Kocaman bir ülkenin yer cücesi spor dünyasının hep farkındaydık. Gri bir kül tabakasının kapladığı yüzümüzde, sadece gözlerimiz seçilir oldu! Salladığımız zaman mangalda kül bırakmayan kelimelerimiz, külleri üstümüze başımıza bulamaç yaptı. Basketbol özürlü yaşamanın dayanılmaz ağırlığını nasıl hep beraber hissettik mi? Ta ciğerimizin ortasında! Partizan salonu, onlar, binlere. Binler, çokca binlere katlanmış! Her biri basketbol uzmanı! Seneler evvel bir Partizan maçında sorguladığım tribünlerde, seyirciler arasında, geçmişinde fiilen lisanslı basketbolcu sayısı yüzde 89. Hani müthiş bir ritimle bağırıp, yeri gökü yeksan eden çığlıklar var ya! Tamamına yakını basketbol oynamış. Basketbol soyunma odasının kokusunu iyi bilen insanlar! Ellerine top değmiş, parkelerde top sektirmiş.Nasıl tezahürat yapılır? Nasıl çığlık atılır? Hakem nasıl tesir altına alınır? Rakip nasıl etkilenir? Bu dersler bitmiş, dünyanın en müthiş seyircileri arasında gösterilen Partizan ekranlardan “İşte bu” dedirtti. Bizimkilerin tümü hangi spor dalında olursa olsun: Gazozuna bağırıp, ancak kendilerini eğlendiren tribün konukluğundan öte olmadıklarını bir kez daha gördük. Küfreden, koltuk söken, başkanına bağırıp çağıran, seyreden olmaktan öte geçemediklerini daha iyi anladık!
Tüylerim diken diken oldu. Sıradan bir takım olan Partizan ya şampiyonluğa aday bir kadro kurabilseydi! Kim çıkabilirdi bu salondan?
Yine de, ilk kez Efes Pilsen geçmişine saygılı bir oyun tutturdu. Smith 13, Rakocevic, onca küfüre rağmen 10, Kaya 8 sayıyı sıkıştırdılar ilk yarıya. Bizden giden Mc Calebb’in kimse farkında değildi. Ancak farkında mısınız? Adam gibi oynayıp, Sırplar'ı potamızın dibine yığıyor! Televizyon yayını muhteşem. Musa Çözen dahil, belli ki, kameramanlar ve yönetenler bile geçmişleri basket ile dolu! Seyretmekten çok keyif alıyorsunuz. Abartmalı olmadan tekrarlar ve pozisyonlar ne güzel ekrana yansıyor… Hep söylerim, spor yapan değil! Hiçbir şeyden mutlu olmayan: Sadece küfreden, sporu seyreden adam yetiştiririz! Ondan sonra bu konuda artık ümidimde kalmadı! Devre 46-48 Efes’in lehine biterken, Hiç de kötü oynamadığımız bir devreyi geride bıraktık. Ben Efes’in bu sene şu ana kadar, koşuşturduğu en iyi ilk yarılardan sayıyorum…
İkinci yarı basketbol meydan savaşı şeklinde geçti. Son senelerin en güzel, en heyecanlı ve basketbol kalitesi olan ve ilk saniyeden son düdüğe kadar heyecan dolu bir maç izlemedim. Seyirci tam basketbola müthiş katkı sağlayan altıncı oyuncu gibi varlığını hissettirdi. Savunmamız çok iyi değildi ama yine de bu atmosferde fazla bir şey söylemek istemiyorum! Smith bu takımın “olmazsa olmazları” arasına girdi! Faulleri daha iyi değerlendirsek işimiz kolaylaşırdı. Son 15 saniye kala 91-91 berabere ve Tohrnton iki faul atışı yapacak! Heyecan dorukta. İlki kaçtı! İkincisi sayı 91-92 bizim. Mola: Top onlarda! 8.9 saniye var! Faul yapmadık! Keşke yapsa mıydık? Kecman ikilik attı. 93-92 onlar önde 2.8 saniye var. Mola top bizde. Nachbar pası aldı uzak bir şut atamadı ve kaçan faullerle maçı kaybettik. Üzüldüm içim acıdı. Böyle bir maçı alıp müthiş bir avantajı kaçırdık. Ancak Efes bu senenin en iyi basketini oynayarak kaybetti. Alkışı hak ederken, basketbol ülkesi ve seyircisi sıradan bir takımı nasıl galibiyetlere taşıyor! Gördükçe hem heyecanlandım, hem garip duygularımla gecenin karanlığına doğru içimdeki sıkıntıyı, acıyı, dertlerimi ve basketbolumuz için tırpanlanan duyularımla: kendimle baş başa kalmak için gecinin kanarlığının içine yol alıyorum…



