Aslında bu cümle benim oynadığım dönemde “pres cennetten çıkmadır” diye telaffuz edilirdi. Devir değişti tabii. Kavramlar da yıllar içinde değişime uğrar, kaçınılmaz olarak. Milli Takımımız işin hadi pres kısmını henüz tam anlamı ile yapamasa da, pick and roll kısmını belli bir averajda oynamayı beceriyor. Allah'tan beceriyor, zira şu ana kadar birkaç delici atak dışında başka istikrarlı silah da göremedik. Özellikle tepe pick and roll’lerinden ürettiğimiz sayılar, maça tutunmamızı, geri düştüğümüz anlarda, geri gelmememizi sağlayan yegane taktik varyasyon olarak göze çarptı.
Basketbol oyunu, aynı varlıklı bir insanın parasını istediği gibi, hatta hovardaca harcayabileceği kadar zenginliğe sahiptir. Savunma, savunma ribaundu, savunma kaynaklı hızlı hücum, transition offense, yüksek ritmde oynanan setler gibi ki, bu setler de hepinizin bildiği üzere nerede ise sonsuz varyasyon içerir. Bunlardan biri de pick and roll'dür. Bu kadar zenginliğin içerisinde hücum alternatifi olarak tek bir oyuna bağlanmak, basketbol fakiri ülkelere mahsus olsa gerek. Biz onlardan değiliz çok şükür ama hazırlık maçlarının görüntüsü bizde bu izlenimi bırakıyor.
Hazırlık maçları adı üstünde hedef turnuvaya, ya da maçlara hazırlanmak amacı ile organize edilen ve mutlaka oynanması gereken maçlardır. Neticeleri çok önemli olmasa da, (hepimizin ağız birliği edercesine söylediği cümledir malum) fiziksel ve taktiksel hazırlanmanın ötesinde, mental anlamda diri kalmamızı sağlayan bir işlevi vardır. Bizim milli takımın bu anlamda Dünya Şampiyonası arefesinde mental olarak diri olduğunu söylemek hiç de kolay değil. Hatta insanı karamsarlığa itecek boyutta. Zira oynanan oyunun kimseyi tatmin etmemesinin yanında farklı kaybedilen maçların yaratacağı tahribat esas üzerinde düşünülmesi gereken konu olarak karşımızda durmaktadır. Takımdaki oyuncuların yüz ifadelerinde bir mutsuzluk, isteksizlik gözükmekte, kaybettikçe de bu yılgınlık yerini umursamazlığa bırakmaktadır. Oyuncularımız umursamazlık içinde anlamında söylemiyorum ama maçlarda görünen hele hele maç sonlarında görünen manzara kanımca budur.
Savunma yapmamızın, hatta çok sert savunma yapmamızın gerekliliği hemen herkesçe bilinmekte ve söylenmektedir. Ancak şu gerçeği hatırlatmama izin verin. Savunma ve hücum birbirlerinin tetikleyicisidir. İyi savunma yapmak sizi hücuma moralli ve enerjik gitmenizi sağlayacağı gibi, yapılan iyi ve organize bir hücum da savunmada daha agresif ve canlı olmanızı tetikler. Bizim takım, hücum anlamında problem yaşadıkça, maçın ilerleyen bölümlerinde savunma hataları daha bir bariz hale geliyor ve direncimiz iyice düşüyor, umursamazlık denen durum bütün çıplaklığı ile karşımıza çıkıyor. Ümidimiz kayboluyor başka bir anlatımla.
Yeri gelmişken… Savunma kısaca, rakip sahada başlar ve organize bir şekilde geri koşma ile anlam kazanır. Sete set kaldığımızda ise en kuvvetli zincirin bile en zayıf halkası kadar güçlü olduğu gerçeği ortaya çıkar. Bir kişinin aksaması bile, en bilgili, en sert savunmanın bile işlevini tam olarak yerine getirememesi ile sonuçlanır. Hele hele rakip yüksek ritmli bir düzen içinde oynuyor ve topun el değiştirme hızını bir de sahaya doğru yerleşip yukarı çekiyorsa işimiz daha da zor demektir ki, takımımız bu şekilde oynayan takımlara karşı zaman zaman problem yaşıyor. Bu durumda penetre savunmasında ciddi aksamalar olabiliyor kaçınılmaz olarak, dolayısıyla rakibi çoğu maçta bizden fazla faul çizgisine gönderiyoruz.
Özetle, takımımız Sırp maçını farklı kaybetmesine rağmen bize gösterdiği olumlu havayı ,sürdürülebilir hale getirmeli ki, oyun düzeni amacı ile yaptığımız hazırlığın mental boyuta da faydası olsun. Yaklaşık kalan 10 günlük sürenin aksaklıklarımızın toparlanması adına azınsanmaması gerektiğini düşünüyor ve takımımızın Dünya Şampiyonası'nda yüzümüzü güldürmesini diliyorum.