Tekrar Merhaba,
Bu yazıma başlamadan önce çok önemli bir başarıyı elde edenleri kutlamak istiyorum. Öncelikle hem Galatasaray’ı, hem de Fenerbahçe’yi tebrik ediyorum. Kadınlar Euro Liginde final oynayarak, bir daha belki de tekrarı hiçbir branşta hiçbir zaman olamayacak bir işi başardılar. Galatasaray belki de her kulübün, her yöneticinin, her teknik adamın ve her oyuncunun rüyalarını süsleyen bir kupayı aldı. Fenerbahçe ve Galatasaray senelerdir süregelen bir rekabet ortamında birçok final maçı oynayarak bu günlere geldiler. Bu, inşallah bundan sonra da devam eder. Çünkü açık söylüyorum, bu iki kulübün iddialı olmadığı branş, hiçbir zaman arzu edilen seviyeye ulaşamaz. Bu başarıda Kadın Basketboluna gösterdiği ilgisi ve emeği ile TBF yetkililerini, kulüpleri ( özellikle de yaptıkları yatırımlarla Kadın Basketbolunu bu seviyeye çıkaran her iki kulüp ve onların yöneticilerini), antrenörleri ve hakikaten müthiş mücadele örneği sergileyen oyuncuları canı gönülden kutluyorum. Arkadaşımız Ekrem Memnu ile de ayrıca ve özellikle gurur duyuyorum.
Gelelim bu günkü yazıma. Değinmek istediğim konu aslında Avrupa’da, ya da şöyle söyleyeyim, gelişmiş ülkelerde sorun olmayan, ancak ülkemizde geçmişte sorun olmuş ve gelecekte de olmaya devam edecek olan bir konu. Nedir o;
KALİTEYİ SAĞLAMAK…
Kaliteli Türk oyuncusunun nasıl yetişeceği ve yabancı oyuncu sayısı.
Kaliteli oyuncu derken yanlış anlaşılmasın, kişisel kaliteden bahsetmiyorum. Teknik olarak diğerlerinden daha ileri seviyede demek istiyorum. Yanlış anlama ve algılamaları önlemek için, herkesi ilgilendiren bir konuda yazarken sözcükleri daha dikkatli kullanmak gerekiyor. Bir önceki yazımda bazı tanımlamaları yaparken yanlış ifadeler kullandığım hakkında haklı eleştiriler aldığım için bu yazımı daha dikkatli yazmaya çalışıyorum. Amacım kimseyi kırmak ya da çalışmaları hakkında yermek değil, sadece herkesin bildiği ortak problemleri bu işlerden daha az haberi olanlara bilgi olsun diye ve genel resmi ortaya koymak için, tamamen beni bağlayan şahsi düşüncelerime dayanarak yazıyorum.
(Bu arada önceki yazımda benim de üyesi olduğum Antrenörler Derneğin den bahsederken kısaca belirtmek için BAD yazmışım. Aslında resmi adı Türkiye Basketbol Antrenörleri Derneği, yani “TÜBAD” olacak. Dikkatsizliğimden ötürü özür diliyorum. Ayrıca bu kuruluşta özveri ile çalışan büyüklerimi ve arkadaşlarımı yermiyorum. Tam tersine o yazıda maksadım derneğin yetki donanımının eksikliğini belirtmekti. Bu arada bahsi geçen konuda bana göre halk arasında söylendiğinin tersine yetki alınmaz verilir. Derneğimizin yetki ve yaptırımlarının neler olabileceği ve bu yetkiyi ona ne şekilde ve hangi mercinin vereceğinin tartışılmasının en önemli konumuz olması gerektiğini düşünüyorum. Belki de bizi temsil eden kuruluş bir ” dernek” mi olmalı yoksa ABD ve birçok diğer ülkelerde olduğu gibi “sendika” mı olmalı diye düşünmek daha doğrusudur. Neyse eğer ilerde bu konuları irdeleme şansı olanlar olursa dünyada bu iş nasıl oluyor, bizde nasıl olabilir ya da daha neler olabilir ona bakarlar.)
Tekrar gelelim konumuza; İleriki yıllarda yabancı oyuncu sayısı kaç olmalı ? Bu konuda benim söylediğim doğru, böyle olmalı, şöyle olmalı diye bir fikir tartışması bana göre tamamen yanlış olur. Liglerimizdeki takımların bütçeleri, hedefleri, misyonları, sponsorların niyetleri ve bunun gibi birçok nedenden dolayı herkesi memnun edecek bir karar almak bana göre nerede ise imkânsızdır. Benim ilgilendiğim tarafı Türk oyuncuların basketbolumuzdaki rolüdür.
Söylenenler ve konuşulanlar, Türkiye Basketbol Ligi’nde, ya da Avrupa Liglerinde, oynayacak kalite ve sayıda Türk oyuncusu olmayışı ve olanların da ücretlerinin çok fazla oluşu hakkındadır.
AZ OLAN DEĞERLİDİR…
Aslında ücretlerin yüksek olması doğaldır. Az olan değerlidir. Bu işte oyuncuların suçu nedir ki. Düşünün, adam çok iyi oyuncu, en az 5 takım talip, ne diyecek “yahu biz de amma pahalıyız, ben iyisi mi en az verene gideyim, durduk yere piyasa yükselmesin” mi diyecek. Tabii ki hayır. Eee! Yeterli sayıda da Türk oyuncu yok.
EKOLOJİK DENGE
O zaman ne yapalım açalım kapıları yabancı oyunculara, bir taşla iki kuş vuralım, hem takımların gücü artsın hem de Türk oyuncular ucuzlasın, problemlerimiz de bitsin. (Bu arada bir yerde okumuştum, Bir zamanlar Amerika Birleşik devletlerinin bir eyaletinde, “Florida” da galiba “Virginia” şehri idi, neyse, şehirdeki çok sayıda ahşaptan yapılmış evleri, gemilerle orta Amerika’dan nakledilen ahşap malzemenin içinde bulunan kemirgen kurtçuklar istila etmiş ve nerede ise evleri çökme durumuna getirmiş. Meclis toplanmış, çare aramışlar ve Avustralya dan bu kurtları yiyerek yok eden sinekleri bol miktarda getirtip salmışlar. Operasyon başarıya ulaşmış ve tahta kurtlarının soyu kurutulmuş. Ancak bir müddet sonra sineklerin üremesi ile bilhassa nehir boyu yerleşim yerlerinde yaşanmaz bir durum oluşmuş. Bu seferde yine Güney Amerika tropikal bölgelerden bol miktarda kurbağa getirtip sineklerin kökünü kazımaya çalışmışlar. Uzun lafın kısası bu uzun bir müddet bu şekilde sürmüş. Yani kendi olanakları ile kurtçuk sorununa çözüm aramak yerine, ekolojiyi tamamen bozan geçici önlemlerle her seferinde başladıkları noktaya dönmüşler. Ben olayı benzettim. Benzetemeyenler ne alaka diyebilirler, sorun olmaz.)
75 MİLYONDA 30…
Sonra ne olacak, bu seferde Milli Takıma oyuncu seçerken, oyunun dörtte üçünde kenarda oturan 30 oyuncu arasından seçeceğiz. Yani 75 milyonluk ülkede futboldan sonra en popüler olan bir spor dalında 30 kişi den Milli Takım yarat. Eee, bu da olmaz.
O zaman ne yapacağız. Bütün dengeleri düşünerek ortak bir paydada birleşmek gerekiyor. “ Amma yuvarlak laf “. Biz de biliyoruz o kadarını, bunu söylemek için mi 90 satır yazı yazıyorsun, derseniz o da doğru. Öyle ise ben de fikrimi söyleyeyim. Kısa vadede bunun çözümü yok. Hayır, var derseniz üretilecek çözümler ne yazık ki 10 sene sonra bizi tekrar aynı noktaya getirir. Şimdi, bu konuda yazmış olan birçok değerli arkadaşlarımızın ve büyüklerimizin (özellikle Sn. Yalçın Granit ’in) sürekli vurguladığı bir şey var. Yeni ve kaliteli Türk oyuncuların yetişmesi. İşte çözüm bu. Oyuncu yetiştirilecek. Büyük organizasyonlarla. Büyük bütçelerle, zorla, sebatla, oyuncu yetiştirilecek. Bu işte rol pek tabi başta veliler olmak üzere, federasyona, kulüplere, antrenörlere, basketbol yazarlarına, sosyal medya basketbol yazarlarına, TV program yapımcılarına, taraftar guruplarına yani hemen bu konu ile ilgili istinasız herkese düşüyor.
EĞİTİM ŞART DA…
Ancak öyle “alt yapı antrenörleri neden oyuncu yetiştiremiyor” , “bu alt yapı antrenörleri yetersiz” ya da “neden alt yapı antrenörleri neticeden çok oyuncuya yönelik çalışma yapmıyor “ şeklinde konuşmalar doğru olmakla beraber maalesef bizi hiçbir yere taşımıyor. Bir kere öncelikle şunu net olarak belirtmek ve kabullenmek gerekiyor. Türkiye’de maalesef bugün okullarda uygulanan eğitim sisteminde, alt yapılarda bir seviyeye gelen ve nerede ise 50 kere milli olmuş birçok oyuncu üniversite imtihanı çalışmaları (yani dershaneler) ve sonrası üniversite eğitimi önceliği ile, zaten, ya basketbolu bırakıyor, ya da 2. Plana atıyor. Bir de alınacak yeni kararlarla yabancı oyuncu sayısı artarsa, 1.lig oyuncusu olma hedefleri birçoğuna göre, zaten zor, hatta nerede ise imkânsız olacağı için, oyuncu için nerede ise özendirici bir hedef kalmıyor. Dolayısı ile genç oyuncu ile ailesi önceliği ve ağırlığı yüksek öğrenime veriyor.
Bu arada yıllardır sağda solda sohbetlerde her zaman savunduğum bir konu var.
Her zaman denilen şudur; İyi oyuncu olmanın şartı alt yapıda iyi bir antrenör denetiminde iyi bir eğitim almaktır. Herkesin söylediği bu! Yani iyi eğitim al yeter. Olur mu, bu yeter mi? Bu o kadar kolay olsaydı yüzlerce basketbolcu yetişir, biz de bu konuyu hiç konuşmamış olurduk. Ancak Türkiye’de her şey çok basite indirgenir ve sanki çok kolaymış gibi konuşulur. Yok şu oyuncuyu şu antrenör yetiştirdi, bu oyuncuyu bu antrenör yetiştirdi gibi. Ondan sonrada alt yapı antrenörlerine “ sen de yetiştir “ derler.
Oyuncuyu bir tane antrenör yetiştirmez. Hele çoğunluk kulüplerde olduğu gibi kendini ispat etmek için deli olan genç antrenör arkadaşlarla. Oyuncu mu yetiştirecek, yoksa bulunduğu ligde iyi bir derece peşinde koşarak bir sonraki senesini garantiye almaya mı çalışacak. Her ikisini de yap, kolay mı, olur mu? Ne antrenör sihirbazdır, ne de oyuncu cambaz. Profesyonel olarak geçimini sağlamak için iyi bir oyuncu olabilmenin onlarca şartı vardır. İsterseniz herkesin bildiği şeyleri şöyle bir sıralayalım. Atletik bir oyuncu olmak için aileden gelen iyi bir genetik miras, fedakar bir aile desteği, basketbola ayıracak yeterli vakit, mesleğini seven çalışkan ve bilgili ve cesur bir antrenör, Türkiye Liglerinde ( A ) kategorisinde takımı olan bir kulüp, “A” takıma alınma şansı, “A” takımı teknik direktörünün onu beğenmesi ve ona sahada şans vermesi, oyuncunun şansını iyi kullanması, daha iyi kulüplerin yetkililerinin dikkatini çekmesi veya çektirilmesi. Sabaha kadar sayarım. Yani ne imiş her zar düşeş gelecek ( ya da en azından şeş beş ). O zaman olur.
GÖZLÜKLÜ, BİR ÇOCUK… KEREM GÖNLÜM…
Bir hatıra; TED Ankara Kolejinde A Takımı Antrenörlüğünü yaptığım senelerde, yanılmıyorsam 1997 – 1998 senesi idi. Benimle çalışan yardımcı antrenörlerim,bana, Üniversitelerarası Basketbol turnuvasına katılan, Ankara Üniversitesi takımında, çok uzun bir oyuncunun oynadığını söylediler. Hemen seyrettik ve ertesi gün o sırada kulüp başkanı olan Aytek Gürkan’ı ikna ederek oyuncuyu kulübe kazandırdık. Basketbola çok geç başladığı için iyi bir alt yapı eğitimi yok. Direkt “A” takımda eğitilecek. Boy 209 cm. kilo nerede ise 80 kg. Ayakta zor duran 19 yaşında, gözlüklü, incecik bir çocuk. İsmi “Kerem Gönlüm”.
Bu işte adı geçenler çok şükür hala sağ, isteyen sorabilir. 2 sene zarfında Kerem'le nasıl uğraşıldı, neler yapıldı, diyetinden, gözlüklerine, antrenman dışındaki ekstra çalışmalardan, okuluna kadar inanılmaz bir mesai. Antrenman öncesi bir yardımcı antrenörüm ile teorik çalışma, antrenman sırasında hep beraber takımla çalışma, antrenman sonrası o zaman bizim oyuncumuz olan “Viktor Brejnoi “ (eski Sovyetler Milli takımının kaptanı) ve yrd. antrenör ile ile bire bir çalışma ile her an uğraşıldı. Takımda boş vakti olan hemen herkes uğraştı. Sadece Kerem'i kazanmak için en az 3 – 4 maçı kaybetmeyi göze aldık. Tabii bu rahatlıkta Kulüp başkanı (Aytek Gürkan) ve yönetimin çoğunun eski basketbolcular olmasının ve bu uğraş için yapılanları onaylamalarının büyük etkisi vardı.
KEREM'İ BEN Mİ YETİŞTİRDİM?
Peki, sonra ne oldu? Tam iki sezon sonunda “ Ülker Kulübü” Kerem'i hakikaten o zaman için iyi bir bonservis parası karşılığı transfer etti ve böylece Kerem üst düzey basketbol oyuncuları kategorisine adım atmış oldu. Şimdi ben çıkıp da onunla uğraşan bu kadar insanı, ona basketbol oynama ve gerektiğinde maç kaybetme pahasına şans verme iznini veren yönetimi, ona her an her konuda yardımcı olan takım arkadaşlarını, ailesini, bizden sonra ona emek verenleri, yok sayıp “Keremi ben yetiştirdim” nasıl derim. Bütün bu yükü bir kişinin kaldırması mümkün mü? (Tabii bu arada Keremin de yeteneği tartışılmaz. Ribaund timing konusunda Avrupa’da eşdeğerini bulmak nerede ise imkânsız. Tamamen doğal yeteneği. )
Benim anladığım anlamda “iyi Türk oyuncusu” yetiştirmek, öyle, alt yapı antrenörü, oyuncu yetiştirsin diyerek olmuyor. Bu çok büyük ve zahmetli bir organizasyon işidir. Büyük ve zengin kulüpleri dışarıda tutuyorum, sen alt yapı antrenörüne, al arkadaş 750 lira oyuncu yetiştir dersen, o antrenör bırakın oyuncu yetiştirmeyi, o ücretle eğer varsa evinde kedi bile besleyemez. Ne yapacak, başka bir işte çalışacak, eğer vakit kalırsa yorgun argın ve ne zaman müsaitse iş çıkaracak. Olur mu?
TBF ÖNCÜ OLMALI
Bir şekilde TBF’nin başı çekerek bu işi programlaması gerekiyor. Şöyle bir fikir cimnastiği yaptığım zaman aklıma bir sürü “zihni sinir” proje geliyor. Bir örnek vermek gerekirse. Diyelim ki Federasyonumuz, devlet tarafından, kendisine devlet spor bütçesinden ayrılmış olan paranın bir miktarını şimdi sözünü edeceğim projeye harcamayı uygun gördü. Varsayalım yine Federasyonumuz tarafından belli kriterlere göre tespit edilen 16 ümit veren antrenörü, maaşlarını (iyi bir maaş) ve masraflarını, Federasyonun ödemesi teklifi ile kulüplere önerse. Herhalde kabul etmeyen kulüp olmaz. Bu antrenörler hem tecrübeli antrenörlerin yanında işlerinde pişerler hem de gelişmekte olan Türk oyuncuları birebir çalıştırırlar performanslarını takip ederler ve her konuda Federasyonumuzda kurulabilecek merkeze ve yetkililere aylık hatta haftalık raporlar verebilirler. Böylece hem lig takımlarındaki koçlara yardımcı olmuş hem de bu konuda genç takımda parlayan ya da A takıma yeni çıkmış ve herkesin ümit bağladığı ama bir sürü eksikleri olan oyunculara her konuda yardımcı olurlar.
Yoğun çalışma ile her kulüpten her iki senede bir oyuncu ortaya çıksa bize yeter de artar bile. Bu proje daha sonra ikici ligde de uygulanabilir.
MİLLİ TAKIM KULÜBÜ
Bir başka proje, hala uygulama devam ediyor mu bilmiyorum ama, bir zamanlar Voleybol federasyonunun bayanlar kategorisinde uyguladığı proje olan “milli takım kulübü” , kurulup başlangıç olarak 2.Türkiye liglerinde mücadele ettirilebilir. Tabi o projenin de bir sürü eksiği olabilir ama en azından benim takip ettiğim kadarı ile bu gün o takımdan bir sürü kaliteli oyuncu şu anda Kadınlar Voleybol Liglerinde mücadele ediyor.
Tabii bütün bu projeler ciddi maddi kaynak gerektiriyor. Fakat bu maddi kaynak hiçbir zaman Türk basketbolunun boyunu aşacak bir miktarda değil. Liglerimizin maddi değerini, federasyonumuzun yıllık bütçesini, sponsorlar ve katkılarını düşünecek olursak eğer, herhangi bir proje için sorun olmaz diye düşünüyorum. En azından her hangi bir projeyi belli bir müddet denemekte yarar var. Şimdi bütün bunları bir sürü insan her gün düşünüyor, belki de faaliyetler zaten vardır. Ben sadece sesli düşünüyorum.
Tekrar belirtmekte yarar var, Bu sitenin sahibi istediği ve müsaade ettiği sürece, kısmet olursa ve içimizden gelirse yazarız. Alakadar olan, değer veren okur, beğenmeyenler hiç okumamış gibi yaparlar.