Son günlerde revaçta olan konular, federasyon seçimleri, yeni federasyon, yabancı oyuncu sayısı. Yabancı koç ve teknik ekip istilası, hakem değerlendirmeleri, vs.
Bu konular bendeniz ve birçok değerli arkadaşımız tarafından defalarca incelendi, anlatıldı. Ben bu yazı serisinde yine antrenörler ile ilgili olan konuya değineceğim.
Bu güne kadar yazılı ve görsel basında hemen herkes Türkiye’nin, bir yabancı koç, yardımcı antrenör, kondisyoner, menajer istilasına uğradığından bahsetti. Bazı kişiler bu konuda yöneticileri suçlarken, birçok kişi de bunun nedeni olarak Türk antrenörlerin kendilerini yeterli olarak geliştirememesini, hatta bazıları da konuya oyuncu menajerlerini koyarak, onları neden olarak gösterdiler. Hangisi doğru Allah bilir. Allah bilir diyorum, çünkü toplumumuzda çözemediğimiz problemleri Allah'a havale etmek gibi bir alışkanlığımız vardır. Basketbolumuzda bugün geldiğimiz noktada da başka çaremiz kalmadığını düşünüyorum.
Neyse konu daha çok dağılmadan, değinmek istediğim noktaya geleyim. Türk Antrenörlerin birçok konuda yeterli olmadıklarını ve kendilerini geliştirmedikleri iddiaları konusunda fikirlerimi defalarca Türk antrenörlerin lehine olarak belirtmiştim. Bir kompleks yaratmanın lüzumsuzluk olduğunu, ve şu aşamada ise hiç gereği olmadığını daha önceki yazılarımda defalarca örnekler vererek anlatmıştım. Ivkoviç, Obradoviç gibi, değerlerini tartışmanın saçma olduğu, kalburüstü antrenörler dışında gelen antrenörlerin birçoğunun bizden daha iyi olmadığını tam 52 senedir bu işin içinde olan biri olarak söylüyorum. Şiddetle iddia ediyorum ki aynı imkânlar, aynı ilgi -alaka ve aynı sabır ve tolerans Türk Antrenörlere de gösterildiği takdirde, bizlerinde en az onlar kadar iyi olduğunu, bütün samimiyetimle söylüyorum. Ancak tabii alınan aynı sonuçlarda onlara , “bir bildiği vardır”, bizlere de” katran ve tüy” muamelesi yapılmaması kaydı ile.
Bununla beraber, biz Türk antrenörlerinin de bazı eksikleri olduğu gerçeğine de vurgu yapmıştım. Yazılarımda defalarca basketbol konuştuğum, anlayan veya anlamayan hemen herkese bir antrenörün kendi değerini bulmasını sağlayan birçok faktörün bulunduğunu ve bunların çoğunun bir arada olmasının gerektiğini söylemiştim.
Ancak en önemlilerini sıralarsak, en başlarda gelen faktörün ise “antrenörün tahsili, kültürü ve sosyal yapısı konusu” olduğunu söyledim.Ne cevaplar aldım tahmin edemezsiniz.“ne o hoca, profesör mü yetiştireceğiz, kızımıza mı alacağız, ne alaka be hocam, vs. vs.)
Yıllarca Türkiye’de ve Türkiye dışında değişik kategori antrenör yetiştirme seminerlerinde bulundum. Bütün katılımcılar istekli gayretli ve iyi niyetli olarak bu seminerlere ilgi gösterdiler. Ancak benim gözlemlediğim şeyler değişik konularda idi. Sürekli olarak yeni antrenör olacak arkadaşlarımı, o şekilde olmaması gerektiği şeklinde uyardığım birkaç önemli konu var. Bunlardan en önemlisi şöyle. Bu arkadaşlarımın katıldıkları seminerlerde en çok istedikleri şeyin, eğitimcinin onlara, ya oyuncuların en sevebilecekleri antrenman drilleri, ya da onlara maç kazandırabilecek sihirli taktikler vermesi olduğunu gözlemledim. Bu hiç değişmez bir istek ve arzudur. Ancak başından sonuna kadar yanlıştır. Ne var ki seminerlerde, ne yazık ki, bazı arkadaşlarımızın ve bazı büyüklerimizin uyarılarına rağmen istedikleri verilir.
Benim eğitimci olarak katıldığım seminerler, kurslar ve söyleşilerde, organizasyonu yapan arkadaşlardan ısrarla istediğim bir şey vardır. Bana konu vermeyin derim. Ben bu kadar senenin deneyimi ile başıma gelenleri, tecrübelerimi, ya da bir antrenörde olması gerekenleri, teknik doneler dışında var olan diğer faktörlerle ilgili bilgilerimi paylaşayım derim. Bu anlamda onlara anlatmak istediklerim aşağıda okuyacaklarınızdır.
(Buraya kadar okuyup da, tamam kardeşim senin bildiğin sana diyenler, ben daha küresel teknik konularla ilgileniyorum diyenler ile sen de ne çok biliyormuşsun diyenler, okumaya devam etmesinler.) Sözüm merak edenler ile değer verenlere.
Arkadaşlar, yukarıda bahsettiğim gibi, antrenörlerin tercihan sahip olmaları gereken donanım; daha önce bu oyunu oynayıp oynamadıkları, antrenörlük hayatlarında alt yapı tecrübeleri olup olmadıkları, A takım seviyesinde kaliteli bir antrenör ile birlikte çalışıp çalışmadıkları, seminerlerden faydalanıp faydalanmadıkları, gibi birçok faktör, onların kendilerini geliştirmelerinde büyük rol oynar. Buraya kadar hiçbir itirazım yok, ancak bu güne kadar buna eklenmesi hatta başa eklenmesi gereken bazı konu başlıkları ise şunlar; Bir antrenör adayının;
• İyi bir aile terbiyesi alıp almadığı
• İyi bir okul eğitimi alıp almadığı
• Okumayı ve öğrenmeyi sevip sevmediği
• Dünyada her ama her şeyin başlangıcı ve nedeni olan matematik bilgilerini geliştirip geliştirmediği (mantık yürütme kabiliyetleri tamamen buna bağlıdır)
• Bir, yetmez, iki veya üç lisan bilip bilmediği
• Hırslarına ve sinirlerine hâkim olup olamadığı
• Ve en önemli faktörlerden biri olan; Sosyal yönden kendilerini geliştirip geliştirmediği.
Yukarıda saydığım vasıflara sahip değilseniz, önce bu vasıfları edinmeniz, daha sonra teknik konulara geçmeniz gerektiğini düşünüyorum.
Bu oyunu ne kadar iyi bilirseniz bilin, ne kadar çalışırsanız çalışın, yukarıdaki faktörlerden önemli miktarı sizde yoksa başarılı olma şansınız çok azalır. Hele yabancı oyuncu sayısının arttığı bu günlerde, yabancı oyuncu ile maç öncesi, maç süresince ya da maçtan sonra olacak diyalogların etkili olması dolayısı ile sizi istediğiniz sonuca ulaştırması son derece zor olacaktır.
O dönemde oynayanlar hatırlayacaktır. Oyak Renault takımının bir Yugoslav o zaman hala Yugolavya idi) antrenörü vardı. Yanlış hatırlamıyorsam “Halliloviç” idi. Oyuncuların o zaman tamamı Türk, adam da Türkçe bilmiyor. Bir tercüman tutmuşlar, kulakları çınlasın, yapışık ikiz gibi yanından ayrılmıyor. Maç sırasında koç sinirleniyor ve Sırpça bağırarak çırpınıyor, aynı anda tercüman da sinirleniyor ve söylenenlerin aynısını bağırarak o da çırpınıyor. Hareketler aynı, mimikler aynı, her şey aynı şekilde aslından 30 saniye sonra oyuncuya ulaşıyor. Ancak bırakın oyuncunun uyarılmasını ve kendini düzeltmesini, ortaya öyle komik sahneler çıkıyor ki, gülmemek elde değil. Hatta Konya’daki final maçlarında koç hakemin üstüne yürüyüp bağırdığı zaman hakem hem koça, hem de olayın aynısını aynı hareketler ve koçun söylediklerinin tercümesini hakeme yansıtan tercümana iki ayrı teknik faul vermişti.
Bu hoş anıdan da göreceğimiz gibi, oynayan oyuncuların çoğunluğu ile Koçun aynı lisanı konuşması çok önemli, hem çabuk ve doğru anlaşma hem de motivasyon açısından çok etkili olmaktadır. Yani ne imiş; ya oyuncu koçun, ya da koç oyuncunun lisanını konuşabilmeli.
Koç yukarıda saydığımız özelliklerden eğitim, mantık, okuma, öğrenme becerilerini ilerletir ve bunu kendine yatırım yapmak için en iyi şekilde kullanırsa, işte herkesin bahsettiği gelişimi en azından teknik, taktik ve davranış bilimi açısından yapabilir.
Ancak, yine bana göre en önemli faktör, doğru yönde sosyalleşebilme özelliğidir. Sosyalleşme sözcüğünden kasıt sosyetede boy gösterip, renkli magazin konusu olmak değil. Zaten bunu yapmak için iyi koç olmaya da gerek yok.
Sadece Basketbol oyununa endekslenip, hayatla kurulması gereken yakın ilişkinin kesilmemesi gerekir.Bir çok konuda bilgi sahibi olup genel kültür düzeyini yükseltmelidir. Basketbolun içeresindeki diğer emekçileri takip edip, yaptıkları işi iyi öğrenip,onlarla samimi ilişkilerde bulunup, empati yaparak yardımcı olmaya gayret etmektir.Eğer bu camiada uzun süreler iyi bir ortamda çalışmaksa gaye, o zaman herkese belli saygı çerçevesinde yaklaşmak, konuşmak tartışmak ve ne olursa olsun hoşgörülü davranmak, olayı sahada bırakmak, bütün yukarıda saydıklarım, hepsi birlikte, iyi yönde sosyalleşmek demektir.
Antrenörlerin ve Koçların İmajı konusu;
Her kategoride antrenör ve koçların giyimlerine kuşamlarına ve konuşmalarına azami derecede dikkat etmesi gerekmektedir. Maç yönetirken tabi ki Beymen mankeni gibi olmasına gerek yoktur, ancak kravat bir tarafta, yaka bir tarafta, gömleğin dörtte üçü pantolondan dışarı fırlamış, ütüsüz ve özensiz bir kıyafet de koçun imajı açısından hoş olmayan bir görüntüdür.
Davranış bakımından; Sürekli bağırıp çağıran, evde tek başınaymış gibi söylediklerine dikkat etmeyen, aksi, hep eleştiren, hakem arkadaşlara hemen her pozisyonda itiraz eden bir görüntü, hiçbir koç için güzel bir imaj yaratmayacaktır.
Maç öncesi ve maç sonrası röportajlarda veya diğer insanlar ile diyaloglarda seçtiği kelimelere ve kurduğu cümlelere çok dikkat etmeli, çalıştığı veya karşı ekibin camiasına saygılı olmalı, diğer kimseleri kırmamaya dikkat etmeli. Bu anlamda konuştuğu lisanı doğru kullanmalı ve hitabeti kuvvetli olmalı. Eğer gerekiyorsa davranış ve hitabet eğitimi almalı.
Hitabet hayatın her bölümünde kişinin işlerini kolaylaştırdığı gibi, gerektiği zaman diğer insanları etkilemek anlamında da son derece gereklidir. Bu özelliği birde geçerli yabancı bir Lisan ile yapabiliyorsa ballı kaymak olur diye düşünüyorum.
Gördüğünüz gibi, kaliteli bir antrenör, bir koç, olabilmek için edinmemiz gereken ne kadar çok özellik var. Yani öğle çok maç seyrettim, çok okudum, bir sürü kursu geçtim, Türk, yabancı bir sürü oyuncu bilirim, hatta NBA maçlarında oynayan oyuncuların kız arkadaşlarının ayakkabı numarasını bile bilirim, demek sizi iyi, kaliteli ve hazır bir eğitimci, çalıştırıcı, koç yapmıyor.
Bu özellikler de tabii ki işe yarıyor, ancak yukarıda olmazsa olmaz şartlar yoksa ancak vasat bir çalıştırıcı olabilirsiniz.
Herhalde herkesin dilinde olan “bizim antrenörlerde kendilerini biraz geliştirsin canım” dedikler,i herhalde benim burada bahsettiğim özelliklerin edinilmesi ve geliştirilmesidir diye düşünüyorum.
Neyse şimdilik benden bu kadar.
Aslında bu yazı birçok konuya da kapı açıyor.
“Antrenör hakem ilişkileri”, “antrenör oyuncu ilişkileri”,” antrenör, yönetici ilişkileri”,“antrenör basın ilişkileri”, antrenör ile antrenör ilişkileri” gibi çok önemli ilişkilerde, antrenörün davranış ve iletişim şekilleri gibi. Daha sonra kısmetse yine bana yazma konusu olur da düşüncelerimi iletebilirim.
Vaktini ayırıp okuyanlara teşekkürler…