29 Aralık 2025, Pazartesi
spot_img
Ana SayfaDİĞERARŞİV'Durarak basketbol' bir yere kadar / YİĞİTER ULUĞ

'Durarak basketbol' bir yere kadar / YİĞİTER ULUĞ

Yıllar önce Sergen Yalçın, kendisiyle yapılan bir söyleşide gayet net ortaya koymuştu Türk insanının spora bakışını: “Benim için ‘koşmuyor’ diyorlar. Koşunca yoruluyorum abi, o zaman yapmam gereken asıl işleri yapamıyorum. Anlamıyorlar.” Bu topraklarda Sergen’in yaptığı ‘ince işler’ alkış toplar. Çok koşanlar, genelde mahallenin yeteneksiz çocuklarıdır. Yanılıp yakılıp ergenlik yıllarında koşan yetenekliler de, yıldız mertebesine erdiklerinde ilk iş, koşmayı bırakırlar, kendilerini hırpalamazlar.

Evet, biliyorum. ‘12 Dev Adam’ın Avrupa Şampiyonası değerlendirmesine alakasız bir yerden girdim. Ne yapayım, bizim de koşmayan bir takımımız var! Koşmadığı için rakibi hiç eksik yakalayamayan, neredeyse her şutunu el üstünden atmak zorunda kalan, haliyle yüzdeleri düşen ve kaderini çizen hiçbir maçta 70 sayıyı bulamayan bir takım (Litvanya’ya 68, Fransa’ya 64, Almanya ve Sırbistan’a 67. Kazandığımız İspanya maçı bile 65 sayı)…

Yiğidi öldür, hakkını yeme… Koşmuyoruz ama bir şeyleri iyi yapıyoruz ki, her maçı son topa getirmeyi becerdik. Rakibi bozan bir takımız. Oynamıyoruz ama oynattırmıyoruz da… Yarı sahada oyunu adeta grekoromen güreşe çeviriyoruz, boyalı bölgedeki itişip kakışmada bizden daha yamanı yok. Rakiplerin kendi aralarında oynadığı karşılaşmaları izleyince, bunu daha iyi anlıyor insan… Fransa-Litvanya maçı seyredenin başını döndüren enfes bir seyirlikti. Litvanya, Sırbistan’ı 100-90 yendi mesela… İkisinin bizim çemberimize bırakabildiği toplam sayı 143.

Potanın Paraguay’ı
Haydi, bu uç bir örnek oldu diyelim… Bizim gruptan çeyrek final vizesi alan dört takımın da, Ay-Yıldızlı forma önünde skor ortalamalarının çok altına inmesine ne buyurulur?
Bu yaz oynanan ve hepimizin futbol keyfine limon sıkan Güney Amerika Şampiyonası’nda hiç maç kazanamadan finale kadar gelen bir Paraguay takımı vardı hani… Ben, bizim takımı ‘O Paraguay’ın basket versiyonu’ gibi görüyorum, ne yalan söyleyeyim. Onlar penaltılara gitmeye çalışıyordu, bizimkiler de skorun kopmasına izin vermeden, bir şekilde son topa kadar şanslarını korumak istediler. Ancak bu defa da gerginlik izin vermedi, çok basit hatalar peş peşe geldi.

Basketbol bir ritm oyunu… Tempoyu ayarlayan, sevdiği ritmi bulan taraf sahaya istediklerini daha çok yansıtıyor. Kesintisiz, akışkan oynuyor, göze hoş gelen hareketler yapıyor. Oynayanlar bilir; şut, olduğunuz yerde kazık gibi dikilirken, potaya göndereceğiniz bir top değildir. Dans eder gibi bir hareketin son figüründe o şutu atabilirseniz, isabet oranınız daha yüksek olur. Bizde bu ritm neredeyse hiç yoktu, ‘Durarak basketbol’ adında yeni bir oyun icat etmeye çalışır gibiydik. Öyle olunca da ancak savunma direncimizle ayakta kalabildik, bir adım öteye geçemedik.

En iyiler çaylaklardı
Ne gariptir ki, turnuvadaki en iyi oyuncularımız geçen yıl ‘Dünya ikincisi’ olan kadroda yer almayan iki isimdi: Enes ve Emir. 19 yaşındaki Enes, iki yıldır resmi maç oynamamanın getirdiği hamlıkla zaman zaman acemi hareketler yaptı ama genelde çok faydalıydı. Emir ise rakibi eksiltmeye çalışan, kendi şutunu yaratabildiği gibi, arkadaşlarına da pozisyon hazırlayan tek adamımızdı. Çaylakların en iyiler olmasını, şöyle yorumlamak mümkün: ‘Maddi-manevi’ bir doygunluk gelmiş takıma… Öte yandan, gelecek adına umutlanmak için de sebebimiz var.

Ene devam etmeli
Şimdi herkes Orhun Ene’ye yükleniyor. Oyuncu seçiminden son topların kullanılmasına kadar… Doğru, böyle bir turnuvaya İzzet’le gitmek yanlıştı. Sinan’ın yerine Doğuş’a ihtiyaç duyabileceğini hissetmeliydi… ‘Ceza şutörü’ Cenk’in, 1/12 atmış olması hata yapıldığını gösteriyor. Polonya maçında son topu Kerem’in ‘sallaması’, takıma hâkim olmadığı izlenimini kuvvetlendiriyor. Hepsine kabul… Ancak Ene’nin, 2005 ve 2007 turnuvalarında sadece yenilmekle kalmayıp, adeta parkeye gömülen, Tanjeviç takımlarına oranla daha dirençli ve karakterli bir takımın koçu olduğunu da kabul etmeliyiz. Üstelik henüz ilk Avrupa Şampiyonası’nda… Ben Orhun’un devam etmesinden ve zamanla damgasını daha çok vurabileceği takımı yaratmasından yana kullanıyorum oyumu.

Serbest atış meselesi
Takımımızda en çok serbest atış kaçıran oyuncular: Ömer Aşık 25 (18/43), Enes Kanter 9 (19/28), Emir Preldziç 8 (22/30), Hidayet Türkoğlu 8 (18/26), Ersan İlyasova 5 (17/22), Ömer Onan 4 (6/10). Bu oyunculardan üçü NBA’de oynuyor! Tecrübeleri, bu gerilimi kaldırmanın çok ötesinde. Belki deneyimsiz Enes’in mazereti olabilir. İlk dört maçta 15/18 attıktan sonra, zorluk derecesi ve stres arttıkça o da tekledi (Son dört maçta 4/10).

Şimdi gelin, diğerlerinin sezon içi performanslarına bakalım: Emir, sezon boyu yüzde 67 atmış zaten. Litvanya’da çizgiden yüzde 73’e ulaşarak kendini aştığı bile söylenebilir. Fenerbahçe formasıyla yüzdesi 60-65 arasında gezinen Ömer Onan’ın durumu da ortada. Ömer Aşık, NBA’de 76/155 serbest atış kullanmış. Yüzde 49! Milli Takım’da da tablo değişmedi maalesef. Hido, kariyeri boyunca sorunsuz bir serbest atışçı olarak bilinirken, 2010-11 sezonunda ilk kez yüzde 70’in altına düşmüş (114/170, yüzde 67) ve kötü sinyal vermişti. Turnuvaya giderken bu problemin üzerinde durmak gerekiyordu. Es geçildiği görülüyor. Ersan, geçen sezon bu alanda takımının en iyilerinden biriydi (93/104). Koskoca sezonda sadece 11 tane kaçırmış. Bu turnuvada da son maça kadar en iyimizdi (13/14). Ama Sırbistan önünde 4/8 atarak, baskı altında gerçek karakterinden ne kadar uzak kaldığını gösterdi.

Dev aynası kırıldı
Tamam, hepsi bizim çocuklarımız… Çok değil, bir yıl önce bize aklımızın köşesinden geçmeyen sevinçler yaşattılar, koltuklarımızı kabarttılar. Onları alkışlamayı, övmeyi, pohpohlamayı seviyoruz. Fakat eğri oturup doğru konuşalım, her işte olduğu gibi burada da abartmıyor muyuz? Bu çocuklar, NTV’nin bize gösterdiği kadar iyi mi sahiden? Yalçın (Granit) Abi sağ olsun, yıl boyu “Türk çocuğunun yumuşacık bileği kimsede yok. Bizimkiler bu dünyaya şut atmak için gelmiş” diye yazdı ama istatistikler öyle söylemiyor. Aslan gibi pivotumuz var, smaç dışında bir atışı yok. Çemberden 40 santim uzak kalınca topu cama atıyor. Fauller zaten ayrı bir âlem. Guard’larımız, rakibin boyalı alanına ayaklarını basmaya tövbe etmiş gibi… Delici değiller. Kerem ile Ender’in asist-top kaybı oranı ikiyi bile bulmuyor: 40-21. Bu oran Parker’da 3.3, İspanyollar Calderon, Sada ve Rubio’da 2.5. Bire bir oynayıp rakip savunmanın dengesini bozmaya çalışan tek oyuncumuz Emir (biraz da Ender, boy dezavantajına rağmen)… Fast break basketlerimiz çok az. NBA yıldızı dediğimiz, lider olarak güvendiğimiz Hidayet, hiçbir savunmacıyı geçemiyor, kaçarak attığı şutlarda isabet oranı her yıl geriliyor. Cilalı tanıtımlar, reklamlar, devler-mevler, hakemlerden bolca şikâyet.. Eyvallah da, sandığımız kadar iyi değiliz. Reklamda bitime üç saniye şampiyon oluyoruz da, gerçek hayatta bitime beş saniye kala topu oyuna sokmayı beceremiyoruz.

Hido ve Kerem bırakmıyor
Dün yurda dönen ‘12 Dev’de bazı oyuncular havaalanında NTV Spor’a konuştu. Hidayet Türkoğlu haklarında çıkan “Kerem’le Hido Milli Takım’ı bırakıyor” haberlerinin doğru olmadığını söylerken, “Bu yalanı çıkaran çok büyük ayıp etmiştir. Hiçbir zaman ağzımdan öyle bir şey çıkmadı, çıkmaz da… Davet edilirsem yine aynı şerefli milli formayı giyerim. Turnuvaya gelince, kaptan olarak bize inanan ve dualarını eksik etmeyen Türk halkından özür diliyoruz” dedi. Kerem Tunçeri de şunları söyledi: “Biri benim ‘fake twitter’ hesabımdan böyle bir açıklama yapmış. 15-16 yıldır Milli Takım’a hizmet ediyoruz, yine görev verilirse hizmet edeceğiz.”

BENZER HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -spot_img

Son Haberler