Linsanity çılgınlığı en doruk noktasındayken, Lig TV 3 ekibiyle bir gün sohbetteyiz ve onlara Billy Ray Bates'in hikâyesini anlattım. Jeremy Lin gibi hikâyelere pek sıkça rastlanmaz ama bu bir ilk değildi. Lin, Harvard mezunuydu, yani bir Ivy Lig okulundandı. Ivy Lig okullarında spor bursları verilmez. Harvard, Yale, Princeton, Columbia, Dartmouth hepsi Ivy Lig okulları ve dünyanın en saygın üniversiteleri arasında yer alıyor. University Of Penn de bir Ivy Lig okulu. 1996 yılında Penn de Linsanity'nin bir benzerini Matt Maloney ile yaratmıştı. Matt Maloney babası bir basketbol coach'u olan, NCAA kariyeri bittiğinde draft bile edilmeyen, profesyonel olarak ilk sezonunu Grand Rapids adında bir CBA takımında geçiren, ama çaylak sezonunda bir anda kendisini Clyde ‘The Glyde’ Drexler, Charles Barkley ve Hakeem Olajuwon'ın forma giydiği Houston Rockets'da ilk beş başlarken bulan birisiydi. Basın Maloney'nin hikâyesine balıklama daldı. Babası oğlunun ilk NBA maçından kısa bir süre önce vefat etmişti. Maloney çaylak sezonunda 82 maçta ilk beş başladı ve takımının Batı Yakası Finalleri’nde yer almasını sağlayan en önemli isimlerdendi. Maloney play-off maçlarında iki kez 26 sayı attı. Rockets Yaka Finallerinde Utah Jazz'ı geçebilseydi, hikâye daha da büyüyecekti. Herkes Maloney'nin ilk beşte ne işi var derken, Maloney bir sezon için bir efsaneydi. Maloney daha sonra Chicago Bulls ve Atlanta Hawks formaları da giydi, 6 sezonluk bir NBA kariyerine sahip oldu ve NBA'den emekli oldu, ama bir daha asla o ilk sezon ki durumuna yaklaşamadı.
New York Knicks'de yapılan coach değişikliği sonucu anlaşılan ve görülen o ki yeni coach Mike Woodson takımını Çinli'ye teslim etmeyecek. Woodson'ın ilk açıklamalarından birisi, “Bu artık Carmelo ve Amare'nin takımı” demekti. New York Post fazla gecikmeden “Linsanity Is Dead” yani “Linsanity Artık Öldü” başlığını attı. Time dergisine kapak olmaktan bir daha asla bir takımın başına geçmeyeceği konuşulan bir coach tarafından bir şekilde kızağa alınıyordu. Zaten Woodson'ın bu açıklamasından önce de Lin de bir düşüş başlamıştı. İlk beş oynamaya başladıktan sonra o ilk dokuz maçta gösterdiği 25 sayı, 9.2 asist ve % 51.0'lik genel şut yüzdesi bir daha sıkça ulaşacağı rakamlar gibi görünmemeye başlamıştı. Lin bundan sonra ne olur, ve nasıl bir NBA kariyeri çıkarır bilemeyiz. Ama o da en azından Maloney gibi en az 5-6 yıllık bir NBA kariyerine imza atacaktır. O muhteşem iki hafta da anılarıyla birlikte ömrü boyunca onun olacaktır. O dönemi ondan kimse çalamayacaktır.
Ancak yazımızın başında belirttiğimiz Billy Ray Bates bambaşka bir ne diyelim ‘Batesanity’ dönemiydi. Bu tür mucizevî hikâyeler için şart olan ufak okul olmazsa olmazı Bates'de mevcuttu. Billy Ray ufacık Kentucky State Üniversitesi’nde oynamıştı. Lütfen John Calipari'nin Kentucky Üniversitesi’yle karıştırmayalım, iki okul gece ve gündüz kadar birbirinden farklıdır. Bates yazımızda yer alan Lin ve Maloney'nin aksine 1978 yılındaki NBA Draft’inde üçüncü turda seçilmişti. Şimdi NBA Draft'inin iki tur olduğunu hatırlatırsak bunu açıkçası çok da önemi yok. Bates kariyerine Maloney gibi CBA'de, ama bu kez Maine Lumberjacks takımıyla başladı. 1.91 metrelik ve 95 kiloluk Bates inanılmaz bir fiziğe sahipti. CBA'de En İyi Çaylak ve All-Star seçilirken en önemli namı dört kez basketi paramparça etmesi oldu. Tabii ki böyle bir performansın ardından dikkatleri çekmeye başladı. Şubat 1980'de Portland ona 10 günlük bir kontrat teklif etti.
Bates dokuz çocuklu bir ailenin sekizinci çocuğuydu. Babası kendisinden 2-3 santim daha uzundu ve Mississippi eyaletinde pamuk toplayarak geçimini sağlıyordu. Şimdi Mississippi siyahî bir aile için bulunabilecekleri ideal bir yer olmaktan çok uzaktı. Frank Bates içmeye erken başladı ve hep içiyordu. Bu da Billy Ray Bates'in 10 yaşında birayla tanışmasına neden oldu. 14 yaşına geldiğinde ABD'nin güneyinde çok moda olan ve ‘moonshine’ denilen evde üretilen ve çok sert olmakla ünlü içki elinden düşmüyordu. Bates, NBA'de 1979-1983 yılları arasında oynadı ama onun özelliği play-off maçlarıydı. Portland Trailblazers ile iki sezonda oynadığı play-off maçlarında 26.7 sayı, 2.8 ribaunt ve 4.2 asist ortalamalarıyla oynamıştı. 12 numaralı forması Portland'ın efsane oyuncularından daha çok satıyordu. Bates o günler New York veya Los Angeles'ta oynuyor olsaydı belki o hem Time hem de Newsweek dergilerine kapak olurdu. Billy Ray için şöhret kolay olmadı. Takım yöneticileri saha içinde Billy Ray'i takip edin ama saha dışında asla derdi. Gece Kulüpleri onun eviydi ve onlar kapanana kadar içerdi, eğlenirdi. Ancak üçüncü sezonu geldiğinde gece hayatı, uykusuzluk ve içki etkisini göstermeye başlamıştı. Üstün fiziğine rağmen bu düşüş onun sonu oldu. İçkinin yanına uyuşturucuyu da çok sık kullandığı söylentileri ve düşen performansı 1982 yılında onun takımdan kesilmesine neden oldu. Washington Bullets onu hemen kaptı ama 15 maç dayanabildi ve NBA kariyeri bitmişti.
Tam bu sıralarda Fenerbahçe'nin efsane başkanı Ali Şen, Eczacıbaşı'ndan efsane coach Aydan Siyavuş'u transfer etti. Aydan abi de ben askerdeyken, Ali Şen'i ikna etmiş ve ben de Burdur'da olmama rağmen Eczacıbaşı'ndan Fenerbahçe'ye geçmiştim. Aydan ağabey ve Başkan birçok takımda devşirme yabancı olduğundan ve Fenerbahçe'de olmadığından dolayı Türkiye'nin o zamana kadar gördüğü en büyük oyuncuyu bulmamı istediler. Paramız da kısıtlıydı ama arayışlarımız başlamıştı. Bir gün beni bir menajer aradı ve oyuncu aradığımızı duyduğunu ve Billy Ray Bates'i çok ucuza gönderebileceğini söyledi. Aydan ağabey hemen bir yerlerden kasetlerini buldu ve Billy Ray Bates'i izledi. O zamanlar Şeytan Billy ve Paul Dawkins ligimizin süper yıldızlarıydı. Kasetlerde gördüğü oyuncu Aydan ağabeyi çok heyecanlandırdı. Hemen iste, yarın gelsin dedi. Bende bazı problemleri olduğu, idare edilmesinin kolay olmayacağını, hatta polisle bile başının derde girebileceğini söyledim. Ali Şen ve şube sorumlusu rahmetli Mete Has ile hemen bir araya geldik, ben anlattım, onlar dinledi ve sonunda böyle bir riski Fenerbahçe gibi bir kulübün alamayacağına karar verildi. Açıkçası ben de rahatlamıştım. Gerçi yıllar geçtikçe ne problemli oyuncular gördük. Ben her zaman Charles Shackleford, Türkiye'de oynadıysa, hem de Ülker gibi bir müessese için belki Bates'de gelebilirdi diye düşünmüşümdür. İşte bizim ekibe bu hikayeyi anlattım. Onlar sonra youtube'dan bazı Billy Ray Bates görüntüleri buldular ve izlediler. Tabii ki ne Linsanity, ne Dawkins, ne de Şeytan Billy.
Aydan ağabey onu bir kaç yıl takip etmeye çalıştı. NBA kariyerinden sonra oynadığı ülkelere bakarsak; Meksika, İsveç ve Filipinler zaten unvanının ne kadar yaygın olduğunu anlarsınız. Filipinler’de bir efsane oldu. Amerika'ya döndükten sonra önce bir benzin istasyonunu soydu ve yakalandı. Sonra kokainden dolayı yattı. Filipinliler onu unutamıyordu ve onu Filipin Hall Of Fame müzesine aldılar. Ödülü alması için de onu getirdiler. Bates çok teşekkür etti ve hayatını basketbolda coach olarak sürdürmek istediğini söyledi. Filipinliler onu o kadar sevmişti ki, onu coach olarak kazanmaya çalıştılar. Ancak göreve başladıktan sonra antrenmanları bu kez coach olarak kaçırdığından işine son verildi. Çocukluk arkadaşım ve basketbol yazarı Mark Potash çalıştığı Chicago Sun Times gazetesinde benim Lig TV ekibine Billy Ray Bates'in hikâyesini anlattıktan bir kaç hafta sonra Billy Ray Bates'i kaleme almış. Demek ki Potash de benim gibi Linsanity'i gördüğünde aklına Billy Ray Bates gelmiş. Bende sizlerle bu hikâyeyi paylaşmak istedim.



