2011 Avrupa Şampiyonası’nı ben bir felaket olarak görmüyorum. Bunun başlıca nedeni bu turnuvadan Türk basketbolu adına öğreneceğimiz çok şey olduğunu gördük ve bunların bazılarını da öğrendik.
Önce isterseniz olumlu yönünden başlayalım. Bundan seneler önce Türk Basketbol Milli Takımı’nın bu kadar iyi savunma yapacağını kimse beklemezdi. Bu turnuva bize Türk çocuğunun yalnız hücumda değil savunmada da güçlü olacağını gösterdi. Bugün artık bize karşı oynayacak takımların soyunma odalarında koçların oyuncularına “Türkler iyi savunma yapar dikkatli olun” diyecekleri muhakkak. Savunma Türk çocuğunun kafasında aşılması güç bir problemdir. Basketbol Türk oyuncu için hücum etmek, sayı atmak demekti. Savunma ise bir mecburiyetti. Oyunun istenmeyen, bitse de hücuma geçsek diye beklenen kısmıydı. Ben bu gelişen savunmamıza daha iyi bir hücum anlayışı ekleyeceğimize ve daha çok yönlü basketbol ekolü olacağımıza inanıyorum. Turnuvanın ikinci olumlu yanı yapılan yorumlardı. Türkiye’nin en kıymetli basketbol adamları günlerce bilgilerini, tecrübelerini basketbol sevenlerimizle yürekten paylaştılar.
Basketbol bilgisi ve sevgisi ülkemizde yayıldı. Bu yüzden NTVSPOR’a teşekkür borçluyuz. Hücuma gelince artık basketbolumuzu hızlandırmamız gerek, bu tartışılmaz. Bugün Amerika’da her antrenmanda bile oyuncunun fast break için kaç defa depar yaptığı sayılıyor. Bizde bırakın depar yapmayı buna ihtiyaç bile duyulmuyor. Depar istatistiklerinin çoğunda Türk oyuncularının isimlerinin yanında her maçta koca bir 0 var. Hızlı oyun (fast break) anlayışımızı milli takımda basketbolumuza ekleyemeyiz. Hızlı oyun uygulamasını kulüp takımlarında başlatmamız şart. Milli takımımızın oynadığı maçların tümünde yaptığımız fast break’lerin hepsi kaptığımız topların sonunda gerçekleşti. Bir başka deyişle Türk Milli Takımı’nın fast break yapması için rakip takımın hata yapmasını veya Ömer Onan’ın top kapmasını bekliyoruz.
Halbuki fast break’lerin başlangıç noktası savunma ribauntlarıdır. Rakip takımın attığı şutları en az yarısını kaçıracağı için alınacak her savunma ribaundu bize fast break’le kazanılacak sayı şansı getirir. Tabii bu anlayışı yerleştirirsek. Türk basketbolunda iyi savunmacılarımız, iyi ribauntçularımız var. Ömer Aşık bu neslin örneği. Furkan ve Enes de bir sonraki neslin temsilcileri. Ama bizim çocuklarımızda “hücum savunmadan başlar” anlayışının tabii ki uygulaması yok. Dış savunmada sadece sayı yememek için konsantreyiz. Hızlı oyunu basketbolumuza katacağı artılar saymakla bitmeyeceği kadar çok. Basketbolcularımızın en çok ihtiyaç duydukları şeylerin çoğu psikolojik. Türk çocuğu coşarsa onu kimse durduramaz. Fast break’lerden kazanılacak kolay sayılar (turnikeler) bizi coşturur. Ve biz coştukça daha da iyi savunma yapacağımız muhakkak. Hızlı oyun sonunda bulunacak turnikeler sadece bizi daha iyi savunma için coşturmaz, hücumda şut yüzdemizi de arttırır.
Eğer biz Litvanya’da fast break’lerden kolay turnikeler bulsaydık hem 3 sayı şut yüzdemiz artar hem de faul atışlarımızın çoğu rakip filelerden geçerdi. Hızlı oyun çok sayıda oyuncuyla oynandığı için biz avantajlı olurduk. 10-12 oyuncuyla oynayamayan takımlara karşı maç son toplara kalmayabilirdi. Ben yine Türk çocuğunun şut yeteneğine inanıyorum. Ama şut yeteneğinin ortaya çıkması bu yeteneğin adale hafızasına yerleşmesi için önce yüz binlerce şut atmak gerek.
Bizde antrenmanlar yavaş. Antrenmanlarda atılan şut sayısı çok ama çok yetersiz. Biz hala şut makinesini Türkiye’ye getiremedik. Bu yüzden de antrenmanlarda 2 kişi şut atarken 5-6 kişi seyrediyor. Bu yazıyı Orhun Ene ile bitirelim Orhun çok yetenekli bir koç ama daha çok genç ve tecrübesiz. Eğer Orhun Litvanya’da başarışlı olsaydı onu da kaybederdik. Çünkü o da pek çok koçumuz gibi “Ben basketbolda her şeyi bilirim” anlayışına geçerdi. Ama Orhun’un istediği başarıyı kazanamayışının onu hırslandırdığı muhakkak. Daha iyi bir koç daha nasıl olabilirim safhası Orhun için başladı. Ve onun önü çok açık. Bir sonraki milli maçlarda bambaşka tecrübeli Orhun izleyeceğimiz kesin. Keşke Türkiye’de çok sayıda Orhun gibi koçumuz olsa.