5 EYLÜL 2011; 18:45… Türkiye-İspanya maçının hava atışı yapılıyor. Bundan dakikalar önce Tanrı bize desteğini Büyük Britanya'yı kullanarak yollamış; inanç ve coşku maksimum seviyede. Şaşkına dönen İspanyollar, “Pau Gasol'u almadık kadroya ama oynatsak karizmayı çizdirir miyiz, çizdirtmez miyiz?”düşünüyor. Bu yüksek inanç ve ondan doğan pozitif basketbol, sallanan İspanya'yı son çeyrekteki akıllı ve sert savunmamızla (sadece iki sayı yedik) nakavt ediyor.
11 Eylül 2010O coşku seli son basketle Sırp'ı da nakavt ederek Dünya Şampiyonası finaline taşıdı bizi.
Bir de öbür tarafa bakalım. Nowitzki'siz kalmış Almanya'ya 10 sayı öndeyken 10 sayı geri düşmek. Polonya'ya 7-8 dakika sıfır çekerek oynamak. Ribaundlarda ezdiğin Fransızlar'a son top dahil, acemice top kayıpları yapmak. Coşku ve inançla dolu olan dakikalar, nasıl üst düzey performans ve sonuç ise; tedirgin olduğumuz dakikalar üretkenliğin sıfırın altına düştüğü anları getiriyor.
HERKES 2 KİŞİLİK OYNAMALI
Bugün “olmak veya olmamak” maçında “olmak için” herkes kendi mentörü olmalı. Şampiyona sonrası herkes kendi takımına dahil olacak. Ama bu Pazartesi mi, öbür Pazartesi mi? Bu bir haftalık süreyi Litvanya'da uzatabildiğin anda yine tarihin sayfalarındasın; 70 milyonun da gönlünde ve hafızasında…
Böylesine bir maçı, o gece coşan ve özel performans koyacak oyuncuların dışında kazandıracak ilk etken delice inanmak… Bu seviyenin üstünü de, altını da oynamış bir takım olarak her anında, her topunda herkesin iki kişilik oynaması gereken bir mücadeleye çıkıyoruz. Bir tane dahi inançsız bakışa, köpürmeyen yüreğe yer olmayan bir maç. Buraya 24 Dev Adam desteğiyle geldik. Büyük Britanya ile el ele… Şimdi 24 Dev Adam'ı içimizden çıkarmalıyız.