TBL'de normal sezonun yarısını tamamlandı, Avrupa liglerinde ise mücadelemiz sürüyor. Benim inancıma göre Türk takımlarının Avrupa'da yenemeyeceği rakip yok. Türk Basketbolu'nun önü açık yeter ki biz gerekli yenilikleri yerine getirelim.
Basketbolumuzun ilk bakışta son zamanlardaki en olumlu yönü Doğuş Grubu'nun Türk Basketbolu'nun içine sonuna kadar girmesi oldu. Sadece Darüşşafaka Doğuş'un ligdeki başarılarından bahsetmiyorum. Türk Basketbolu'nun temeline Efes ve Ülker'den sonra üçüncü çok güçlü bir temel taşı olarak Doğuş Grubu yerleşti. Ligin başında da yazmıştım Darüşşafaka Doğuş TBL'deki başarıları ile sınırlı kalmayacaktır. Darüşşafaka Doğuş adı Avrupa'da da tanınan, saygı gören bir kulüp adı olacaktır. Doğuş Grubu'nun basketbol sevgisi birçok yeniliği de beraberinde getirecektir. Sadece İspanya'ya olan oyuncu geliştirme kampüsü uygulaması Darüşşafaka'da zaten mevcut olan lojmanı ve salonları ile büyük Türk oyuncu yetiştirmenin öncüsü olacaktır.
Basketbolda başarının temelinde ekonomik güç yatıyor. Eğer Galatasaray, Beşiktaş ve birçok Anadolu takımımız Ülker ve Doğuş gibi güçlü destekler bulursa Türk Basketbolu'nun zirve yolu tamamen açılır. Darüşşafaka Doğuş'un başarısını sadece ekonomik güce bağlamak yanlış ve eksik olur. Biz kulüplerdeki sorumlulardan bahsederken sadece oyuncu ve koçları öne çıkarırız. Halbuki kulüp yöneticileri (CEO'ları) da en az bunlar kadar, hatta daha önemlidir. Kulüplerimizin çoğunda CEO olarak basketbolumuzla yakınlığı olmayan yöneticiler vardır. Darüşşafaka Doğuş'un CEO'su olarak Türk Basketbolu'nun unutulmaz yıldızlarından İbrahim Kutluay görevde. İbrahim'in takıma kazandırdığı moral ve çalışma hırsı anlatılabilecek gibi değil. Bence kulüp yöneticiliğinde de İbrahim Kutluay örnek olmalıdır. Tabii bu arada Galatasaray'da Murat Özyer'i, Beşiktaş'ta Yiğiter Uluğ'u da unutmamak lazım ama onların yeteneklerini kulübe yansıtmak için arkalarında Türkiye'nin en güçlü kuruluşlarından biri olan Doğuş Grubu'na benzer destekçilerden biri olması şart.
İsterseniz basketbola geri dönelim. Eskiden kulüp takımları için “Oyun kurucun kadar konuş” sloganı geçerliydi. Bu kavram bugün daha da güçlenerek etkinliğini sürdürüyor. Hatta bugün sadece kulüp takımları için değil, o ülke basketbolu için de “Oyun kurucun kadar konuş” diyebiliriz. Türkiye'nin önünde iki örnek var: Biri İspanya, diğeri Yunanistan. Bugün İspanyol takımlarının hangisine bakarsanız kadrolarında en az iki ya da üç başarılı oyun kurucu var. Bu yüzden bir koç, yönetici, yorumcu olarak, “Türkiye'de nasıl yıldız oyun kurucu yetiştirebiliriz?” konusuna odaklanmalıyız. Hep söylüyorum, biz bir gün NBA'e oyun kurucu göndermeden “Türk basketbolu zirvede” diyemeyiz. Uzun boylu, iyi atlet, Furkan Aldemir gibi oyuncuları göndermemiz yetmez. Bugün NBA'de ortada gözükmeyen ama yıllardır uygulanan gizli bir kural var. Her takımda sadece siyahiler oynamasın diye, en az iki beyaz oyuncu oynatmaları şart. Bu yüzden de NBA kulüpleri Avrupa'dan buldukları uzun, atlet beyaz oyuncuları kadrolarına mecburen katıyorlar. Ama bugün NBA'e oynayan iki İspanyol oyun kurucu var: Jose Calderon ve Ricky Rubio. Spanoulis ve Diamantidis de Yunan Basketbolu'nu omuzlarında taşıtıp yükselten iki oyun kurucu.
Bizim yapmamız gereken şeyler şöyle sıralanıyor: Biz altyapılarda, genç takımlarımızda en yetenekli oyuncularımızı skorer oynatmak yerine, onları oyun kurucu olarak oynatmalıyız. Çünkü oyun kurucu sadece yanındaki oyuncuları değil, oynadığı takımı da büyütüyor. Bu da ülke basketboluna yansıyor. Yıldız oyuncumuz Hidayet'in bu başarısının altında onun Efes genç takımında oyun kurucu oynaması gerçeği yatar. Biz bu desteği yabancı koçlardan isteyemeyiz çünkü onların kafalarında Türk basketbolu'na olumlu katkı yapmaktan çok, maç kazanmak ve şöhretlerini ikiye katlamak yatmaktadır. Bu yüzden biz Obradovic'ten Kenan Sipahi'ye süre tanımasını ve onu Türk basketbolu'na örnek bir oyun kurucu yapmasını bekleyemeyiz. Aynı şey Ivkovic için de geçerli. Ivkovic'e genç oyunculara daha çok süre ve şans tanıdığı için teşekkür ediyoruz ama ona da “Furkan Korkmaz'ı oyun kurucu yap da, ülke basketboluna bir örnek kazandır” diyemeyiz.
Bizim bugün için en ümitli oyun kurucumuz Engin Atsür. Onun sayı yeteneği, top kullanması, pası mükemmel ama onun da eksiği kendisine olan özgüveninin yetersizliği. Bunun da temelinde koç Ahmet Kandemir'in maçlardan sonra Engin'i öveceğine “Bizim derdimiz oyun kurucuda” demesi yatıyor.
Bugün NCAA'de takım arkadaşına pas verdikten sonra dikine yapılan kat sayısının istatistikleri tutuluyor. Dikine kat rakip savunmanın boyalı alanın etrafındaki yumruğunu parçalamak için kullanılıyor. Engin bunu da yapıyor. Bu yeni teknik konuya ilk fırsatta gireceğim. Engin'in oyunu okuması da mükemmel. Anadolu Efes maçında Doğuş Balbay'ı tutarken hep zone yaptı. Doğuş'a “Sen nasıl olsa şut atamıyorsun, ben seni boş bırakıp arkadaşlarıma yardıma gideyim” diyerek geçen yazımda yazdığım savunma anlayışını sahaya sürdü. Tabii Doğuş Balbay kendisine yapılan bu savunmayı bir küçümsenme olarak kabul etmelidir ve bunun altından kalkabilmek için salonda yatıp, salonda kalkarak, adale hafızasını uyandırarak şutunu geliştirmelidir. Yoksa basketbolu bıraktığı gün ona uygulanan bu savunma onu daha çok üzecektir. Hatırlatıyorum…
Sevgiler, saygılar.