Kayıtlara göre İngiliz Kolonisi Amerika’da Afrika’dan ilk köleleri götüren geminin adı “The White Lion” yani “Beyaz Arslan”; Hollanda bayrağı altında seyir eden bir korsan gemisiymiş. 1619 yılında Meksiya gitmek üzere yola çıkan Portekiz gemisi Sao Joao Baptista ile girdiği deniz duellosunu kazanıp, gemideki Kongo ve Ndongo Kraliyetlerinden 20 Angolalı köleyi ele geçirmiş ve onlarla birlikte Virginia’nın Monroe limanına varmıştı. Beyaz Arslan yolculuk boyunca o kadar yıpranmışki, geminin tamiri ve tekrar yolculuğa çıkabilecek duruma gelmesi için geminin mürettebatı köleleri takas etmişti. Sıkı bir pazarlık sonunda sadece gemilerini “yeni” gibi yapmayı başarmamış, ayrıca yolculuk boyunca onlara yetecek kadar yiyecek ve içecek de vermeleri için de koloni halkını ikna etmişti. Bu Afrikalılar belki de Amerika topraklarına ayak basan en şanslı kölelerdi. Çünkü koloni halkı onları baptiz etmiş ve kontratlı çalışan haline getirmiş.
Tabii daha sonra köle ticareti tavan yapmış ve 1865 yılında, yani A.B.D’nin kuruluşundan tam 89 yıl sonra hükümet Anayasanın 13.üncü maddesini kabul ederek “Tüm insanların eşit doğduğunu” vurgulayıp, köleliği yasaklayana kadar da tahminen 645.000 Afrikalı (Kuzey, Orta ve Güney Amerika’da bulunan tüm kolonilere götürülen Afrikalı sayısının 12 milyonu aştığı tahmin ediliyor) köle olarak A.B.D topraklarına ayak basmış. Amerikan-Afrikalılar ile Afrikalılar arasında fizik olarak çok büyük fark vardır. Bu başlı başına bir tartışma konusu olmuş, “Survival of the Fittest”, yani en uygun ve uyumlu olanın hayatta kalarak yeni bir nesilin ortaya çıkmasını sağlamak ile “Survival of the Strongest” yani hayatta kalabilmek ve hayatını sürdürebilmek için çok güçlü olanların yeni bir nesilin ortaya çıkmasına neden olması arasındaki tartışmayı üniversite yıllarında epeyce bir masaya yatırmıştık. Ancak A.B.D de yaşayan siyahilerle, Afrika’da yaşayanlar arasında belirgin bir fark olduğu tartışılmaz. Ama anlaşılan tek fark görüntüleri veya fizikleriyle ilgili değil.
Son bir hafta içinde iki haber dikkatimi çekti. İlki “James Lubo Mıjak” adında bir Sudnalı göçmen ile ESPN Spor’dan David Aldridge’ın yaptığı bir röportajdı. Mıjak, Sudan’daki iç savaşın bir kurbanıydı. Manute Bol sayesinde ABD’ye gelmiş üniversiteyi bitirmiş, hem ailesinde hem de kabilesinde üniversite mezunu olmuş ilk insandı. Manute Bol’u anlatıyordu. “The Lost Boys Of Sudan”; Sudan’ın kaybolan evlatlarından söz ediyordu. 2 milyonun üstünde insanın, çoğu genç, çocuk ve bebek, öldüğü ve öldürüldüğü bir çatışmadan gözleri halen o korku dolu günleri yaşıyormuş gibi söz ediyordu. Bol 1991 yılında ABD televizyonlarında ilk kez Sudan ile ilgili bir haber gördüğünde ülkesindeki iç savaşın meydana getirdiği felakete, televizyon ekranında da olsa ilk kez tanık oluyordu.O gün Bol “Bu doğru değil. Buna izin veremem” diyerek, savaşmaya karar verdi. Bol’un savaşı tabanca, tüfekle değildi. Manute Bol 10 NBA sezonunda biriktirdiği paranın (NBA kariyeri boyunca $ 6 milyon kazanmıştı) tümünü ülkesi Sudan’da Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki iç savaşda ölümle yüzleşen vatandaşlarını, hem de din ayrımı yapmadan kurtarmak için harcadı. Parası bitince zavallı bir şovmen rolüne soyundu, buz hokey oynadı, ata bindi, boks yaptı. Bu özel organizasyonların hepsi para karşılığı onun gibi gururlu birisinin normalde hiçbir şekilde kabullenemeceği para kazanmak için yapılan “freakshow” niteliğinde gösterilerdi. Kazandığı her kuruş ülkesine okul yapmak için, yiyecek ve ilaç almak için harcandı. Manute ölümüne neden olacak hastalığa da Sudan’da bu savaşı verirken yakalandı ve öldü. O ülkesini tek başına kurtaramayacağını biliyordu, ama elinden geleni yapmakta kararlıydı. O Milli bir kahraman oldu. Hem Müslümanlar için, hem de Hristiyanlar için. ABD’de kapı, kapı dolaştı ve Sudan için destek bulmaya çalıştı. Yapabileceğinin en iyisini yaptı. Şimdi huzur içindedir eminim.
İkinci haber ise LeBron James’in doğum günü partisiyle ilgiliydi. The King partisine sponsorlar arıyordu. “The Decision” televizyon programından sonra bu girişimi de eleştiri yağmuruna tutuldu. İnsanların aklına “Ne kadar para yeterli olur?” sorusunu da beraberinde getirdi. Ben burada James’i eleştirmiyorum. O bir istisna değil. James gibi kökeni Afrika olan, büyük, büyük dedeleri “The White Lion” gibi gemilerle Kuzey Amerika topraklarına getirilen ve şu anda milyonlarca dolar kazanan bir sürü profesyonel sporcu, sanatçı, şarkıcı ve Hollywood yıldızı var. Peki kaç tane Manute Bol var aralarında? Haydi diyelim Manute Bol’un durumu farklıydı. Bol Sudan’da ki iç savaşta 250 aile ferdini kaybetmişti. O insanlarla hayatının önemli bir bölümünü geçirdi. ABD’ye geldi, yıldız oldu. Adına şarkılar yazıldı, videolar çekildi. Çok huzurlu bir hayat yaşayabilecek durumdayken, rahatlıkla sırtını dönebilecek ve görmemezlikten gelecek bir durumla karşılaştığında, geri adım atmadı olayı çözümlemek ve düzeltmek için parasını, ismini, sağlığını ve sonunda hayatını riske etti. Hayatını kaybetti, parasını sıfırladı, üzerindeki kıyafet hariç hiçbir şeyi kalmamıştı öldüğünde. Ama çok şey kazandı.
Benim anlamaya çalıştığım noktaya gelirsek; A.B.D’de yaşayan siyahların çoğu, Afrika kökenli olmaktan her zaman gurur duyduklarını belirtirler, hatta bir ara “Siyahi” mi demek daha doğru, yoksa “Afrikalı Amerikan” demek mi tartışmasını gündeme getirmişlerdi. Siyahiler aralarında bile bu konuda pek anlaşamıyorlardı. “Ben siyahım, ama Amerikada doğdum Afrika’da değil” diyenlerde vardı. “Ben Amerikalıyım ama atalarım Afrikadan geldi, bundan gurur duyuyorum” diyenler de! Burada koskoca bir ırka hüküm vermek saçma olur. Herkes istediği gibi düşünemeye, istediği şekilde hitap edilme hakkına sahiptir. A.B.D’de spor, müzik, şov ve sinema dünyasında çok sayıda paraya para demiyen siyah var. Bunların bir kısmı mutlaka bazı hayır işlerinde yer alıyorlar. En azından vergiden düşebildikleri için bu tür hayırseverlik yapanların sayısı hiç de az değil. Ama illa da ne kadar şanslı olduklarını, ne kadar seçkin olduklarını hatırlayıp, kendileri kadar şanslı olmayanlara bir el uzatmak için atalarının “Beyaz Arslan” benzeri bir yolculuk yapmış olması, ve onların bugünlere gelebilmelerini sağlamak için yaşadıklarını hatırlamak yeterli olmuyor mu? İlla gerçek bir arslanı öldürmeye mecbur kalmış olmaları mı gerekiyor (!). Afrika denilen kıtada onlara muhtaç çok sayıda genç, çocuk ve bebek olduğunu anlamak için? Bol gibi bütün servetlerini harcalamalarını da kimse beklemiyor veya istemiyor. Ancak hepsi diş doldurur bir bağış yapamaz mı? Antoine Walker, Ed Curry, Kenny Anderson, Shawn Kemp gibi bir çok NBA milyarderinin parayı sıfırladığını, ve bunu yaparken hiçbir şekilde böyle bir nedene para vermediklerini düşünmek bile insanı üzüyor. İster istemez düşündürüyor? Hepsinin vakti zamanında birer Rolex, birer Escalade, birer evi eksik olsaydı ne olurdu? 3-4 şişe Dom Perignon az patlatsaydılar, veya bir iki Satya Paul eksik taksalardı? Ayakkabı dolaplarını her açtıklarında birer ikişer Salvatore Ferragamo, Prada, Edward Green, John Lobb, New & Lingwood, veya Berluti gözlerini almasaydı? Kötü mü olurdu?
Beyaz arslan ile yola çıktık, ve gerçekten muhteşem bir insan olan Manute Bol’u burada anarken, onun arslan hikayesiyle yazımızı noktalayalım. Bol ilk NBA’e geldiğinde Dinka kabilesinde reisin oğlu olduğu, ve mızrakla arslan avladığı çok öne plana çıkarılmıştı. Amaç bilet satmaktı. Açıkçası o ilk yıllarda Manute’un NBA’de neler yapabileceğini kimse kestiremiyordu. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, Manute için “Garabet Şov” o buz hokey oynamadan, veya ata binmeden çok önce başlamıştı. Bunun kabullenir adı pazarlamaydı. Ama Manute Bol NBA’de oynayabileceğini ispatladıktan sonra bir gün bu arslan hikayesini ona sormuşlar. Köyündeki büyük baş hayvanları acıktıkça yiyen bir arslan varmış. Artık sonunda bıçak kemiğe dayanmış, belki de mızrak demek daha doğru olur, ve Manute mızrağını almış ve köyünü arslandan kurtarmaya karar vermiş. İlgi çeksin diye hikaye ilk anlatılırken, insanların hayalinde vahşi, saldırgan kudurmuştan beter bir arslan ve karşısında ip kadar ince, zürafa kadar uzun bir Dinkalı ve ölümüne bir düello şekillendirilmişti. Manute bunu duydukça, “Siz manyak mısınız? Ben geri zekalımı görünüyorum. Ben arslanı uyurken buldum ve öldürdüm. Uyanık ve kızgın bir arslanla kim savaşır?” demiş. Kendisi de hikayeleri kadar eşsiz bir insanmış Manute Bol! Belki şimdiden yaşlarına göre boyları çok uzun oğulları Bol Bol, Madut veya Garang büyüyünce basketbolcu olur, NBA’e gider ve babalarının kaldığı yerden devam ederler. Belki o zaman babalarının ne yapmaya çalıştığını ve niye yapmaya çalıştığını daha iyi anlayan NBA yıldızları da onlara destek verir. O zaman bir kez daha Manute Bol hatırlanır. Bu tür insanları unutmamamız, unutturmamamız çok önemlidir diye düşünüyorum.



