Sanıyorum 1994 yılının başlarıydı. Zamanın milli takım antrenörleri, Türkiye ’nin dört bir yanını dolaşarak yetenekli gençleri kalabalık bir kampa davet ettiler. Sömestr tatilinde İstanbul ’da toplanan henüz bıyığı terlememiş ergenlerin sayısı 60’ın üzerindeydi. Afyon Çimentospor’dan Mustafa Abi, Karşıyaka’dan Arda Vekiloğlu, Beşiktaş altyapısından Almanya kökenli Onur Aydın , Galatasaray ’dan Kerem Tunçeri, Efes altyapısında oynayıp Çavuşoğlu Lisesi’nde okuyan Hidayet Türkoğlu… Hepsi 79 doğumluydu ve o yaz milli formayla ilk kez uluslararası sahneye çıkacaklardı.
Kadroda bir tek Mehmet Okur yoktu. Nasıl olsun ki? O tarihte, daha eline basketbol topu bile almamıştı muhtemelen… Yalova’nın tozlu arsalarında futbol oynuyor, kalecilik yapıyordu. Boyu hızla uzayınca, etraftan birileri “Oğlum sen neden basketbol oynamıyorsun?” dedi. İyi de, nasıl ve nerede? Mehmet Okur ismini dünyanın tüm basketbolseverlerine öğretecek serüven, 90’lı yılların ikinci yarısında, Oyak Renault kulübünün altyapısında işte böyle başladı.
Yarışa geriden başladı
Yalnızca uzun boyu ve geç açan bir çiçek olmasıyla değil, pek çok konuda yaşıtlarından ayrılıyordu Memo… Günün birinde NBA ’de oynamayı çok erken yaşta kafasına koymuştu. Bu nedenle Türkiye’deyken formasını giydiği takımlardan Tofaş ve Efes Pilsen’le uzun vadeli kontratlar imzalamadı. Seçildiği 2001 yılı draft’ında da adı etrafında fırtınalar koparılmadı. İkinci turda 37. sırada talip bulabilmiş, kendisinden önce NBA’e adım atan Mirsad ile Hidayet’in epeyce gerisinde kalmıştı (Aynı draft’ta 38. seçilen Michael Wright, NBA’de bir dakika bile oynama şansı bulamadı ve yıllardır ligimizde ter döküyor. O kadar bizden biri oldu ki, Ali Karadeniz ismini aldı).
Kariyerine bu kadar mütevazı bir noktadan başlayıp, daha sonra All-Star olabilen pek fazla sporcu yoktur Amerika ’da. Mehmet hep çok çalışarak, basamakları birer birer ama sağlam adımlarla çıkarak, daha önce hiçbir Türk basketbolcunun yaşamadığı onurlara erişti. Bunları da büyük bir olgunlukla sindirdi. Hiç şımarmadan, çizgisini bozmadan mutlu aile tablosunun içinde eritti.
‘Milli’ hatalar
Onun için en çok dillendirilen eleştirilerden biri, milli takım formasıyla başarılı olamadığı yönündedir. Kısmen doğru… 1999’da henüz 20 yaşındayken A milli takıma merhaba diyen ve Avrupa Şampiyonası’nda izleyenlere parmak ısırtan Memo, 2001’deki Avrupa ikinciliğinin de önemli adamlarındandı. Sonraki yıllarda, onun kariyeri istikrarlı bir biçimde yükselirken, milli takımın aldığı sonuçlar ve NBA’den gelenlerin ekibe katkısı sürekli tartışıldı. Bu konuda çok talihsizdi Memo… NBA’de kendisini anlayan ve onu, en güçlü yönlerini kullanacağı düzene titizlikle yerleştiren bir koçla çalışırken, burada sürekli itilip kakıldı. 2005 yazında fiyaskoyla biten Avrupa Şampiyonası’nın ardından, Başkan Demirel ve dönemin Milli Takım Menajeri Doğan Hakyemez, Mehmet’i resmen kurban ettiler. Mirsad’ı pohpohlayıp, ona dirsek çevirdiler. Onun yerinde başka biri olsa, bir daha milli takım kampının önünden bile geçmezdi. Ama Memo, 2007’de yine geldi. Belki de bu defa elinin kuvvetli olacağını düşünmüştü. NBA’de All-Star seçilmişti ve iki yıldır 18 sayı ortalamayla oynuyordu çünkü… Fakat Tanjeviç, Mehmet’i yine en hoşlanmadığı yere koydu. Pivot oynayıp, potaya sırtı dönük top almasını istedi. Zaten uzun hazırlık döneminde nükseden belindeki sakatlıktan ötürü, sırtında bir savunmacıyla oynamaktan rahatsız oluyordu. Bir de en büyük kozu olan uzun mesafeli şutlarla buluşamayınca, hem Memo, hem takım için büyük hayal kıırıklığı oldu turnuva…
Farklı bir yıldız
Başta da söylediğim gibi, her zaman ‘farklı’ bir adam oldu Okur… Uzundu ama kısa gibi oynuyor, hatta onların çoğundan daha iyi üçlük atıyordu. Güler yüzlüydü ama medyatik değildi. Çok fazla konuşmayı, öne çıkmayı sevmiyordu. Medyada hatırlı dostları olmadığından olsa gerek, böylesi parlak bir kariyeri yeterince pazarlayamadı. Muhtemelen pazarlamak da istemedi. Ve o kariyeri, her sözcüğü özenle seçilmiş güzel bir veda mesajıyla noktaladı.
Müslüman bir ülkeden çıkıp, Mormonlar’ın diyarı Utah’da kariyerinin en mutlu günlerini yaşadı. Maç kazandıran son saniye şutları ve “Money Memo…” tezahüratıyla Salt Lake City’yi ayağa kaldırdı. Orada hep el üstünde tutuldu. İnsan sormadan edemiyor: Utah Jazz, efsane koçu Jerry Sloan’u, Deron Williams’ı, Kirilenko’yu, Memo’yu elinde tutabilse, kadroyu her yıl biraz daha geliştirebilse acaba neler olurdu? Memo, bunca sakatlıkla boğuşmasa acaba neler olurdu? Bu sorulara cevap bulmak zor. Tek bildiğimiz; ne Memo olabileceği kadar oldu, ne de Utah…
Neler kazandı?
Türkiye Ligi
3 şampiyonluk (1999 ve 2000 Tofaş, 2002 Efes Pilsen)
NBA
1 şampiyonluk (2004 Detroit Pistons)
All-Star (2007)
Bir maçta 43 sayı (12 Ocak 2009’da Utah-Indiana maçı)
Milli Takım
Avrupa Ümitler üçüncülüğü (1998)
Avrupa ikinciliği (2001)
Fenerbahçe sayfası eksik kaldı
Kökleri anne tarafından Ukrayna ve Dağıstan’a, baba tarafından Bosna’ya dayanan Mehmet, koyu bir Fenerbahçeli… Yakın çevresi, onun aslında aktif spor yaşamını sarı-lacivertli formayla kapatmak istediğini biliyor. Keşke sakatlıklar izin verseydi de, Memo bu dileğini gerçekleştirse, kariyerinin eksik olan Eurolig sayfalarını, belki de Fenerbahçe taraftarlarına bir ‘Final Four’ sevinci yaşatarak tamamlasaydı…



