Enes Kanter, 2011 NBA Draft’inde üçüncü sıradan seçildi. Çok önemli bir olay ve çok büyük bir onur. Enes basketbol tarihimizde NBA Draft’inde en üst sırada seçilen oyuncu olurken, kendisinden daha üst sırada seçilen Avrupalı sayısı ise bir elin parmaklarının sayısını bile geçmiyor. Bundan önce yine oldukça zayıf bir draft olan 2006 NBA Draft’inde İtalyan Andrea Bargnani ilk sıradan, 2003 NBA Draft’inde draft tarihinin belki de en büyük hatası olarak gösterilen Sırp Darco Milicic ikinci sıradan, Pau Gasol 2001 NBA Draft’inde üçüncü sıradan seçilmişti. Bu oyuncular dışında Hollandalı Rik Smits ve İngiliz pasaportlu Nijeryalı Michael Olowokandi de Enes’den daha üst sıralarda seçilmişti, ancak onları ‘Avrupa ürünü’ saymıyorum çünkü onlar basketbol eğitimlerini NCAA’lerde tamamladılar. Bu kadar önemli bir olay gerçekleşmişken, bu olayın kahramanı Enes Kanter ile ilgili onun hak ettiği sevgiyi, saygıyı ve statüyü Türkiye’de görmesini engelleyecek bazı gelişmelerin de olduğunu üzülerek görüyoruz.
Evet sevgili Enes; senin tutumun, demeçlerin ve yaklaşımın ile ilgili olarak beni düşündüren nedir? Fenerbahçeli olmayabilirsin, sana alt yapı kapılarını açan kulübüne kırgın olabilirsin (Gerçi draft sonrası yayınladıkları tebrik bildirisi bence klas bir hareketti) ancak kısa Amerika maceran sonrası bir Türk’ten ziyade bir Kentucky’li gibi davrandığını hissediyorum. Her ne kadar Enes’in basketbol sicilinde Kentucky Üniversitesi yazacak olsa da, oyuncumuzun bu noktaya gelmesinde ne o üniversitenin basketbol programının, ne de John Calipari’nin çok önemli katkısı var. Kimlerin mi var? TBF’nin en önemli organizasyonlarından birisi olan 12 Dev Adama Basketbol Okulları ile başlayabiliriz. Samanyolu Koleji ve Ülkerspor ile Alaeddin Yakan’ın var.Fenerbahçe’nin tabii ki var. Milli Takım alt yapılarında sana o formayı veren ve seni çalıştıranların var. Var oğlu var yani. Zaten böyle de olmalı. “Hidayet Türkoğlu’nu ben yetiştirdim” veya “Mehmet Okur’u ben yetiştirdim” diyenlere hep gülmüşümdür. Bir oyuncuyu bir kişi yetiştirmez. Peki Kentucky ve Calipari’nin sana hiç mi katkısı yok? Olmayacak duaya “Amin” dediler; seni, aileni ve menajerini (eğri oturalım doğru konuşalım, zaten menajerin olduğundan dolayı bile NCAA’lerde oynayamazdın) de ikna ettiler ve sonunda bir saniye bile onlar için oynamamış olsa da, Calipari “Enes Kanter” ismini bir çizik olarak ‘lottery’de seçtirdikleri’ listesine atmayı başardı. Yine de kimseyi üzmeyelim ve katkıları var diyelim, ama ‘Green Room’da o adam oturuyorsa, ondan önce orada oturmayı hak eden çok daha önemli katkı yapmış bazı insanların da olduğunu hatırlatmakta fayda var. Başta Alaeddin ve Enes’i 16 yaşında Euroleague vitrinine çıkaracak kadar ona inanan ve bu cesarete sahip olan Bogdan Tanjevic olmak üzere!
Burada bir ara vereyim ve Enes Kanter’in NBA’de forma giymiş tüm Türkler arasında en başarılı olanı olmasının en büyük dileğim olduğunu belirteyim. Mehmet Okur ve Hidayet Türkoğlu çok ama çok önemli başarılara imza attılar, Türk basketbolunu en iyi şekilde temsil ettiler. Bence ikisi de birer Milli kahraman. Tüm dünya onları tanıyor, takdir ediyor ve seviyor. Umarım Enes ikisini de geçer. Bunu başaracak potansiyele fazlasıyla sahip. Bu benim en içten ve samimi dileğim. Ancak uçmayı öğrenmeden önce düşmeyi öğrenmek çok daha önemlidir. Nedense bunu hatırlatmak da basketbol ailemizde hep bana düşüyor. Bir zamanlar Hido bana çok kızmıştı. Sonra Ömer Aşık bana küsmüştü. Ama şimdi aldıkları kararlara ve geldikleri noktaya baktığımda düşündüklerimi söyleyerek doğruyu yapmışım. Bir kere şunun kesin olarak bilinmesi lazım; Enes Kanter iki Milli gururumuz Hido ve Memo’dan da daha şanslı. Çünkü her şeyden önce potansiyeli yüzünden seçildi. Memo da, Hido’da NBA’e gitmeden önce birer Final Four görmüşlerdi. Avrupa’nın en üst seviyesinde başarıyı tatmışlardı. A Milli Takım seviyesinde de çok önemli işler yapmışlar ve 2001 Avrupa ikinciliğinin vazgeçilmez parçalarıydı. Hayati önem taşıyan ve olmazsa olmaz, Hido’nun Almanya veya Memo’nun İspanya maçlarını hangi Türk unutabilir ki? Enes’in böyle bir başarısı yok. Enes’in alt yapı Milli maçları dışında en büyük başarısı,2010 Nike Summit’te gösterdiği başarılı ‘tek maçlık’ muhteşem oyunudur. Dirk Nowitzki’nin rekorunu kırdığı doğrudur, ama başka bir açından baktığımız da adeta bir gösteri maçı olan bu maçın önemini belki daha iyi anlayabiliriz.
Şu anda Indiana Pacers forması giyen ve en büyük NBA başarısı bu sezonki playoff ilk tur maçlarındaChicago Bulls’un power forveti Carlos Boozer’ın maskesini düşürmek olan Tyler ‘Psycho T’ Hansbroughde aynı maçta 2005 yılında oynamıştı. Hem de daha güçlü olduğu iddia edilen rakipler karşısında. İşte Enes ve Psycho T’nin Nike Summit maçlarındaki istatistikleri:
Hansbrough (2005): 25 dakika, 31 sayı, 10 ribaund, 3 blok, 2 top çalma, 2 asist, 8/12 şut, 15/18 serbest atış.
Enes Kanter (2010): 24 dakika, 34 sayı, 13 ribaund, 0 blok, 0 top çalma, 0 assist, 13/21 şut, 8/9 serbest atış.
Enes 9 daha fazla şut kullanarak, 1 dakika daha kısa bir süre alarak 3 sayı daha fazla atmış. Ribauntlarda üstün, ama diğer tüm istatistiklerde ise Hansbrough’nun üstünlüğü var. Şimdi Hansbrough gibi bir NBA oyuncusu olması bizi keser mi? Daha doğrusu Enes’i veya ailesini keser mi? Bu kadar yüksek potansiyelli bir NBA adayını tatmin eder mi? Dirk Nowitzki nerede, Tyler Hansbrough nerede? Bu açıdan sevgili Enes daha işin çok başındasın. Potansiyel ile üretim arasında o kadar fark var ki! Unutma ki emek vererek alınabilecek bir hakkın, birine altın tepsi üzerinde sunulması, olabileceğinin en iyisi olabilmen için en büyük engellerden birisidir. Potansiyel üzerine seçilmek, üretim üzerine seçilmeye oranla sana çok daha fazla kredi tanıyacaktır. Potansiyelini doldurman için daha sabırlı yaklaşım olacaktır. Bunlar çok önemli detaylar. Potansiyeline güvenerek draft adımını atmanın da tabii ki tehlikeleri var. Bunun en güzel örneği Milli yıldızımız Ersan İlyasova… İkinci tura kalan Ersan, bir Euroleague sezonu oynayıp drafte girseydi (özellikle de Barcelona’da oynadığı gibi oynamış olsaydı) ilk 10 sırada seçilirdi. Belki de ilk 5… Bu Ersan’a sadece maddi olarak büyük bir fark getirmekle yetinmeyip, onun kariyeri açısından da az önce sözünü ettiğimiz krediyi elde etmesini sağlardı.
Enes’in babası Mehmet Bey ile iki kez konuşma şansını yakaladım, ona bazı konularda yaşadıklarımı ve düşündüklerimi aktarmak istedim. Şunu söyleyebilirim ki en azından menajer seçimi açısından korktuğum başıma gelmedi. Her ne kadar menajeri benim Enes’in doğru olmadığını düşündüğüm kararlarını eleştirmemi TBF ve Milli takım yetkilerine, “Enes’in menajeri o olmak istiyordu, olamayınca saldırmaya başladı”şeklinde aktarsa da, artık herkes bunun basit bir ‘menajerlik cinliği’ olduğunun farkında. Ben o yollardan çok geçtim ve bildiğim tek şey doğru olduğuna inandıklarımı söylemektir: Belki hayatta doğrular ve yanlışlar yoktur, sadece yorumlar vardır, ancak yorumu yapanın olaya bakış açısı, beklentileri, birikimi, vizyonu ve menfaatleri yorumun gerçeklerle ne kadar orantılı olduğunu etkiler. Şunu unutmayalım ki Enes bu draftte ilk sırada seçilecek en büyük adaydı. Evet, ilk sırada diyorum. Enes Kanter’in ilk sırada seçilmesini sağlamak önemli bir menajerlik zaferi olarak değerlendirilebilirdi. Ancak başka ‘franchise’ uzununun olmadığı ve özellikle de ilk iki sırada seçen takımların pivot ihtiyacı bas bas bağırken, Enes’in üçüncü seçilmesinden zafer çığlıkları atmanın da anlamını kavrayamıyorum. Enes’den sonra seçilen pivot / power forvet türündeki oyuncular olan LitvanyalıJonas Valanciunas (5.seçildi) ve Kongolu Bismack Biyombo (7. seçildi) dışında ilk turda seçilen bu tür başka hiç bir oyuncu yoktu. Dwight Howard, Tim Duncan veya Shaquille O’Neal benzeri bir yeteneği bıraktık, Andrew Bogut, Yao Ming, hatta ve hatta Emeka Okafor veya Greg Oden sınıfına yakın başka hiç bir uzun yoktu. Bu iki oyuncunun (Valanciunas ve Bismack) da toplam potansiyeli Enes’inki yanında çok hafif kalıyordu. Bardağın dolu tarafı da var, boş tarafı da. Dolu tarafı açılış paragrafımda yazdığım gibi ne olursa olsun, Enes Kanter üçüncü sıradan seçildi. Bunu daha önce başarmış Avrupalı sayısını da yazdık. Bu bardağın dolu tarafı. Ama boş tarafı da var ki onu görmemezlikten gelemeyiz. Bir kere kapının önüne kadar gelen lokavt bazı oyuncuların erken profesyonel olma kararını erteletti. Bazı lottery adayları (aklıma hemen gelen isimlerin başında Harrison Barnes, Jared Sullinger, Perry Jones ve Patrick Young bulunuyor) NCAA köprüsünü yıkıp, para almadan ve top oynamadan uzun bir süre geçirmek istemedi. Bu açıdan bu draft epeyce zayıfladı. Enes’in üçüncü sırada seçilmesi bazı yanlış kararların bir faturasıdır. Gereksiz iki yıllık ABD macerası, Fenerbahçe kulübü ve TBF’ye cephe alması, Kentucky’e bile bile lades demesi (NCAA’de forma giymenin kural esnetme ustasına rağmen mümkün olmadığını görememesi) gibi. İki senedir Enes kendini zorlayacak rakiplere karşı top oynamıyor. Bırakın bunu, bir senedir hiç resmi maç yapmıyor. Açıkçası Enes’i Kentucky ve Calipari’ye kim yönlendirdiyse beni ürkütüyor, çünkü üniversite konusundaki ilk seçimi olan Washington Üniversitesi ve coach Lorenzo Romar ile de ilgili birçok eleştiri ve yergi var. Venoy Overton ismini ve olaylarını biliyorsunuzdur. Burada detaylara girmenin de bir anlamı yok. Kazanmayı her şeyin üstünde tutan insanlar nedense benim için asla uygun olmamışlardır. Sen iki üniversiteye yönlendirildin ve ikisinde de basketbol programı olarak ciddi ‘duruş’ ve ‘etik’ soru işaretleri vardı. Bu da kafamda bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu. Çünkü sen orada sadece kendin ve ailen için oynamıyorsun. Sen orada koskoca bir ülkeyi temsil ediyorsun. Her adımın çok dikkatli atılması ve her sözünün çok dikkatli seçilmesi lazım.
Calipari ve Kentucky senin için artık geride kaldı. Calipari her yıl William Wesley gibi dostları (!) sayesinde mevkilerinin en iyi lise oyuncularını alıyor ve bu oyuncuların çoğu senin gibi ‘one and done’ olacak seviyede olduğundan onların gelişmelerine fazla katkı yapmadan, kendi kariyerindeki galibiyet sayısını arttırmak için bu oyuncuların en iyi vasıflarından faydalanıyor. Tyreke Evans, Derrick Rose, John Wall, DeMarcus Cousins‘öğretmen’ yönü zayıf. Bunu biraz anlatabilmem için bir örnek vereyim. Enes’in takım arkadaşı DeAndre Liggins’ın lisede lakabı ondan önce Chicago liselerinde oynamış ve efsaneleşmiş Kevin Garnett ile aynıydı; ‘The Big Ticket’. Liggins’ın en büyük şanssızlığı Washington Lisesi’nde forma giydiği yıllarda aynı ligde oynayan Simeon Lisesi’nde de başka bir süper yıldız adayının forma giymesiydi. O gencin ismi Derrick Rose’du. Bir türlü Rose’u aşamamasına rağmen, Liggins lise kariyerinin sonuna geldiğinde üniversite adaylarını beşe indirmişti; Kansas, Teksas, Illinois, Memphis ve Kentucky. Bu okulların son beşi oluşturması bile Liggins’ın inanılmaz potansiyelinin bir göstergesiydi. Liggins notları yeterli olmadığından, Enes’in de ABD macerasını başlattığı ve formasını giymek istediği Findley Prep okuluna gitmeye mecbur kaldı. Orada bir yıl oynadıktan sonra da Kentucky’e gitti. İki sezon Calipari ile çalıştı. Yani iki sezon Calipari bu çok önemli potansiyele sahip ama ‘one and done’ seviyesinde olmayan genci çalıştırdı. O da Enes gibi bu yılki NBA Draft’ine erken profesyonel kararı alıp girdi. Nerede seçildi biliyor musunuz? Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Ama Calipari sihirbazlığını (!) gösterip Liggins’ı ilk 10’da seçtirebilseydi kimse merak etmesin ona da şapka çıkarırdık. Ondan Calipari’nin yaratmaya çalıştığı o‘sihirbaz’ havasından ben almayayım. Liggins yine NBA’de tutunabilir. Sonuçta 1.98 metrelik oyun kurucu da oynayabilen guardlar kolay kolay yetişmiyor. Kendisi gibi Chicago’lu olan Tony Allen seviyesinde bir görev adamı olabilir. Ancak Ray Allen olabilecek bir oyuncu niye Tony Allen olmakla yetinsin ki? Spor kariyerlerinde alınan kararlar ve izlenen yollar gençlerin hayatlarını o kadar etkiliyor ki! 2011 NBA Draft’inde ilk sırada seçilmenin, üçüncü sırada seçilmekle arasındaki fark, maddi olarak çaylak kontrat süresince $ 4.5 milyon. Bu rakam Ersan İlyasova veya Ömer Aşık’ın mevcut kontratlarına bakarsak iki NBA sezonunda kazanacak paralardan daha fazla. Hatta bu iki Milli yıldızımıza Semih Erden’in de kontrat toplamını ekleyebiliriz ve yine birinci seçilmeyerek kaybettiğin paraya ulaşamayız. İnşallah ileride o kadar büyük paralar kazanırsın ki, bu $ 4.5 milyon sana cep harçlığı gibi gelir. Ancak Ersan halen NBA Draft’ine bir yıl erken girmenin bedelini maddi olarak ödüyor. Yani spor bazen hata affetmiyor sevgili Enes!
Şimdi birinci sıradan neden seçilmediğine gelelim. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Mehmet Kanter’in draft sonrası Fenerbahçe Kulübü ve başkanı Aziz Yıldırım’a yönelik yaptığı suçlamalarınızı üzüntü ve şaşkınlıkla okudum. Sayın Mehmet Bey; Fenerbahçe Ülker yönetimi de, TBF de oğlunuz adına Kentucky Üniversitesi için yapılan başvuruda yalan söyleyemezdi. Bunu biliyor olmanız gerekir. Kimse de yanıltıcı bilgiler vermedi. “Bu sezon Kentucky’de oynasaydı birinci sıradan seçilirdi” açıklamanıza da bir yorum getirmek istiyorum. Umarım dikkatle okursunuz. NCAA’lerde oynayan oyuncuların tüm zaafları göz önüne sergileniyor. Bu da boş olan potansiyel bardağının damla damla dolmasına yol açıyor. O zaaflar, Enes’de varsa ki bence var, ha NCAA’lerde ortaya çıkmış, ha Euroleague de! Euroleague çok daha önemli bir sahne. NBA’den sonra dünyanın en güçlü ligi olarak kabul ediliyor. Orada çocuklar ve delikanlılar değil, oyuncu sıfatına geçmiş isimler oynuyor. Euroleague’de zaaflar ortaya çıktığında, rakiplerin gücü ve tecrübesi göz önünde bulundurularak, deyim yerindeyse bazen görmemezlikten geliniyor. Şunu unutmamak lazım ki birini suçlamak için ileri uzattığınız elinizin 3 parmağı sizi gösterir. İşaret parmağınız suçlu olduğuna inandığınız kişiyi yöneltirken, başparmağınız da en yakın çevrenizdekilere dönüktür. Enes’in ilk sırada seçilmesini Kentucky’de oynamaması değil, son 2 yılı boş geçirmesi engelledi.
Enes ilk sırada veya ikinci sırada seçilmek için yeterli imkânı yakaladı. Bu arada draft öncesi Tim Grover ve ekibi ile hazırlanmak kararı çok doğru bir karardı. Bunu da belirtmek gerekiyor. Tam bir omlet yapacaksan, mutlaka bir kaç yumurta kıracaksın misaliydi. Ama birinci seçme hakkına sahip Cleveland Cavaliers bir kez değil tam iki kez Enes’e workout yaptırdı. İkincisini takımın sahibi Dan Gilbert da izledi. Enes burada çok etkili bir performans sergileseydi, zaten oyun kurucu mevkii kalabalık olan Cavs o mevkiinin oyuncusu olanKyrie Irving’i ilk sırada seçmezdi, Enes’i seçerdi. Cavs adeta Enes’in onları birinci sırada seçilmeyi hak ettiğine dair ikna etmesi için her ortamı yarattılar. İkinci sırada seçen Minnesota Timberwolves da Enes’e workout yaptırdı ama seçim tercihlerini Derrick Williams’dan yana kullandı. Cleveland’ın kadrosunda Semih’in yanı sıra pivot mevkiinde Ryan Hollins, Minnesota’da ise hayal kırıklığı anlamına gelen Darko Milicic, 36 yaşına ayak basacak olan Brad Miller, eskiden Galatasaray Cafe Crown’da forma giyen Anthony Tolliver ve Partizan’dan tanıdığımız Nikola Pekovic vardı. Sadece bu gerçekleri göz ardı edenler zafer çığlıkları atabilirler. Utah ise Mehmet Okur faktöründen dolayı uzun bir süredir Enes’i istiyordu. Hem de o mevkii de kalabalık bir oyuncu topluluğu olmasına rağmen. Neydi bu Mehmet Okur faktörü? Memo’nun saha içi kadar sergilediği saha dışı davranışları, aile hayatının düzenliği, antrenman yapma azmi, acıya dayanıklı ve fedakâr ‘önce takım tutumu’, Jazz yönetiminin ona hep sıcak bakmasını sağladı. Başka bir deyişle Memo’nun Jazz formasıyla geçirdiği 7 sezon Jazz’ın Türk oyunculara bakış açısını çok olumlu etkiledi. Memo’nun ayrıca Enes’e ağabeylik yapacağını düşünen Jazz karar mekanizması Enes ile epeyce bir süredir çok yakından ilgileniyordu. Zaten ben bunu haftalar önce NTV’de yayınlanan NBA Stüdyo’da dile getirmeye çalıştım. Herkes Enes’in Semih Erden ile takım arkadaşı (Cleveland aynı zamanda dördüncü seçme hakkına da sahipti) olacağını varsayarken, çok da fazla izahatta bulunamadan onun Memo ile takım arkadaşı olma ihtimalinin çok daha yüksek olduğuna işaret etmiştim.
Şu ana çok büyük bir yetenek, ileride de çok büyük bir oyuncu olabilirsin. Kaptan Kirk misali hiç bir Türk basketbolcusunun gitmediği yerlere gidebilirsin, bizi de peşinden sürükleyebilirsin. Ama imajın senin için çok önemli. Sen Kentucky’li değilsin. Sen bir Türksün… 75 milyonun hayır duasını almakla, 75 milyonun ahını almak arasında büyük fark vardır. Salı günkü radyo programında dinleyiciler senin, “Lokavt olursa Milli Takım’a gelir, NBA sezonuna hazırlanırım” sözlerine isyan ediyorlardı. “Tercüme hatasıdır, yanlış anlaşılmadır” diye mantık yürütmeye çalıştım. Aman sevgili Enes, aman dikkat… Bazı konularda çok hassas bir milletiz. Bazı şeylerin değeri bizim için çok farklı. Bunların başında da Ay-Yıldızlı Milli forma geliyor. Milli formayı hiç bir zaman ikinci plana atma. 2011 Avrupa Şampiyonası için yuvana geldiğinde, antrenmanlara‘dünyaları ben yarattım’ edasıyla gelme. A Milli formanın değerini bilerek, ağabeylerinin o forma için geçmişte döktükleri tere ve gösterdikleri fedakârlıklara saygı göstererek gel. Onlarla bütünleş, onlarla bir ol bak her şey nasıl güzel olacaktır.
Uzun bir yazı oldu farkındayım. Bu yazıdan, “Menajerini kapının önüne koy” mesajını kimse çıkarmasın. Aybars Ergül’ü tanımam etmem. Bir fotoğrafını bile görmedim. Bir kez telefonda bile konuşmadım. Twitter, Facebook falan zaten haddime değil. Ama şunu söyleyebilirim ki aptal değil. Fenerbahçe alt yapısından Enes Kanter’i ısrarla koparma girişimleri zekâsını ve olaylara hakimiyetini gösteriyor. Ergül’ün inancı Enes Kanter’in Fenerbahçe’de kaldığı süre uzadıkça, onu kaptırmanın olasılığının da artacağını biliyordu. Seçtiği Findley Prep School dahil seçtiği okullar sadece basketbol olarak baktığımızda ‘doğru’ okullar. Belli ki lise ve NCAA’ler konusunda da iyi bir birikime ve bilgiye sahip. Daha önce de dediğim gibi draft öncesi Enes ile Grover’ı da bir araya getirmesi ve workout’lara Michael Jordan’ı yaratan adam olarak tanınan bir trainer ile hazırlanması da çok doğru ve birçok menajerin masraflardan dolayı yanaşmayacağı bir karar. Grover bir yerde fiziksel güç açısında Jordan’ı yarattı, ama Jordan da borcunu ödeyerek onu yarattı. 1989 yılının playofflarında Jordan bir kez daha Detroit Pistons’a boyun eğdikten sonra,“Yeter artık, güçlenmem lazım” dedi ve Grover’a başvurdu. Gerisini ise hepimiz biliyoruz. Ama bu çok olumlu girişime rağmen bazı uyarılarda yapmam gerekiyor. Ben 18 yılımı ABD’de geçirmiş, orada büyümüş bir basketbol adamı olarak bu gençlerimizin sadece basketbolumuza ve sporumuza değil, aynı zamanda ülke tanıtımına da ne kadar katkı yaptığını çok iyi biliyorum. Onların hepsi birer değer, hepsi adeta dünyada başka ülkelerde kolayca bulunmayan nadir bir maden gibi. Ve biz bu kadar alt yapılarda süper yeteneklere sahipken, bu kadar başarılı olurken, geleceğimiz bu kadar parlak görünürken, neden 30-35 dakika süre alabilen, takımlarının sorumluluklarını taşıyan ve NBA’de apolet kazanmış sadece iki oyuncuya sahibiz? Bu beni hem üzüyor, hem de rahatsız ediyor. “Önce cep, sonra canan” mantığının bu bardaklarımızın boş kalmasına, elmaslarımızın yeterince parlamamasına yol açtığını düşünüyorum.
Max Factor dünyanın en ünlü makyaj ve kozmetik şirketlerinden birisi. Enes Kanter’in menajeri Aybars Ergül de ‘Max’ adını çok benimsemiş ve onu kullanıyor. Enes Kanter’in kariyerinde şu anda birinci faktör Max’tir. Max Faktör yani! Her kulun kusuru vardır ve Enes’in kusurlarını makyajlayıp Enes’in prim üzerine prim yapmasını sağlamak onun görevi. Menajerler genelde hep oyuncuyla araları bozulmasın diye olup bitenleri makyajlayıp (!) oyuncunun önüne koymayı tercih ederler. Bu ikisi çok farklıdır ve birisi oyuncuya avantaj sağlarken ikincisi oyuncuyu bir hayal âlemine sürükler. Bizim pembe gözlükle olayları görmek dediğimiz durum gibi. Son olarak da Salt Lake City çok değişik bir şehir. İnsanları da farklıdır, kulübün içeriği de. Orada bir aile ortamı hakimdir ve bu aile ortamının bir parçası olmak her açıdan çok önemlidir. Bu nedenle Max de, Enes de çevrelerindeki bazı kişileri uyararak, “Draft öncesi Utah Jazz’ı ayağımıza kadar getirdik” gibi tehlikeli cümleler kurmasınlar. Artık “Yerin kulağı var” demek bile bugünün dünyasında hafif kalıyor. Bazı şehirler, sakinleri, kulüpler ve takımlar bunu belki kaldırabilir, orası kaldıramaz. Enes yolun açık olsun ve bu uzun yolculukta ilk durağın Litvanya olmalı. Polonya’yı ve Avrupa şampiyonasını es geçtin, yuvandaki 2010 Dünya Şampiyonası’nı es geçtin. Artık NBA’de takımın belli, kontratın belli, gideceğin yer ve evim diyeceğin yer de belli. 2011 Avrupa Şampiyonası’nda nasıl bir oyuncu olduğunu ve üçüncü sırada seçilmeyi hak etmekle kalmayıp, seni seçmeyenlerin ne kadar büyük bir hata yaptığını göstermek için her şey hazır.