Final Four’un İstanbul’da gerçekleşeceği bir ortamda, üç Euroleague takımımızın bulunduğu nokta Final Four hedefimiz açısından hiç ama hiç tatmin edici olmadığı gibi aynı zamanda da fazla umut vermiyor. Hepimiz üzülüyoruz, hepimiz moralsiziz. Geçen haftaki faciadan sonra basketbolseverlerle yaptığımız dertleşmelerde, ilk olarak basketbolseverlerin hiç bir takımımızın yabancılarından grup olarak mutlu ve umutlu olduğunu söylememiz mümkün değil. Taraflı, tarafsız herkes, tatmin edici olarak sadece Galalatasary Medical Park’ta Jaman Gordon-Lucas, ve uzun süren sakatlığına kadar muhteşem oynayan ve döndükten sonra bir nebze tatmin edeci bir performans sergileyen Anadolu Efes’te Terance Kinsey gösteriyor, o kadar. Niye böyleyiz, niye böyle oluyor, niye hayal kırıklığı üzerine hayal kırıklığı yaşıyoruz? Her yabancı transferimiz bize öyle bir tanıtılıyor ki, sunuluyor ki kendimizi Euroleague’in tek şampiyonluk adayı gibi hissediyoruz. Ama daha sonra gerçekler su yüzüne vurduğunda şamarı da yiyoruz. Hem parkeler üzerinde, hem de tribünde.
Bir kere biz nedense halen Yugoslav ekolüne indeksli takımlar kuruyoruz. Beko Basketbol Liginde son 20 yıldır herhalde 120 ile 150 arasında Yugoslav ekolünden oyuncu gelmiştir Türkiye’ye ve benim aklımda kalanlar o kadar az ki. Basketbolumuzun Avrupa’ya bakış açısını ve vizyonunu değiştiren ve Efes Pilsen'e Koraç Kupasını kazandıran en önemli iki üç isimden birisi olan Petar Naumoski, Efes Pilsen’i iki kez Avrupa üçüncülüğüne taşıyan Damir Mulaömeroviç ve artık bizden biri olan Damir Mrsiç aklıma gelen isimler. Mirsad Türkcan Sırp ve Bosna kökenli ama o Efes Pilsen tarafından oyuncu sıfatına yükseltildi. Emir Preldzic çok büyük bir kazanç olabilirdi ve halen inşallah olacak ama o da bu sene Spahija ile bir türlü göz göze gelemedi. Bunların dışında basketbolumuzundan aldığı kadar veren hiç bir Yugoslav asıllı oyuncu düşünemiyorum ve bu gerçekten üzücü. Biraz olsa belki Predrag Drobnjak aklıma geliyor gibi ama o da Mula ile oynadı ve onun Mula’sız halini de fazlasıyla gördük. Ancak bu saydığım oyuncuların da (Emir hariç) yıldızları parlayalı en az 10-15 yıl oldu. Üstelik bence hiç birisi Türkiye’ye gelene kadar Yugoslav ekolünün önemli yıldızlarından değildi. O zamanlar bile biz asla Predrag Danilovic, Sasha Djordevic veya Dejan Bodigora gibi en üst seviye Sırp yıldızları ülkemize getirebilmek konusunda başarılı olamadık. Açıkçası Yugoslav ekolünün pazarlama makinesi bize hep ikinci veya üçüncü derece isimleri süper yıldız fiyatında uygun gördü. Bizde paşa paşa bunu kabullendik ve paraları hatta bazı durumlarda akıl almaz bonservis bedelleriyle birlikte ödedik. Nitekim de bu işler yıllardır böyle yürüyor. Elimize geçen bir iki genç yıldız adayını da en iyi şekilde değerlendirdik (Mula hariç) belki ama bu da yeterli mi?
Ancak artık zamanlar çok değişti. En azından Türkiye dışında. Yugoslav ekolü eskisi gibi değil. Sevgili Yalçın Granit ağabey “artık İliçlerin, Piliçlerin zamanı geçti” dediğinden bu yana 15 yıl geçti. O 15 yıl içinde de Yugoslav ekolü basketbolunun bir adım ileri gittiğini söylemek çok zor. Rahmetli Aydan Siyavuş Hırvatistan bağımsızlığını ilan ettiğinde “Şimdi babayı yediler. Onların o yetenekli gençlerini hep Sırp çalıştırıcılar yetiştiriyordu. Şimdi hiç birisi gelebileceği noktaya gelemez” demişti. Nur içinde yatsın yine doğruyu görmüş ve doğru tahmini yapmış. Nerede Drazen Petrovicler, Toni Kukoçlar, Dino Radjalar? Hırvat basketbolunun Milli takımlar düzeyinde son yıllarda hangi önemli başarısı var ki? Biz bir dünya ikinciliği, bir dünya altıncılığı, bir de Avrupa ikinciliği elde ederken, İspanya, Sırbistan, Fransaları yenerken onlar ne yaptı? Açıkçası bizi öyle kafalamışlar ki, biz belki bu sene yaşanan bu hayal kırıklığı sonrası uyanacağız. Gerçi NBA bile hemen uyanamadı. Hata üzerine hata yaparken, sanki her yıl Yugoslav ekolü yeni, bir Vlade Vivac, Toni Kukoc, Drazen Petrovic veya Predrag Stojakovic yetiştirirmiş gibi bir hava yaratıldı. Bir süre için zokkayı yuttular. Ama onlar hatalarından ders çıkardı. Neydi görüşlerini değiştiren o hatalar ve NBA yetkilerinin Yugoslav ekolüne bakış açısını bu günlere getiren?
2003 yılında Detroit Pistons ikinci sırada LeBron James’in hemen ardından ve Carmelo Anthony, Dwyane Wade, Chris Bosh gibi isimlerin önünde Darko Milicic’i seçtiğinde, Yugoslav pazarlama makinesi en büyük golünü daha doğrusu üçlüğünü atmıştı. En azından NBA Milicic’in ardından aynı NBA draftinde Zarko Cabarkapa (17.inci sıradan), Sasha Pavlovic (19.uncu sıradan) ve Zoran Planinic’in (22.inci sıradan) ilk turda draft edilmesiyle ve kandırıldığını anlamasıyla “YETER” demeyi başardı. Özellikle de o yıl ikinci turda umut bağlanan ve muhteşem lanse edilen Slavko Vranes (# 39), Sani Becirovic (# 46) ve Nedzad Sinanovic’i (# 54) de “tanıdıktan” sonra. NBA geç de olsa Yugoslav ekolünün olağanüstü bir propaganda makinesine sahip olduğunu ve bu makinenin basın ve hatta kendi scoutları üzerinde ne kadar etkili olduğunu sonunda çözdü. Tabii ki devrim bir gecede olmadı. 2004 NBA draftinde bile 2003 faciasının ardından şu anda Anadolu Efes’te forma giyen Sasha Vujacic 27.inci, diğer bir Sloven Beno Udrih ise 28.inci sırada draft edildi. Onlarda umut edildiği kadar iyi çıkmayınca, daha kararlı bir tutum sergilenmeye başlandı ve 2004 yılından beri hiç bir NBA takımı ilk turda Yugoslav ekolünden bir oyuncuyu draft etmedi. O kadar scout izledi, araştırdı, rapor etti ve hiç bir eski Yugoslavya’nın oyuncusu ilk turda draft edilecek seviyeye gelememişti. Bu ne kadar düşündürücü değil mi? Vlade Divac, Drazen Petrovic, Toni Kukoc, Dino Radja ve Predrag Stojakovic’i yetiştiren ekol artık eskisi gibi olmayı bir kenara bırakın, belki de tarih olmuştu. Bir tek 2011 NBA draftinde Nikola Mirotic ilk turda 23.üncü sıradan seçilmişti ve o da Yugoslav ekolünün bir temsilcisi olarak en azından ismen görünüyor olsa da, o 14 yaşından beri Real Madrid alt yapısındaydı ve İspanyol pasaportunu da almıştı ve NBA yetkilileri onu Yugoslav değil İspanyol ürünü olarak görüyorlardı. Tıpkı Zaza Pachulia’yı bir Gürcistan ürünü olarak değil de bir Türk ürünü gördükleri gibi.
NBA uyandıktan sonra Avrupa’nın elit takımları da yavaş, yavaş uyandı. Her ne kadar çoğunun artık bir scout sistemine benzer bir “yetenek araştırma” sistemi olsa da, sonuçta bu işe NBA takımları kadar para, zaman ve insan gücü ayırmıyorlardı. Ama unlar da uyandı. NBA belki Vladimir Stepania, Aleksandar Radojevic, Dalibor Bagaric, Prinmoz Brezec, Bostjan Nachbar gibi yüz kızartıcı ilk tur seçimleri yapmıştı, ama sonuçta NBA’in esas oyuncu kaynağı halen NCAA’lerdi ve hatta bir dönem ABD liseleri olmuştu. Avrupa takımlarının öyle bir altrenatif oyuncu havuzu yoktu. Ya kendileri yetiştirecekti, ya da Yugoslav pazarlama makinesinden medet umacaklardı. Şu anda Euroleague’in en başarılı ve favori takımlarına bir göz atarsak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. CSKA Moskova da Yugoslav ekolünden iki oyuncu var ve bu iki oyuncu tartışmasız Sırbistan Milli takımının en önemli iki isim Milos Teodosic ile Nenad Krstic. Barcelona’da Sloven Erazem Lorbek (NCAA’lerde Michigan State üniversitesinde oynadı) ile takımda biraz sırıtsa da Sırp Milli Kosta Perovic var. Panathinaikos’ta tek Yugoslav ekolü diyebileceğimiz isim coach Zeljko Obradovich dışında Avustralya da yetişmiş, NCAA’lerde Nebraska Cornhuskers’da pişmiş bir isim var. O da Aleks Mariç ve onunda aldığı süreler ortada! Siena’da ki tek Yugoslav ekolü temsilcisi Litvanya’lı Kaukenas sakatlandıktan sonra biraz da “denize düşen yılana sarılır” misali transfer edilen kendiside NBA’de büyük hayal kırıklığı olarak ismini yazdıran Igor Rakocevic. Maccabi Tel Aviv de hiç Yugoslav ekolünden “kurtarıcı” (!) yok ve Olimpiakos’da yine Sırp coach Dusan Ivkovic’e rağmen hiç memnun olmadıkları ve kendisine takım aradıkları ve hatta Anadolu Efes’e bile teklif edilen Marko Bjelica var. Euroleague’i masaya yatırırsak Yugoslav ekolünün oyuncu yetiştirme açısından nasıl bir komaya girdiği konusunda çok ipucu elde edebiliriz. Caja Laboral ilk 16’ya bile kalamadı ve tarihinin en karanlık Euroleague tablosunu taraftarlarına yaşattı ve kaç Yugoslav asıllı oyuncusu vardı biliyor musunuz? Milko Bjelica, Dejan Musli, Nemanja Bjelica, Mirza Teletovic ve daha sonra da Vladimir Golubovic diye isimleri sıralayabiliriz. Yani beş Yugoslav asıllı oyuncuyla bu tarihi başarıya (!) imza attılar. Güney Amerika ekolünden Luis Scola, Tiago Splitter, Fabricio Oberto, Andres Nocioni, Omar Quintero ve Pablo Prigioni gibi isimlerle başarıdan başarıya koşan Tau/Caja Laboral Yugoslav ekolüne bel bağlayınca neler oldu neler?
CSKA Moskova’nın bütçesinden dolayı öyle bir takım kurmanın, bize hep Yugoslav pazarlama makinesi tarafından “ulaşılmaz” olduğu inandırıldı. Bizim takımlarımızın tümünün Euroleague’in en iyi para harcayan 10-12 takımı arasından olduğunu belirttikten sonra sadece pekiyi ya Unics Kazan ne diyelim. Geçen hafta Bostjan Nachbar’ı transfer edene kadar bu takımda bir tane bile Yugoslav asıllı oyuncu yok. İşin üzücü tarafı da takımdakilerin beşi Türkiye’de forma giymiş hatta Terrell Lyday, Mike Wilkinson, Lynn Greer gibi isimlere hep Türkiye’de dudak bükülmüş isimlerdi. Ama Kazan’ın durumuna bakın. Tabii Kazan bize kötü bir gerçeği daha yüzümüze vuruyor. Yugoslav pazarlama makinesi asla en önemli isimlerini Türkiye pazarına sunmaz. Ya Zoran Savic’de olduğu gibi iki dizi de bitmiş olacak, ya da Jure Zdovk, Nikola Vujcic veya Gordan Giricek gibi 30’u çoktan aşmış ahı gitmiş vahı kalmış durumlarda bize uygun görürler. Bu nedenle alternatifler yaratmalıyız. Litvanya, Rusya, Ukrayna gibi pazarları iyi araştırmamız lazım. Kıta dışına çıkarak futbolda olduğu gibi Afrika ve özellikle de Güney Amerika’ya el atmalıyız. Bu pazarlama makinesi bizi asla ilk sıraya koymayacak. Bu kesin! Biz onların işini de kolaylaştırıyoruz ve ekmeklerine yağ sürüyoruz. O da ayrı bir gerçek. Elimize profesyonellik kariyerleri açısından genç denilebilecek yaşlarda gelen Trajan Langdon, Bo McCalebb, Damir Mulaömerovic, Will Solomon, Marcus Brown gibi isimleri çok kolayca elden çıkarmadık mı? Böyle hatalar yaptıktan sonra nasıl başarılı olunabilir ki?
NBA’de bu sezon forma giyen uluslararası oyuncular içinde en etkili 20 isme baktığımız zaman eski Yugoslav ekolünden bir tek Goran Dragic’i görüyoruz. Sloven Dragic, 19.uncu sırada iki yıldır çok ağır sakatlıklar yaşayan ve şu anda da belindeki sakatlıktan dolayı bir süredir oynayamayan Mehmet Okur’un sadece bir basmak üstünde, Hidayet Türkoğlu ve Ersan İlyasova’nın da epeyce gerisinde. Şunu vurgulamaya çalışıyorum. Son altı yılda hemen hemen birçok uluslararası oyuncu ilk turda NBA takımlarınca draft edildi. Finlandiyalısı, İsviçrelisi, Büyük Britanyalısı, Polonyalısı, İtalyanı, Çinlisi, İspanyolu, Fransızı, Brezilyalısı, Senegallisi, Ukraynalısı, Avusturalyalısı, Rusu, Letonyalısı, falanı filanı hepsi ilk turda seçildi, ama bizim Yugoslav ekolünden tık yok. Hırvatları mı sordunuz? Nasıl söylesem, nereden başlasam? Basketbolumuzun duayen isimler Granit ve Siyavuş yıllar önce bunu nasıl gördü? Yugoslavya'nın bölünmesi, yaşanan iç savaş süreci ve ardından Tanjeviç'in söylediği gibi yerel liglerinin büyük düşüş yaşaması gelinen noktayı izah etmeye yetiyor mu? Yoksa NCAA'lerde olduğu gibi “eğitici” ve “yetiştirici” coachlar artık bugünün para üzerine kurulmuş ticari spor sisteminde kayboldu mu? Genç oyuncu adaylarını daha oyuncu olmadan oyuncu menajerleri mi raydan çıkartıyor, yanlış yönlendiriyor, kısa vadeli planlara kurban mı ediyor? Hiç birisi tek neden olmasa da, hepsinin katkısı var. Ancak sonuç ortada. Bir zamanlar dünya basketbolunda ABD'nin tek rakibi olarak gösterilen Yugoslav ekolü bindiği dalları kese, kese bugünlere gelmiş. Avrupa'da bile İspanya, Fransa ve Türkiye daha çok oyuncu yetiştiren ülkeler olarak dikkat çekmiştir. Şimdi NBA bu işi çözmüşken, Euroleague takımlarının elit tabakası hem de bazılarının başında Yugoslav ekolünden coachlar olmasına rağmen “kurtarıcı” olarak çok ama çok az sayıda Yugoslav ekolünden oyunculara yönelirken (Bunlarda zaten asla bizim için düşünülmeyen kariyerde oyuncular oluyor), biz ne yapıyoruz? Karanlıkta yürüyoruz. Tünelin ucundaki ışığı ABD’lisi görmüş, Euroligcisi görmüş. Biz niye göremiyoruz? Veya görmek istemiyoruz. Bu kadar düşüşte olan bir ekole biz “kurtar bizi” dersek aldığımız üzücü sonuçlar bizi niye bu kadar şok ediyor ki?