Efendim hazretten ve hazretlerden bir ses, bir tepki yok. Beklemiyordum da zaten. Dedim ya AKP ekolü, 'Sus, yağmur yağdı' de, unutulur, geçer, gider. Onun efsaneliği de unutulur zaten. Bak sokaktaki adam ne diyor; ''Galiba iyi bir basketbol oyuncusuymuş, galiba !''
Biz gelelim İzlanda basketboluna, ilk günlerine, bir anlamda yaratıcısına, kurucusuna. Bu Lazzso Nemeth'le ya 1980, yada bir sonraki sezon tanıştık. O zamanlar daha Avrupa Kupası'na katılmak, hatta tur atlamak bir ileri gitmek rahmetli Osman Solakoğlu'nun iznine tabiydi. 'FIBA kızar' dedi miydi, akan sular dururdu.
Biz de bu FIBA'yı böyle altı ayaklı, sekiz kollu, dört gözlü bir canavar zannederdik, çok korkardık. ''Aman Kasım sonu kapılar kapanacak, yurt dışı temaslar bitecek sonra kendi kendinize oynayın.'' İşte sonra birden güneş açtı, şimdi siz bakmayın İzlandalı'ya yenildiğine. O zamanlar pırıl, pırıl aslan gibi, yerini hak eden bir delikanlıydı Utanmaz Adam. Ben bozdum adamı; bir sürü iş, güç ne gerek var çalışmaya, kurarsın bir H.Ü.M (Hayal Üretim Merkezi), oh ne rahat… Neyse, işte o geldi, işler değişti.
Biz gene tarihe dönersek, benim 2. Eczacıbaşı devrim, Efe Aydan yok, Aydan Siyavuş yok, çabalıyoruz, bir takım kurduk. Göster, göster çek. Bence tüm zamanların en güçlü takımı, herkes var; Melih, Emir, Erman, Behçet, Ahmet Sarı, Engin Bayav, Ekrem Erdem, Ufuk Pek, Orhun Ene, Tamer Oyguç, Ron Haigler, Jim Abromaitis. Play-off'ların ilk turunda İ.T.Ü takımına elendik.
O sene başında Koraç Kupası'na katılıyoruz; şimdiki Euro League gibi. Korkacak bir şey yok, bize ilk turda Macar takımı, (Galiba adı Chepel'di) çıktı. Eğer geçersek de eski Yugoslavya dan Partizan. Partizan aynı Partizan. Tanıyorsunuz, heriflere bak biz tarih olduk, onlar Final Four'da oynuyorlar !!!
Bendeniz de öyle Efe efendinin anlatığı gibi, dış kapının mandalı yönetici değilim. Araştırmamı yapmışım, hesaplarıma göre Macar'ı da geçeriz, Partizan'ı da, arkadan da Dörtlü Gruba kaldık. Zamanın en parlak antrenörlerinden olan Bogdan Tanjeviç'li, İtalyan Caserta ile oynadık. Artık onları başka bir gün anlatırız, daha konuya giremedik.
Evet, Macar Chepel'le oynamak üzere Budapeşte'ye gittik. Kulakları çınlasın rahmetli eski FIBA şeref hakemi, Federasyon Temsilcisi olarak Afif Kayalı ağabeyimiz de kafilede (Bu da ayrı bir yazı konusu).
Önce Otele yerleştik. Bu Chepel takımı sınırdan, yani sınıra yakın bir şehirden iki tane Yugoslav oyuncu almış. Pek havada, o zaman iliçlerin, piliçlerin devri… Otelin lobisinde oturuyorum bir adam geldi. Böyle genzinden konuşuyorİ 'Ben' dedi, 'Dr. Lazso Nemeth, Csepel takımının antrenörüyüm.' Hoş geldiniz, beş gittiniz, oradan,buradan derken ''Sizi yeneceğiz, eleyeceğiz'' dedi. Ben dedim ki, ''Hadi oradan, ben şarkıcının oğlundan bile basketçi yaptım. Biz hem sizi eleriz, hem de Partizan'ı.'' Adam 'Çüşşş, ohaaa'' dedi. ''Orada dur, belki bizi elersiniz ama Partizan'ı imkan yok eleyemezsiniz.'' Ben de öyle tesadüfen yönetici olmamışım ya, Şakir babam bana güvenmiş koskoca takımı vermiş. Dragutin Çermak'ı antrenör yapmışım sesini çıkartmamış. Araştırmamı yaptım, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu gibi. Partizan boş, Dalipagiç ve Kiço (Yani Kiçanovi)ç İtalya'ya gitmişler. Mali kriz de var, bir tek Grboviç isimli genç delişmen bir oyuncu var. Onu da Melih tutar zaten, Dalipagiç'i bile tuttu, bunu mu tutamayacak.
''Arkadaş'' dedim ''Lafı uzatma, eğer biz sizi ve Partizan'ı elersek sen beni Budapeşte'de bir hafta, aksi olursa ben seni İstanbul'da bir hafta misafir ederim.'' Laf aramızda tarihi ve tabii güzellikler açısından Budapeşte ve İstanbul yarışı kafa kafaya biter. Öyle İzlanda'ya geçildiğimiz gibi geçilmeyiz. O da iki kişilik yarıştı ya benzetme oradan.
Ben de uzatmayayım, detayları az sonraaa biz hem Macar'ı, hem de Partizan'ı eledik, dörtlü gruplara kaldık. Ben de bu Dr. Lazzso Nemeth'le dost, arkadaş ve sırdaş oldum. Sonradan son yıllar hariç defalarca görüştük. Bir sürü anımız oluştu fakat bu İzlanda bölümü de bir sonraki yazıya kaldı. Sizi bilmem de ''Onun yazılarını okumam'' diyenler bile merak ediyordur.
Hatıram Olsun,