Geçen yıl Madrid'de oynanan karşılaşmadan yaklaşık on bir ay sonra kaderin bir cilvesi neticesinde yine aynı şehirde, aynı salonda, üç aşağı beş yukarı aynı seyircilerin önünde kralın ve sarayın takımı ile Sarı Lacivertlilerin maçı vardı.
Hepimizin hatırlayacağı üzere on bir ay önceki maçta, seyircisiyle, hakemiyle, oyuncusuyla, saha içi avantajı, saha dışı oyunları ve de gücüyle bizimkileri epey pataklamıştı bu Avrupa basketbolunun başarılı ama bir o kadar da sevilmeyen takımı. Alınmadık kupa bırakmasalar da kazanmak için baş vurdukları hafif ayak oyunları nedeniyle Avrupa basketbolunun sıkı takipçileri tarafından kendisine hep bir mesafeyle bakılan İspanya’nın şımarık çocuğuydu bu takım.
Final 4’a giden yolda yitirdikleri iki hayati maçın yarattığı havanın da etkisiyle, bilinen tüm mızıkçılıklarını Kadıköy’ün Sarı – Lacivertlilerine karşı da göstermekten bir an bile geri durmadılar. Aksini beklediğimiz de söylenemezdi işin doğrusu!
Serinin ilk iki maçının değil de adeta geçen yılki yarı finalin bir rövanşı gibi olan bu karşılaşmada Sarı Kanaryaların rakibe maçı tek bir an bile kazanacaklarını düşündürtmeyen oyunlarıyla gelen netice, sportif anlamda kolay kolay kaldırılabilecek cinsten değildi Eflatun – Beyazlılar açısından.
Basketbol maçının kazanıp, kaybedilmesinde birçok parametrenin bir araya gelmesi gerekir, hele karşılaşan takımlar kâğıt üzerinde birbirlerine yakın görünüyorsa. Şans faktörü, seyirci baskısı, hırs, zamanlama, soğukkanlılık, şut tercihleri, çalınan ya da çalınmayan fauller v.s v.s… Ama bu serinin sıfıra karşı bitmesinin en büyük dayanağı fiziksel üstünlüktü; aynı lise takımının, bir ortaokul takımına karşı olan fiziksel üstünlüğü gibi. Geriye kalan her şey detay…
Alınan bu sonucun ardından tüm Avrupa’da hangi takım taraftarı olursa olsun birçok basketbolseverin derin bir 'ooohhh' çektiğine şüphem yok. Zira mağlup olan Eflatun-Beyazlılar olduğu kadar onların temsil ettiği şımarık ve mızıkçı basketbol anlayışlarıydı.
Üst üste ikinci kez Avrupa’nın en iyi dört takımı arasına ismini yazdırmak, bu seviyelerin takımı olmak onur verici. Ama aynı şeyleri Türk basketbolu adına söyleyebilir miyiz emin değilim. Gönül; atlayan, zıplayan, atan, tutan basketbolcular arasında bizden de 2-3 delikanlıyı görmek isterdi. Neyse bu başka bir zamanın, başka bir tartışmanın konusu, biz şimdi dörtlü finallere odaklanalım.
Yıllarca Berlin Duvarı’nın diğer tarafında yer alan Kızıl Ordu’nun takımıyla, sarı lacivertlerin Berlin’deki karşılaşması oldukça ilginç olacak!
Ne çabuk karar verdik değil mi İspanyolları eledikten sonra finale adımızı yazdıracağımızdan? Bu da bizim basketbol adamlığı refleksimiz ne yapalım. Önümüzdeki ay “Check Point Charlie”de buluşmak üzere…