Öldü" demem mümkün değil.. Çünkü "Ölümsüz" o.. Adı öyleydi en başta.. "Can!."
En son, bir kaç hafta evvel, Amerikan Hastanesi'nde görmüştüm… Çok ağır grip için gitmiştim. Uzun uzun kontroller.. "Domuz gribi" dediler.. "Yatmanız lazım.."
"Ben evde yatarım" dedim.. "O zaman serum takmamız lazım. 2 saat daha kalacaksınız.."
Bir odaya aldılar, yatırdılar.. Serumu taktılar.. Bir hemşire ara ara gelip kontrol ediyor.. Beni de tanıyormuş..
"Yakın arkadaşınız Can Bartu da bir kat yukarda yatıyor" dedi.. Serum biter bitmez, fırladım o kata.. Görevli hemşireye odasını sorarken "Durumu ne" dedim.. "Çok ağır" dedi.. "Akciğerler iflas etmiş.."
Hiç şaşırmadım.. Çünkü, 20 yaşından beri nasıl sigara içtiğini bilirim. Sonra puroya çevirdi, ama onu da sigara gibi içerek.. Sabah başlardı, uyuyana kadar, puroyu puroya ekleyerek, dumanı içine çekerek.. Buna hangi ciğer dayanır ki?.
Bana bir maske taktılar.. Odasına girdim.. Kapıdan el sallayıp en uzak köşedeki sandalyeye oturdum.. Beni görünce nasıl keyiflendi. Nasıl "Can"lı bir sohbet oldu..
"Bu kadar iyi birisi niye hastanede tutulur" dedim içimden. Öyle iyi görünüyordu inanın.
Hayatımın çok uzun bölümü, hem de defalarca hastanelerde geçti. Hasta ziyaretlerini bilirim.. Bu yüzden asla uzun tutmam.. O doyamadığım sohbeti de, Sinyor'un tüm ısrarına rağmen bitirdim.. Gönlüm orada kalarak çıktım.. Son görüşümmüş meğer..
Sonra bir daha uğramak için hastaneyi aradım. Taburcu etmişler..
..Ve son haberi dün sabah işe gelince Yasemin'den aldım.. Nasıl yakın dost olduğumuzu, Gelişim Yayınları, Erkekçe, Gelişim Spor yıllarından bilir Yaso..
"Can Bartu.." dedi, kaldı..
***
1990.. Roma'da Dünya Kupası finallerini izliyoruz birlikte.. Roma'da dolaşıyoruz sık sık.. Girdiğimiz dükkan yıkılıyor. Tüm tezgahtarlar her işi bırakıp ona koşuyorlar, resim çektirmek için.. Raflardan bir tişört işaret ediyorum.. Tüm raf önüme iniyor, Sinyor'un arkadaşıyım ya.. Dağ gibi yığılıyor tezgahta gösterdikleri.. Bir tane seçiyorum artık, ayıp olmasın diye.. Etiketine bakıyorlar ve maliyet fiyatını alıyorlar sadece.. Bir, on, yüz.. Her dükkan öyle..
"Bartu'nun Roma'da açmadığı kapı yok.."
***
Roma tepelerinden birinde Hilton Apart Otel'de bir daire kiralamış Sabah gazetesi bize.. Sinyor evden pek çıkmıyor.. Alıyor karton sigarasını yanına.. Mutfakta da espresso makinesi var.. Fincan boşaldıkça gidip dolduruyor ve tenis seyrediyor.. Wimbledon var o sırada.. Ben aşağı, şehre inip Basın Merkezi'ne gidiyorum.. Ne var ne yok bakıyorum. Gazeteye haberleri geçiyorum..
Bir baktım, kapının girişinde bir duyuru.. Lazio kulübü Dünya Kupası'na katılan gazeteciler için Roma'nın içinden geçen Tiber Nehri'nde bir yemekli tekne gezisi düzenlemiş.. Katılmak isteyen enformasyona baş vuracakmış..
Lazio.. Can'ın kulübü.. Hemen koştum. Orada oturan kıza "Can Bartu ve Hıncal Uluç" dedim.. Kız gülümsedi.. "Yazayım ama" dedi, gemi 119 kişilik.. Siz 315 ve 316'ncı yedek olacaksınız.."
"Olsun" dedim..
Masama gittim.. Yığılan bültenleri okudum. Haberlerimi yaptım. Teleksle gazeteye geçtim.. İki saat falan geçti ki, anonsta adımı duydum..
"Mr. Uluç, please come to the information.."
Beni çağırıyorlar.. Koştum..
Ayni kız.. "Sayın Uluç" dedi.. "Sinyor Bartu ve siz, Lazio Başkanı'nın şeref konukları olarak bu geceki geziye davetlisiniz.."
Hemen bir taksiye atladım.. Eve koştum.. Bağıra çağıra anlattım olanları.. Kılı kıpırdamadı.. "Boş ver, yahu" dedi..
Yahu atacağı havayı bir düşünün.. Ama umurunda değil Sinyor'un öyle şey.. Sadece kendi keyfi için yaşıyor.. Canı isterse.. O kadar!.
***
Sergio Taccini.. Bir zamanların en ünlü İtalyan tenisçisi.. Sinyor da iyi tenis oynar aslında. Yani futbol, ya da basketbol yerine Tenis'i seçse, bugün Nazmi Bari olmazdı belki.. Öylesi.. Taccini ile Lazzio'da oynarken tanışmış, iyi de dost olmuşlar.. Bir gün gene dolaşıyoruz..
"Bartu" diye koşarak geldi biri.. Sarıldılar. Tanıştırdı Taccini imiş. Şimdi en büyük spor kıyafetleri yapan adını koyduğu markanın sahibi.. Hazır giyim de satıyor..
"Yahu maç olmadığı günler bana gelsenize" dedi.. "Nehir kenarında bir villam var.. Önü özel plajım.. İtalya'nın en seçme mankenleri her gün bende.. Boydan boya açık büfe.."
Ben zevkten ve heyecandan dört köşe.. Neler yaşayacak, en güzel İtalyan mutfağına dalacak, Türkiye'de ne havalar atacağım artık..
Ayrıldık Sinyor'a "Yarın maç da yok. Sabahtan gider, akşama kadar kalırız" dedim..
Bana bakmadı bile.. "Boş ver yahu" dedi, yürüdü gitti gene..
***
Bir sabah ben de evde kaldım.. Wimbledon'da final var çünkü.. Televizyonun başına oturduk. Stefan Edberg ile Boris Becker oynuyor.. Saatlerce izledik 5 sete uzayan maçı.. Son set, Edberg 5-4 önde ve Şampiyonluk Servisi atıyor..
Sinyor kalktı, odasına yürüdü..
"Yahu Sinyor üç saattir ekran başındasın, maç servisinde gidilir mi yahu" dedim..
"Bana ne" dedi.. "Bu herifler benim babamın oğlu mu?. Kim kazanırsa kazansın.. Ben maçı tenis zevkim, keyfim için seyrettim.. Yetti.. Tamam.."
O gün "Kim kazandı" diye bile sormadı bana..
***
Sinyor'un hayatını yazsaydım keşke.. Tam roman, film olacak bir hayat sürdü, dünyada eşi benzeri olmayan adam.. Şöhreti Türkiye ve İtalya sınırlarını da aşan adam..
Onu bir gün yazmak yetmez.. Yarın da devam edeceğim, "Can"lı anılarıma..
Kaynak: sabah