Akasyavu Girona’nın yolunu tuttu. O orada oynarken Lakers’da onun draft hakkını ağabeyini içeren bir takasta Memphis’e verdi. Yani Barcelona ve Lakers gibi iki çok büyük basketbol markası Marc Gasol’u yetersiz bulmuş ve onu elden çıkarmıştı. Belki dışlanlanma sebepleri farklıydı ama sonuç aynıydı. Gasol Memphis’e geldiğinde ondan beklentiler çok büyük değildi, ama o kendini kanıtlamak zorundaydı ve bunu başarmak için işe soyundu.

Tony Allen 2004 NBA Draftinde Boston Celtics tarafından ilk turda 25.inci sıradan seçilmişti. Onu seçen isim şu anda Grizzlies’in genel menajeri olan Chris Wallace’dı. Allen kısa bir sürede NBA’in en iyi dış savunmacılarından birisi olabileceğini gösterdi ve ne zaman Celtics LeBron, Dwyane, Kobe veya Vince adında oyuncuları olan takımlarla karşılaşsa bu oyuncuları savunan birinci isim Allen oluyordu. Ama Allen da Randolph gibi geçmişini geçmişte bıramıyordu. Chicago’da ki “arkadaşlarından” kopamıyordu ve 2005’in Ağustos ayında Allen birisini feci şekilde dövdü ve kavga da silahlarda patladı ve ne olduğu netleşene kadar iki geceyi hapiste geçirdi. Chicago’nun ünlü çetelerinden birisinin ayağına bastığı için kendisini ölümle tehdit ettikleri bile gündeme gelmişti. Kendisi zaten her açıdan içi içine sığmayan bir kişiliğe sahip olduğundan, “Boston’da Ray Allen ve PaulPierce’in gölgelerinden çımama izin vermiyorlar” diyerek, 2008 de Memphis ve Wallace ile anlaştı. Açıkçası söylemek gerekirse, Boston’a büyük katkı yapıyordu ama Boston yönetiminde de beraberinde getirdiği “extra baggage” değer mi diyenler de hiç de az değildi. Takım arkadaşı O.J Mayo ile sezon içinde iskambil oynarken çıkan kavga o zamanlar basına epeyce malzeme olmuştu. “Bunlar eğlenirken bile geçinemiyorlar” yorumları okuyanları epeyce güldürmüştü.
O.J Mayo da tüm yeteneklerine rağmen aynı yolun yolcusu. 2008 NBA Draftinde Minnesota Timberwolves tarafından üçüncü sıradan seçildi ve o takımın formasını görmeden bile Memphis’e takas edildi. Şimdi eğer T-Wolves sana bir şans vermeden seni elden çıkarıyorsa, ne kadar yetenekli olursan ol aynanın önüne oturup uzun, uzun bakman lazım. Mayo’yu hatta Memphis’de elden çıkarmak için bu sezon can atıyordu. Kısa bir sürede onun problemlerinin ve kötü kimyasının takıma getirdiklerine değmedeğini kararlaştırdılar. Tony Allen ile olan iskambil kavgasına bir türlü son vermek istememesi de bunda etkili oldu. Kısaca eğer Lionel Hollins seni istemiyorsa, o zaman iyi hem de çok iyi düşünmen lazım. Şimdi çıkışlarını frenlemiş, kendisine verilen rolü biraz daha benimsemiş bir görünütüsü var. Ancak işler çok iyi giderken öyle görünmek daha kolaydır ve Mayo’ya da sonunda Memphis tahammül edemeyecekmiş gibi bir his var içimde.

Mike Conley’nin hikayesi farklı olsa da, aynı temellere dayanıyor. Birisi veya birileri onun bu işi başarabileceğine inanmamış. Conley’nin durumunda ise inancı olmayan bu isim çaylak sezonunun da takımın coach’u olan Mike Ivaroni. 2008 NBA Draftinde Memphis tarafından dördüncü sıradan seçilen Conley’nin Iavaroni ile kredisi çok kısa sürdü. Bocalayan genç oyuncuyu Iavaroni, kısa sürede Kyle Lowry ve Jarvis Crittenton’ın arkasına rotasyonda üçüncü sıraya atıverdi. Conley yıkılmıştı ve liseden beri yanından ayrılmayan Greg Oden ve babası sayesinde (Conley’nin babası hem Oden’ın hem de kendisinin menajeri) bu kadar yüksek bir yerde seçildiğine inanmaya başladı. Tabii burada Conley genel menajeri Wallace’a yatıp kalksın dua etsin. Çünkü Aralık 2008’de Critten takas edildi. Ocak 25 2009’da Iavaroni’nin görevine son verildi ve Lionel Hollins göreve getirildi. 19 Şubat 2009 tarihinde de Lowry takas edildi. Takımın direksiyonu tamamen Conley’e teslim edilmişti. Wallace ona o kadar inanıyordu ki, onun önündeki tüm engelleri kaldırmıştı. Bunu daha sonra da kimsenin hak ettiğini düşünmediği bir kontratı Conley’e vererek bir kez daha gösterdi.

BENZER HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -spot_img

Son Haberler