Bütün hazırlıklarımız savunma üzerine. Hücumu çok arka plana atınca tıkandık. Topa yön veren Kerem, Ender, Hidayet de beklentilerin çok altında kalınca rakibi hep durdurduk, hiç vuramadık
Litvanya’ya Dünya 2.’liği apoleti ve büyük beklentilerle madalya için gittik. Ama şimdi
8 maçın 5’ini kaybetmiş olarak, çeyrek final göremeden dönüyoruz. Peki sorunumuz ne?
1- Her şey savunma için, peki hücum?
TÜRKİYE bir savunma takımı. Tüm hazırlıklarını da bu kimlik üzerine kurmuş durumda. Bu yeni bir durum da değil. 2001’de Aydın Örs döneminden beri böyle. Hazırlıklar önce Bormio’da çok ağır kondisyon idmanları ile başlar ve takımın fizik olarak en üst noktaya gelmesi amaçlanır, savunma için savaşacak güç depolanır.
ANCAK savunma ne kadar sertlik ve kuvvet istiyorsa, hücum da o kadar akıcılık ve ince işçilik istiyor. Tekrar alışkanlık, alışkanlık da akıcılık yaratır. Oyunumuzun Hababam Sınıfı müziği gibi yavaşladıkça hüzünlenmesi, hızlandıkça keyif vermesi işte bu akıcılıkla doğru orantılı. Tamamen savunma odaklı hazırlıklar sonunda Türkiye topla haşır neşir olma dönemini çok kısa tutuyor. 10 yıldır hiç iyi hazırlık dönemi geçirmedik. “Kervan yolda düzülür” diyerek turnuvaların ilk turlarını hücum ayarı yapacak zaman olarak belirledik.
SAVUNMANIN kapılan toplarla kolay sayı bulma, rakibin düzenini bozarak oyundan düşürme gibi olumlu yan etkileri ile hücumu tetiklemesini bekledik hep. Turnuva ilerledikçe hücumun da oturmasını. Geçen sene bunu başardık. Tribünün de müthiş etkisiyle o savunmayı hücuma dönüştürdük ama akıcı hücum edecek sistemleri yıllardır bulamıyoruz. Aslında aramıyoruz ki bulalım. Mesela pota altındaki en önemli hücum gücümüzün Enes olduğunu ancak 4. maçta anladık. Halbuki hazırlıklarda bunu kullansak, Enes’i daha hazır edip turnuvada da daha çok yararlansak çok şey değişirdi.
RİTİM KAZANMADAN OLMAZ
BU fiziksel hazırlığa dayalı çalışmanın serbest atışlarımızın bu seviyede olmasında etkisi de büyük. Hazırlık maçları sürecinde hep duyarız “Çok kondisyon, halter çalıştık. Kaslar yeni kendine geliyor” diye. Kaslar kendine gelmeden, şut ve oyun ritmi kazanamadan oynuyoruz. Ama hücum kendi kendine keskinleşmiyor. Tekrarla alışması, akıcılık kazanması şart. Oyuncuların hücumda bir düzen içinde hareket etmeyi ezberlemesi gerek.
SAVUNMAYA değer vermenin önemi elbette çok büyük. Litvanya’da hücumda dökülsek bile tüm maçlarda son 1 dakikada maçın içindeydik. Hepsini kazanma şansı verdi savunma. Rakibi durdurduk ama vuramadık. Çünkü vuracak sistemi hiç çalışmamıştık. 6 maçta son dakikalara oyuna ortak girdik. 5’ini kaybettik. Tek kazandığımızda ise öyle bir durdurduk ki İspanya vurmaya gerek kalmadan nakavt oldu.
HÜCUMLA savunmayı bu kadar ayırarak bir yere varmak zor. Savunma hücumu tetikleyebildiği gibi, hücum da savunmayı aşağı çekebiliyor. Özgüvene, takım havasına yaptığı yan etkiler de cabası. Milli Takım’ın hücumdan sorumlu bir asistana, sistemi keskinleştirecek, ince ayar yapacak bir hazırlık dönemine, her topu “Allah kerim” diye değil de “Şimdi böyle oynayalım” diye kurgulayacak bir düzene ihtiyacı var. En iyi hücum düzeni felaket atış yapıp Ömer Aşık’ın ribaundu alması olan bir takımın sorunu gerçekten büyük demektir.
2- Topa yön verenler yönünü kaybetmiş
TÜRKİYE hücumlarının sorunlu olmasında bazı oyuncuların formsuzluğu da büyük rol oynadı. 8 kişilik ana rotasyonda 3 oyuncu beklentilerin çok altında kaldı. Bu isimler Ender, Kerem ve Hidayet. İşin önemli yanı bu üçlü Türkiye’nin topa yön veren üçlüsü. İlk pası veren, oyunu kuran isimler. Otomobilin 1. vitesi yani. 1. vites çalışmayınca 4, 5. vitese nasıl geçebilir ki takım?
KULLANDIKLARI 73 üç sayılık atışın 60’ını kaçırdı bu üçlü. Ritimsiz oldukları ilk maçtan belliydi ve turnuva boyunca bir türlü toparlayamadılar. Onların formu, takımdaki rolleri gereği diğer oyuncuları da direkt etkiliyor. Ama Kerem ve Hidayet’in 32 yaşında olduğunu göz önüne alarak savunma ve sertlik antrenmanları yerine hazırlıkları hücum ritmi, akıcılık, şut üzerine kurmak belki de daha verimli olabilirdi. Onları hücum için hazır hale getiremeden gittik Litvanya’ya.
3- Maç sonunda hep ‘kÂbus’ görüyoruz
MAÇ sonlarını oynayamamak da aslında yeni bir şey değil Türkiye için. Mesela Polonya 2009’da veya geçen sene de maç sonları için öyle özel bir organizasyonumuzun pek olmadığını biliyoruz. Bu defa maç sonları çok ön plana çıktığı için daha gündemde o kadar. Ancak bizim çok bilerek, keskin oynadığımız “Bu oyundan kesin bir şey çıkarırız” dediğimiz bir düzenimiz yok. Maç sonlarında eldeki sisteme güvenemiyoruz. Oyunumuz kolektifliğe dayalı ama kırılma anlarında mecburen bireyselleşiyoruz. Çünkü hücumun çözümü yok. Bu durumda topa yön veren başta Kerem ve Hidayet öne çıkıyor. Onların da nasıl bir turnuva geçirdiği de malum.
4- En iyi 12 bu mudur?,
MİLLİ Takım’ın son 3 maçına bakınca ana rotasyonun 8 kişiye indiğini görmek mümkün. Oğuz çok sınırlı sürelerde tamamlayıcı rolde oynarken Sinan, Cenk ve İzzet tamamen devre dışı kaldılar. Cenk yıllardır Milli Takım’a pek bir şey vermiyor ama bu hazırlık döneminde herkes yerde sürünürken biraz kıpırdanınca bir şans daha aldı. Sinan’ın ise apandisit ameliyatından sonra kendini toplamasını bekledi kenar yönetim ama hiç eski Sinan’a dönemedi genç oyuncu. Kendi takımında bile süre alamayan İzzet’in götürülmesi ise hiç anlaşılamadı.
BU risklere girince işte rotasyon da böyle daralıyor. Hele ki iki oyun kurucu ile turnuvaya gitme riskini alınca hem Kerem hem Ender tökezlediğinde kala kaldık. Turnuvanın ardından gelmeyenler için “Şunlar da olsaydı” demek işin kolayı. Ama 4 oyuncunun devreden çıktığı, 3 oyuncunun formsuz geçirdiği bir şampiyonada gözler Doğuş, Tutku, Furkan gibi isimleri arıyor.