Galatasaray Liv Hospital ve A Milli Takım Başantrenörü Ergin Ataman, Türkiye Basketbol Federasyonu'nun sitesine açıklamalarda bulundu…
RÖPORTAJIN TAMAMI ŞÖYLE:
2011-12 sezonunda EuroLeague'e ön eleme turunu zaferle tamamlayarak çıkan Galatasaray Liv Hospital'ın Avrupa yolculuğu, bu sezon Türkiye şampiyonu olarak Top 8'e uzandı.
Ergin Ataman yönetiminde sakatlıkların damga vurduğu bir sezonda imkansıza yakın bir şeyi başararak muhteşem bir Top 16 ikinci yarısı geçirdiler ve hatta Barcelona ile oynadıkları ilk maçta Arroyo'nun sakatlanana kadar bir mucizenin kıyısına yaklaştılar.
Bu başarı yürüyüşünün başındaki general Ergin Ataman, TBF için geçtiğimiz EuroLeague sezonuna bir kez daha göz attı ve Top 8'e yükseliş hikayelerini anlattı.
-Galatasaray Liv Hospital’ın EuroLeague sezonunu nasıl değerlendiryorsunuz?
Aslında sezon başında kadroyu kurarken kendimize koyduğumuz gerçekçi hedef Top 8’di. Zor bir hedefti ama biz, organizasyonumuzla, kurduğumuz kadroyla, kendimize olan güvenimizle bunu gerçekleştirebileceğimizi düşünüyorduk. Tabii ki oraya ulaştıktan sonra daha ilerisini, Final Four’u, finali, şampiyonluğu hedeflemek mümkün oluyor.
Ama bizim için çok zor bir EuroLeague sezonu oldu. Sezon başında kurduğumuz kadronun çoğunu sakatlıklar yüzünden kaybettik. Arroyo ve Erceg dışında takımın ana parçası olan oyuncuları kaybettik. Takımın pivotu Jawai, takımın skorer iki numarası olan Gordon, takımın skorer üç numarası Markoishvili, kenardan gelip bize en büyük katkıyı vermesini beklediğimiz Ersin Dağlı… Gordon ve Jawai’yi sadece ilk birkaç maç kullanabildik, Markoishvili ve Dağlı’dan sadece son maçlarda katkı alabildik.
Böyle olunca takımda dengeler bozuldu. Ama ben, bizim akıllı transferlerle bunun üstesinden geldiğimizi düşünüyorum. Malik Hairston ve Pops-Mensah Bonsu gibi Avrupa basketbolunu bilen iki oyuncuyla takımın dengesini bozmadan yeniden Top 8’e oynayacak bir kadro kurduk. Mensah Bonsu, Jawai’den farklı özellikleri olan bir oyuncu, Hairston da Gordon’dan farklı özellikleri olan bir oyuncu ama eksikliklerimizi aşmayı başardık. Top 16’nın ikinci yarısında müthiş bir performansla kendimizi son 8 takım arasına sokmayı başardık.
Gerçekçi bakıldığı zaman büyük bir başarı. Armani Jeans Milano dışındaki altı takım sürekli burada olan, Final-Four’a oynayan takımlar. Bu takımların arasına Galatasaray Liv Hospital’ın adını yazdırmak bizim için büyük bir başarı. Tabii ki Top 8’e kaldıktan sonra Son Dörtlü’yü de hedefledik. İlk Barcelona maçına da bu motivasyonla başladık. Maçın ilk devresinde maçın kontrolü bizim elimizdeydi. Ama orada da büyük bir şanssızlık yaşadık. O ana kadar takımın en iyisi olan ve takımın oyun sistemini üstüne kurduğumuz Arroyo sakatlandı. Bu, hem bizim dengemizi bozdu, hem de moral olarak vurdu.
Üçüncü maçta sağlık ekibimiz Arroyo’yu iğne ile bile olsa uzun uğraşlardan sonra oynatmayı başardı. Aslında o maçı da çok iyi oynadık. 35 dakika skor olarak önde olan takım bizdik. Ama son bir dakika içinde 3 maç topunu kullanamadık. Böyle olunca 3-0 mağlup olduk. Bu aslında bizim hak ettiğimiz bir sonuç değil. Belki Final Four’a kalamazdık ama İstanbul’daki maçları kazanabileceğimizi düşünüyordum. Ama ben mücadelemizle, organizasyonumuzla Galatasaray Liv Hospital olarak ülkemizi Türkiye şampiyonu gibi temsil ettiğimize inanıyorum.
-Barcelona ile oynadığınız ilk maçta Arroyo sakatlanana kadar Final Four’a kalabileceğinize dair umutlar da ortaya çıkmıştı, değil mi?
Tabii ki… Barcelona maçından iki hafta önce Rusya’da CSKA Moskova’yı uzatmada elimizden kaçırmıştık. İspanya’da Real Madrid’e son bir dakika içerisinde mağlup olmuştuk. Biz İspanya’ya kazanmak için gitmiştik. İlk yarıyı da bu motivasyon ve özgüvenle oynadık.
Ama o ilk yarı sonunda 17 dakikada 14 sayı-5 asist ile oynayan Arroyo’yu kaybedince, takımın en önemli gücü gidiyor. Moral olarak da çöküyorsunuz. Barcelona karşısına kazanmak için çıkıyorsunuz ve ilk yarı kazanabileceğinizi de görüyorsunuz. Başa baş oynuyorsunuz. O bakımdan biz hiç teslim bayrağını çekmedik. İkinci maç kötü oynadık ama hem Arroyo’nun olmaması, hem de takımın yorgunluğu buna sebep oldu. Üçüncü maçta ise ilk maçtaki motivasyonla çıktık ve öyle oynadık. Ben yine tekrarlıyorum; Biz normal şartlar altında Barcelona ile oynadığımız her maça ortak oluruz. Ama kazanırız, ama kaybederiz. Bunu ikinci maç dışında da gösterdik.
-Galatasaray’ın Top 16’daki maçlarının en dikkat çekici yanlarından birisi tüm hedef maçları kazanmasıydı. Bu konsantrasyonu nasıl sağladınız?
Top 16’nın ikinci devresindeki maçların final anlamına geldiğini biliyorduk. Hedef maçların herhangi birini kaybetmemizin veda anlamına geleceğini biliyorduk. Galatasaray Liv Hospital gergin ortamlarda büyük maç oynamayı çok iyi bilen bir takım. Hiç kimseden çekinmedik ve kendimize bir hedef koyduk. Belki de yaşadığımız sıkıntılar, bizi daha fazla birbirimize kenetledi. Top 16’da o dönemde kazandığımız maçların çoğunu da eksik kadroyla kazandık. Mensah Bonsu ve Markoishvili’den o dönemde de tam olarak faydalanamadık. Ama belki de bu zorluklar takım olarak daha fazla yaklaşmamızı sağladı.
Galatasaray Liv Hospital 27 EuroLeague maçı yaptı. Olimpiakos ve Maccabi Tel Aviv deplasmanları dışında Galatasaray her maçta çok iyi mücadele etti, savaştı. Bazen kazandı, bazen kaybetti ama gerek saha içi görüntüsüyle, gerek İstanbul’da seyircisinin yarattığı atmosferle tüm Avrupa’ya güzel bir basketbol izletti.
-Top 16’nın ikinci yarısında Galatasaray’ın oynadığı unutulmaz bir CSKA Moskova maçı var. Erceg 35 sayı ile oynadı, uzatmaya gitti ve Galatasaray bir sayı farkla kaybetti. Ve o sırada Galatasaray Kuban’a karşı averaj üstünlüğünü de ele geçirmişti. Bir uzatmaya daha gitmesi ve CSKA Moskova’nın farkı çift haneye çıkarma ihtimaline karşı Ender Arslan’ın son serbest atışta kaçırmasının daha iyi olacağını düşündünüz mü hiç?
Biz o maça kazanmak için çıkmıştık ve kazanmaya da çok yakındık. Son saniyede Macvan pota altında topu elinden kaçırmasa kazanabilirdik de. Biz o maçı çok dar bir rotasyon ile oynamıştık ve uzatmanın ilk dakikasında Arroyo sakatlanmıştı. Onu kenara çekmek zorunda kalmıştık. O uzatmada fark bir anda 7 sayıya çıkmıştı ve bu bizim için en kötü senaryoydu. Farkın açılması, maçı çift hanelerle kaybetmek… Sonra yaptığımız atakla farkı yeniden kapattık. Ama ikinci uzatmaya gitmek bizim için çok kötü olurdu.
Son serbest atışlarda bizim planımız Ender’in ikisini sayıya çevirmesi ve kalan 10 saniyede CSKA Moskova’yı yeniden çizgiye getirip kalan sürede galibiyete gitmekti. Ama Ender ilkini kaçırınca, ki bilerek kaçırmadı, kalan sürede faul yapmadık. Maçı bir sayı farkla kaybetmeye razı olduk.
-Galatasaray’ın bu sezonunu en kötü etkileyen faktör dediğiniz gibi sakatlıklardı. Bu sakatlıkların arkasında oyuncunun kronik geçmişi veya maç yoğunluğu gibi suçladığınız bir neden var mı?
Mantıklı bir sebep bulmak imkansız. Jawai bir sporcuda milyonda bir görülebilen bir hastalık geçirdi. En son 5-6 sene önce Toronto’da oynarken böyle bir sıkıntısı olmuş ama bir daha sorun yaşamamış. Geçtiğimiz sezon Final-Four oynayan Barcelona’nın pivotu… Jamon Gordon’ın çapraz bağları koptu ve sporcu doktorları tarafından açıklanamayan bir durum bu. Ersin Dağlı ve Markoishvili’nin ayağı kırıldı. Bunlar kas sakatlığı olsa, kondisyon ve maç yoğunluğundan bahsedebiliriz. Tamamen şanssızlık olarak görüyorum ben.
-Galatasaray’ın bu seneki EuroLeague performansından ne gibi dersler çıkardınız? Gelecek sezonun kadrosunu kurarken ne gibi verilerden yola çıkacaksınız?
Önemli olan mücadele gücü yüksek, kazanan karakterde oyuncularla yola çıkmak. Arroyo bunların üzerinde bir yıldız da aynı zamanda ama bu sezon boyunca yerli oyunculardan da çok önemli katkılar aldık. Furkan’dan sezon boyunca çok büyük katkı aldık. Ender’den ve zaman zaman Sinan’dan çok önemli bir katkı aldık. Bunlar bizim için çok önemli faktörler. Kazanmak için oynayan, savaşan oyuncular…
Yabancı oyunculardan da ciddi verim aldık. Erceg’in katkısını zaten istatistikler gösteriyor. Markoishvili, Hairston önemli katkılar yaptılar. Mensah Bonsu sakatlığı nedeniyle istikrarsızdı. Geldiğinde çok iyiydi ama sonra bir düşüş yaşadı. Ben takımın iskeletinde çok fazla oynama yapmayı seven bir antrenör değilim. Çok büyük değişikliklerin takımın dengesini bozacağına inanırım. Ama birçok oyuncumuzun da kontratı sona eriyor. Sezon sona erdiğinde play-off’u da göz önüne alarak en az geçen seneki kadar güçlü bir kadroyla yeniden yola çıkacağız.
-Şu anda A Lisansı’yla ilgili görüşmeler nasıl devam ediyor?
A Lisansı’yle ilgili görüşmeler benim biraz dışında kaldığım, idare tarafından yürütülen çalışmalar. Benim hep söylediğim bir şey var: Galatasaray organizasyonu, taraftar grubu ve yapısıyla önemli bir değerdir. Galatasaray için EuroLeague’de oynamak ne kadar değerliyse, EuroLeague için de Galatasaray’ın bu organizasyon için de yer alması o kadar önemlidir. Ben bir formül bulunacağını düşünüyorum. Galatasaray A Lisansı’nı hak ediyor. Galatasaray son üç sezonda Türkiye’de bir yarı final-iki final oynadı ve bir defa şampiyon oldu. Türkiye’de zirvede olan ve EuroLeague’de ilk 8’de olan bir takım. Seyircisi Abdi İpekçi’de müthiş bir atmosfer yaratıyor. EuroLeague’in hedefi Avrupa’da NBA tarzı bir atmosfer yaratmaksa, Galatasaray’ın orada olması gerektiğini düşünüyorum.
-EuroLeague’e katılmanın A Lisansı ile garanti hale gelmesinin oyuncularda bir motivasyon kaybına yol açmasından endişe ediyor musunuz?
Böyle bir risk olmaz. Oyuncu her zaman kazanmak için oynar. Mesela bizim A Lisansımız yok, alıp almayacağımız da belli değil ama ligde sürpriz mağlubiyetler aldık. Bu en çok EuroLeague’in yeni formatının takımları ve oyuncuları yıpratmasıyla alakalı.
Biz bugüne kadar 27 EuroLeague, 27 lig maçı oynadık. Bu, neredeyse 6 ay boyunca haftada 2 maç yapmak demek. Bu maçlar da zorlu maçlar üstelik. Artı olarak seyahat etmenin verdiği yorgunluk da var. Bu temponun üç takımı çok etkilediğini ve beklenmedik mağlubiyetlere sebep olduğunu düşünüyorum. A Lisansı’nın bu mağlubiyetlere neden olacak bir rahatlığa sebep olduğuna inanmıyorum.
A Lisansı bu takımların yatırımlarını daha sağlam yapmalarını sağlayan bir güvencedir. Galatasaray’ın EuroLeague’e katılmak için Türkiye şampiyonu olmak zorunda olması, ağır bir koşul.
-EuroLeague’in yeni formatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben yeni formatı olumlu karşılıyorum. Avrupa’nın en elit takımlarının daha fazla maç yapması, EuroLeague’e karşı artan ilginin sebeplerinden de biri. Artık seyirciler, üst düzey takımların aralarında oynadıkları maçlardan büyük keyif alıyorlar. EuroLeague NBA ile yarışır duruma geldi. Hatta ben NBA’in play-off dönemine kadar olan basketbolu yerine, EuroLeague’de oynanan basketbolu tercih ederim. EuroLeague’de, hele ki Top 16’da her maç final havasında geçiyor.
Ama tabii ki kulüpler de buna uygun yatırım yapmalı. Şu anda bu yatırımı yapan tek kulüp CSKA Moskova. Bu tabii ki güç meselesi. CSKA Moskova her deplasmana kendi uçağı ile aktarmasız gidiyor, maçını oynadıktan sonra ülkesine dönerek lig maçına hazırlanıyor. Eğer siz deplasmanlara oyuncularınızı uçakların ekonomi sınıfında aktarmalı olarak götürüyorsanız, bunun sonuçlarını yaşıyorsunuz. Aslında kulüplerin harcamalarını ayarlarken, bir oyuncuya 1 milyon Dolar vermek yerine 700 bin Dolar verip, 300 Dolar’ı bu tür lojistik çalışmalar için harcaması gerekiyor. Bu yatırımlar kulüp için de faydalı çünkü oyuncu sakatlanıp oynamadığında, sadece kendisi değil, kulüp de etkileniyor.