NBA’de ilk çeyreği geride bıraktık. Batı’da Golden State, Phoenix açık ara önde. Utah Jazz hemen arkalarında. Yerleri değişebilir ama ilk üç sıranın bu şekilde kalacağını düşünüyorum. Houston, Oklahoma, Pelicans ve Spurs dışında kalan takımlar en azından play-in yarışı içinde. Doğu’da ise çok daha büyük rekabet yaşanıyor. Orlando ve Detroit dışında kalan her takımın iddiası var. 13. sıradaki Indiana play-off sınırındaki Charlotte arasında sadece 4 galibiyet fark var. Bu yakın takibin sezonun sonuna kadar sürmesini bekliyorum. Doğu’nun play-off yolu çok engebeli.
Phoenix koptu gidiyor
Sezona 1-3’le başlayan Phoenix Suns, peş peşe 16 maç kazanarak Warriors’un bir maç gerisinde Batı zirvesine yerleşti. Galibiyet serisinin büyük ölçüde zayıf takımlara karşı olması Suns’ın gücü hakkında ‘zirvede olması ne kadar gücüyle alakalı?’ diye düşünmeme neden olmuştu. Ancak son oynadıkları maçta Brooklyn Nets’i deplasmanda yenerek ilk mesaj maçını kazandılar. Şimdi önlerinde önce içeride ardından 3 gün sonra deplasmanda oynayacakları iki Golden State maçı var. Bu maçlar ve arkasından oynayacakları Wizards maçı Phoenix’in gücünü test etme maçları olacak. Gelelim Phoenix’in saha içi performansının detaylarına: Geçen seneden farklı oynamıyorlar. Yeni isimler Landry Shamet ve JaVale McGee kısa süre oynamasına rağmen iyi katkı veriyor. Chris Paul tempoyu iyi ayarlıyor ve sistemin anahtarı durumunda. Süratli ve rakibin en zayıf yönüne hücum ediyorlar. Cameron Payne yedekten gelerek enerji katıyor. Miles Bridges, Jae Crowder ve Camoren Johnson’dan oluşan kanat rotasyonu hem savunma hem de hücumda etkili. De Andre Ayton istediği kontratı alamadı ama konsantrasyonu tam. Suns yüksek yüzdeyle orta mesafeden skor buluyor. Üç sayı yüzdeleri de isabetleri de düşük. Normalde zirve adayı bir takım için ciddi problem olabilecek bu eksiklik çok iyi top çevirmeleri ve kaliteli hücumu bulmalarıyla aşılıyor. Phoenix’in ofansif verimlilikte ilk 5 içinde yer alması hücumun üç az üç sayı atarak da sürdüğünün ispatı. Ancak bu olumlu gidişat Chris Paul ve Devin Booker’a bağımlı. Paul tempoyu ayarlıyor, rakibin savunma zafiyetine hücum ediyor, Booker da orta mesafeden birebirlerle skoru sırtlanıyor. Phoenix’in önü çok açık ama Paul ve Booker ikilisi sağlıklı ve formda olması şartıyla.
Kiminin talihsizliği kimine fırsat
Denver Nuggets için iyi başlayan sezon üst üste gelen sakatlıklarla kabusa döndü. İlk dördü zorlayan Denver play-in potası içinde kalmaya çabalıyor. Jamal Murray sezona sakat girmişken Michael Porter JR ve PJ Dozier büyük ölçüde sezonu kapatacak şekilde sakatlandı. Takımda Monte Morris ve Nikola Jokic dışında birebir üretebilen oyuncu neredeyse kalmadı. Özellikle yedekten gelerek birebir oynayacak oyuncu eksikliği göze çarpıyordu. Koç Michael Malone çare olarak çaylak Bones Hyland’ın süresini ve rolünü arttırdı. 2000 doğumlu oyun kurucu 14 maçta 15 dakika sahada kalarak 7.2 gibi azımsanmayacak bir skor katkısı yaptı. Daha çok üç sayı ağırlıklı hücum eden Hyland’ın genel şut yüzdesi düşük. % 36’yla şut sokuyor. Ancak şut stili ve özgüvenli top kullanımı NBA temposuna ayak uydurdukça yüzdelerin artacağının sinyalini veriyor. Savunmada aşama yapmalı. Asist katkısı da çok az. Daha çok kendine oynuyor. Çalışmayı sürdürdükçe bütün bu eksikleri giderebilir. Önemli olan omuzlarına binen ekstra yükü belli oranda sırtlayabilmesi. Bir çaylak için umut verici başlayan Bones Hyland, birkaç maçtır bilek sakatlığı nedeniyle oynamıyor ama sakatlığı ciddi değil. Gün gün takip ediliyor. Her an oynayabilir. Rotasyonu iyice daralan Nuggets’ın onun üretkenliğine ihtiyacı var.
İyiye gitmeyen gidişat!
Draft olduğundan beri tartışılan Zion Williamson sakat girdiği sezonda antrenmanlara başladı. Tam olarak dönüş tarihi belli olmasa da yakında oynaması bekleniyor. Antrenmanda çekilmiş aşırı kilolu halini görmesem bu habere sevinirdim ama Zion kilo vermiş gibi durmuyor. Atletizm temelli bir oyuncu için 130 kiloyla bu kadar süratli oynamak çılgınlık ama 21 yaşındaki basketbolcu belli ki bu konuda uyarılara kulak asmıyor. Geçen sene stiline hiç de uygun olmayan bir sistemde oynamasına rağmen 27 sayı, 7.2 ribaunt ve 3.7 asist ortalamalarıyla bayağı iyi sezon geçiren Zion’un işin hücum düşük şut yüzdesi dışında eksiği yok. Zamanla şutu düzelecek gibi görünüyor. Müthiş atletizmiyle savunulması imkânsız bir görüntü çiziyor. Rakip savunma ne yaparsa yapsın 130 kiloluk ağırlığıyla adeta tank gibi ezip geçiyor. Tam 130 kilo! İşte Zion Williamson’un uzun bir basketbol kariyeri, diz, bilek ve bel sağlığı ile arasındaki en büyük engel. 2.5 yıllık NBA kariyerinde 90 maç kaçırdı ama ders almıyor. Zion bu umarsız tavrına rağmen Pelicans’tan seneye maksimum kontrat alır. Sıkça dile getirdiği New York’da oynama isteği ağır basar Knicks’e yeşil ışık yakarsa onlar da kayıtsız kalamaz. Elde avuçta ne var verip almak isterler. İşte bu güç 21 yaşındaki çocuğu aldatıyor. Bunların hepsi olur ama Zion kilo vermemekte ısrar ederse 30 yaşını bulmadan muhtemelen 10. ciddi sakatlığı sonrası gözyaşları içinde basketbolu bıraktığını açıklamak zorunda kalır.
Uzun adamın dönüşü
ESPN'den Adrian Wojnarowski’nin yazdığına göre De Marcus Cousins, Milwaukee Bucks’la garantili olmayan 1 senelik anlaşmış. Tam olarak ihtiyaç duyulan oyuncu değil. Sakatlıklar sonrası savunmada etkisiz bir oyuncuya dönüştü ama oyun bilgisi ve şut yeteneğiyle 10 dakika iş görür. Brook Lopez’in sakatlığının uzamasıyla boyalı alanda alternatifsiz kalan Bucks için fazla seçenek yoktu. Yaşadığı onca sakatlığa rağmen asla pes etmeyen NBA emekçisi bir oyuncuya oynama şansı tanımaları güzel oldu. 208’lik oyuncudan fazla beklentim yok. Sakatlanmadan veya by out edilmeden bir sezon geçirsin yeter.