18 Aralık 2025, Perşembe
spot_img
Ana SayfaDİĞERARŞİVBüyük başarının kamera arkası

Büyük başarının kamera arkası

Dünya Basketbol Şampiyonası’nda bir rüya gerçek oldu ve Türkiye final oynadı. Tüm Türkiye’nin ekranlara kitlendiği unutulmaz maçlarda kulağımız Murat Murathanoğlu ve İhsan Bayülken’de, maç sonlarında ise Irmak Kazuk’taydı. Alınan galibiyetlerin sevincini aktaran, maç öncesi ve maç sonrasında takımdan bize haberler getiren üçlüyle Boxer Dergisi'nden Pınar İlik bir röportaj gerçekleştirdi.
Şu ana kadar pek çok basketbol maçı ve şampiyona anlattınız. Ev sahipliği yaptığımız Dünya Basketbol Şampiyonası’nı anlatmak nasıl bir duyguydu? Diğerlerinden farklı heyecanları var mıydı?

Murat Murathanoğlu: Ben organizasyon komitesinde de yer aldığım için hem saha içini, hem saha dışını yaşadım. Çok iyi olmayan bir hazırlık dönemi geçirdik. Ama açılıştan başlayarak insanların olumlu geri dönüşü maçlar ilerledikçe bana moral verdi. Ben biraz duygusalım. Hayatımdaki olumsuzluklar gerektiğinden fazla etkileyebiliyor anlatımımı. Milli maç olunca zaten daha da duygusal oluyorsun. Geri dönüşler ve takım da iyi olunca, ben de çok rahat anlattım. Benim tek üzüntüm finalin bir gün sonra oynanması oldu. ABD çok kolay bir yoldan finale gelirken biz yarı finalde can alıp can verdik. Japonya’daki gibi bir gün ara olsa ABD’yi yenebilecek havayı yakalamıştı takımımız. Ben bile bitmiştim, oyuncuların ne şekilde olduğunu siz düşünün. Çok güzel oldu ama her şey.
İhsan Bayülken: Bizim için hedef turnuvaydı, altı senedir buna hazırlanıyorduk. Hazırlık döneminde kafamızda soru işaretleri vardı. Sakatlıklar da tadımızı kaçırdı. Ama maçların başlamasıyla birlikte takımın takım olarak, hep birlikte mücadele etme kararı vermesi önce maçlara, sonra basketbolseverlere, sonunda da Türk halkına zincirleme bir reaksiyon şeklinde yayıldı. Bunun diğer bir nedeni de organizasyonun dört dörtlük olmasıydı. Beklentinin artmasıyla coşku ve stres de arttı. Artık Sırbistan maçını anlatırken biz de kendimizden geçtik. Bu ihtiyacımız olan bir şeydi. Hedef turnuvada hedefimize ulaştık. Ülkemizde yapılan bir şampiyonada bunun içinde olmak da bize ayrıca keyif verdi.

Özellikle Yunanistan maçında hakemlerle ilgili çok fazla konuştuğunuza dair eleştiriler geldi. Bu profesyonelliğin önüne milli duyguların geçmesinden mi kaynaklandı?

 
M.M: Ben o maça çok dolu çıktım. Önceki gün Porto Riko’nun aynı hakemle Yunanistan’a adeta kurban edildiğini, FIBA’ya dört sayfalık şikayet mektubu verdiklerini ve o akşam Yunanlıların FIBA’ya aynı hakemi bizim maça koydurduğunu öğrendim. O hakem geçmişte de bize çok büyük problemler yaşatmıştı. “Bu hakem bizi yaklaştırmayacak” diye hissediyorsun. Basketbolda art niyeti saklamak çok kolay, yoruma çok açık pozisyonu var. Biz o maçı kazansak da, kaybetsek de, Jungebrand’in başka bir maçımıza verilmesini istemiyordum. Hakem bizi katlettiğinde kimsenin sesi çıkmıyor, ama bizim lehimize tek bir düdük çalsa kıyamet kopuyor. Ev sahibinin lehine bir iki düdük de sorun değildir.
İ.B.: Eleştirenler Porto Riko-Yunanistan maçını izlese çok daha farklı bir pencereden bakacaktı. Son dört dakikada Yunanlıların normal basketi yok. Hep faul çizgisinden. Bizim maçta Hidayet’e aynı pozisyonlar olduğunda düdük çalmadı. Tanjevic de kenardan alkışlayarak Jungebrand’a tepkisini gösterdi. Olayın içinde olunca hakemlerin de düşünce yapısını ister istemez yakalıyorsunuz. O da yorumları etkiliyor.

Grup maçlarından sonraki karşılaşmalarda tansiyon çok daha yüksekti. O anlatımı nasıl etkiledi?
İ.B.: Ankara’da bir tek Yunanistan maçı farklı bir konumdaydı. Diğerleri istediğimiz şekilde gelişti. Fransa ve Slovenya maçları çok farklıydı. Zaten Slovenya maçının izahı yok. Müthiş oynadık. Yarı finalde o yüzdelere erişmek inanılır gibi değil. Öyle bir ortam oldu ki oyuncular da kendilerini kaptırdılar. Sırbistan maçında doruk yaptık ve sanki final gibi oynadık. Onun sıkıntısını da finalde yaşadık. Sırbistan’dan sonra çok dinlenme süresinin olmaması da tetikledi. ABD’nin oyun tarzı da Avrupa takımlarından çok farklı. 7-8 saniyede gelip topu atıyorlar. Bir de bizi Fransa ve Slovenya maçlarında rahata alıştırdılar. Üçüncü periyodlarında konuşacak konu bulamadık.
M.M.: Sırbistan turnuvanın en iyi maçını bize karşı oynadı. Oyun kurucu Teodosic ilk defa koç Ivkovic’le didişmeyi bıraktı. Ben anlatırken onu hissediyorum. İlk defa 40 dakika oynadı bize karşı.
İ.B.: Bizim Sırbistan’ın kontrol ettiği maçta o kararlılığı gösterip maçı kazanmamız kolay rastlanabilir bir şey değil. Başrolde de, 2001 Avrupa Şampiyonası’nda en çok eleştirilen Kerem Tunçeri…


Yarı final maçındaki o son dört saniyeyi anlatır mısınız?
M.M.: Indianapolis’ten itibaren bizim hep şanssız maçlarımız vardı. Şans ilk defa bize güldü. Top da o gün bizi hiç sevmedi. Tamamen şans. Kerem’in o kadar hazır olması onun profesonelliğinin, konsantresinin göstergesidir. Ben Ivkovic’in bir 40-50 maçını izlemişimdir. 0.5 saniyede Perovic’in zarar vermesi mümkün değil. Çok hantal bir oyuncu. O Semih’in dikkatini çekti. Arkasında da Velickovic vardı. Ben orada “Semih arkana bak” falan demişim. O müdahele etmese kesin basketti.
Irmak Kazuk: Normalde benim maçın sonuna doğru ses provası verip kenardan izlemem gerekiyor. Ona göre soru sormalıyım çünkü. Ama o gün izleyemedim. Geriye düştük, ben aşağı indiğimde iyi bir seriyle geri geldik ve sonrasında her baskette gözlerim doldu. O havayı soluyup, o mücadeleyi görünce herkes aynısını yaşamıştır zaten. Son saniyeleri bakmadan, yayından dinledim. Yine bizi yenecekler diye düşünürken molada fenalık geçirdim. FIBA görevlisi, televizyoncular beni sakinleştirmeye çalıştı. Kulağımda yayın, yere bağdaş kurup oturdum. Kerem’in basketiyle salona koşup Erkan Arseven ve İsmail Şenol’a sarıldım. Zaten onlar ağlıyordu o sırada. Tanıdık tanımadık herkes bir güruh halindeydik. Son molada toparlanıp, yayına hazırlandım ben de.
Daha sonra dönüp siz oradaki anlatımınızı tekrar izlediniz mi? Nefesiniz kesilmiş çünkü.

 
İ.B.: Ben kendimi tanıyamadım. Ama sadece biz değil, orada herkes kopmuştu. Kimse sonunu izleyememiş ki…
M.M.: Totem yapanlar vardı. O kadar maç anlattım. O pozisyondan sonra aklıma sürekli “Kerem Tunçeri” demekten başka hiçbir şey gelmedi. Çünkü tarif edemezsin onu.
İ.B.: Biz bir tarihe şahitlik ettik.
M.M.: Ben de anlatmıyor olsam kesin evde gider totem yapardım, izlemezdim. Tabii 75 milyon insana da “Kusura bakmayın, totem yapacağım, bana izin” diyemiyorsun.
I.K.: Sırbistan beni hep çok korkutuyordu. Şansımız tutmuyor, saha içinde işin cinliğini çok iyi biliyorlar ve oyundan hiç kopmuyorlar. Son düdüğe kadar maçı kazanma ihtimalleri hep var. Ben acayip gergindim. O yayında da ağlamamak için zor durdum.
Sonrasında da oyuncuları yayına aldığınızda hep birlikte zıpladınız…
I.K.: O zıplama anı kesinlikle organize bir şey değildi. O anda kendimi kaptırdım, çünkü bir aydır arkadaş olduğum insanlarla iyice yakınlaşmıştım. Çok zor bir yayındı çünkü orada ağzından çıkan tek bir kelime yüzünden çok güzel bir anı, çok kötü bitirme riski var. Ama oyuncuların coşkusu inanılmazdı. Samimi olmasam biraz sırıtabilirdi bu tabii. Cebimden telefon fırladı zıplarken, Ender alıp kulağına götürdü hatta. O ara reji de ona cevap verse baya enteresan olabilirdi.
Oyuncularla bu samimiyetiniz nerden geliyor?
I.K: Ben yıllarca İTÜ altyapısında 79-80 jenerasyonundan oyuncularla karşılıklı oynadım. Kerem Tunçeri ve Hidayet’le çok oynadık. Sinan’la birlikte büyüdük. Ağabeyi benim takımdan arkadaşımdı. Ben de oynadığım için onların neye, nasıl reaksiyon vereceğini de biliyorum. Antrenmanlarda, dışarda görüştüğümüzde, çekinecekleri şeylerden uzak durmaya çalıştığım için hepsi dostum oldu. Diyalogumuz bu şekilde güçlendi.
Maç öncesi ve sonrası yaptığınız röportajlarla o coşkuyu seyirciye siz yansıttınız ve artık herkes sizi tanıyor. Geri dönüşleri olmaya başladı mı?
I.K.: Benim için çok güzel bir dönem geride kaldı. Çok enteresan da tepkiler geliyor. İsmimi bilmiyorlar ama “Sen o zıplayan çocuksun, değil mi?” diye geliyorlar. Oyuncularla gözüksem demek artık tanıyacaklar. Gelip güzel şeyler söyleyenler oluyor. Ben hala nasıl tepki vereceğimi bilmiyorum. Bu konularda biraz utangacım.


Şampiyonadan sonra en önemli eleştiri konusu takıma verilen prim oldu. Hidayet’in “Maddi manevi destek bekliyoruz.” cümlesini iki kere kurması tepki çekti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
I.K.: Hidayet kaptan olduğu için bu konuda sözcülük yaptığını düşünüyorum. Miktar çok tartışıldı. Başarının çok önüne geçmeye başladı. Ben hak ettiklerini düşünüyorum. Bu cümle ilkinde kalsa bu kadar büyümezdi olay. Özellikle ödülü alırken Başbakan’ın takdim şekli de bunu biraz etkiledi.
M.M: Bence zamanlama yanlıştı. Onu söylediğinde millet kendinden geçmişti. “Bu durumda para mı düşünüyor kaptan?” diye düşünüldü. Parayı da hak ediyorlar.
İ.B.: Öyle bir ortam oluştu ki, herkes çok üst noktaya çıktı bir anda. Daha önce bunun verilmiş bir örneği yok. İlk defa olduğu için insanların reaksiyonu bilinmiyordu. Primin bu kadar yüksek olmasının en büyük nedeni bence şampiyonanın Türkiye’de olması.Başka bir yerde olsa bu kadar ses getirmeyecekti.
M.M.: Hidayet bunu artıya çevirebilmek için parayı alınca basın toplantısı yapıp bağışladığını söyler.
I.K.: Hidayet senelerdir NBA’de oynuyor. Aldığı paraları da herkes biliyor. İhalenin ona kalması da insanları rahatsız etti.
FIBA şampiyona sonrasında birtakım cezalar verdi. Bunun Ankara’da Başbakan geldiği için sahaya ponpon kızların çıkarılmamasından kaynaklandığı yazıldı. Perde arkasında bizim bilmediğimiz neler oldu?

 
M.M.: FIBA bizden 12 Dev Adam marşının başka saha içi organizasyonları yerine daha çok çalınması nedeniyle savunma istedi. Ponpon kızların çıkarılıp çıkarılmaması ile ilgili sadece verilen programda neden değişiklik yapıldığına dair soru sordu. Marşın bu kadar çok çalınmaması lazımdı. Başbakan geldi diye de öyle bir şey yapıldığını sanmıyorum. Bakış açısı, inançları ne olursa olsun buradaki amaç Türkiye’yi bütün dünyaya son derece modern bir ülke olarak tanıtmaktı. Reklam kampanyamız bile turizm ağırlıklydı.
Federasyon başkanı Turgay Demirel’in prim mevzusu tartışılırken bir gazeteye verdiği demeçten dolayı Halter Federasyonu isyan etti. Bu demeçlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

 
İ.B.: Bu bizim için çok sıradışı bir başarı oldu. Başarıyı daha sindiremedik. Bu konularda örnek olmaması herkesin kendi penceresinden bakmasına neden oluyor. 12 Dev Adam’ın başarısı diğer branşların da daha planlı programlı, daha Avrupa-dünya arenasında başarıya endeksli olmasını sağlayacak. O zaman devlet de bundan sonra ödül yönetmeliği gibi yeni düzenlemelere gidecektir.
M.M.: Bunlar çok büyük başarılar çünkü takım başarıları. 12 tane birbirinden çok farklı insanın bir bütün gibi çalışması, aynı şeye odaklanması çok önemli. İşin bizim tarafımızdan en zor tarafı dünyada en çok izlenen iki sporu yapıyoruz ve onlar da takım sporu. Başkan ondan bahsetmeye çalışıyordu, yanlış konuştu. Ne halteri, ne atletizmi küçümsediğini zannetmiyorum. Takım sporlarında bu noktalara gelmenin bireysel sporlardan daha zor olduğunu ben de düşünüyorum.

Yayına yansımayan sizin çok stres yaşadığınız ya da çok güldüğünüz neler oldu?
I.K.: Yunanistan maçının devre arasında ömrümden ömür gitti. Son dakikada Ankara bürodan aradılar. İki ülkenin Dışişleri Bakanı’nın maça geleceğini ve benim onlarla yayın yapacağımı söylediler. FIBA organizasyonunda akreditasyon kartımızla çok kısıtlı alana girebiliyoruz. VIP’ye, bakanların yanına gidemiyoruz. Onları ayağımıza çağırmak da imkansız. Sonunda devre arasında onlar geldi yanımıza. Çok zor bir yayındı.
İ.B.: Murat Bey de yayın boyunca iki şişe buzlu su içtiği için genellikle tuvalet sorunu yaşanıyordu.
M.M.:Şampiyonanın son günü gözyaşları içinde zor gittim zaten. Buzlu su olmadan maç anlatamıyorum. Final maçında seramoni de yapıldı. Uzatmalı maçlarda bile zorlandığım olur, vücudum öyle alışmış. Orada tuvaletler de çok uzaktı. Yayını alır almaz tuvalete koştum.
İ.B.: Irmak Bey’in de turnuva öncesi ve sonrası kilosu da var…
I.K.: Evet 15 günde koşturmaktan, stresten altı kilo verdim.
Alınan sonuç Türkiye basketbolunu nasıl etkiler? Şimdi ne yapmak lazım?
M.M.: Şimdi Anadolu’daki çocuklara basketbolu sevdirip, oyuncu yetiştirmek gerekiyor. Slovenya 2,5 milyon, Litvanya 3 milyon nüfuslu; inanılmaz oyuncuları var. Biz 75 milyonuz hala kendimizi Hidayet ve Mehmet’le dünyaya tanıtıyoruz. Sponsorluk yayılırsa, yetenekli çocuklar ortaya çıkarılır ve eğitilebilir.
İ.B.: Bu sene ligde dört takım dışında hepsi Anadolu’dan. Bu basketbolun Anadolu’ya yayılmasını sağlayacaktır. Avrupa’da oynayan takımlarından da kulüp başarısı gelirse basketbolu yukarı çekebiliriz. Bizim takımımızda 90-91 jenerasyonundan kimse yoktu. Kısa pozisyonu için özellikle oyuncu kazandırmamız gerekiyor.
Diğer ülkelerin de seyircilerini gördünüz. Grup maçlarında 6 bin Sloven vardı, Litvanyalıların çok organize bir taraftar grubu vardı. Salondaki Türk seyircisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İ.B.: Ankara’da o coşkulu basketbol seyircisini yakaladık. İstanbul’da etkili seyirci salonun tepesinde kaldı. Bir pota arkası medya için ayrılmış, diğeri VIP’ti. Salonun akustiği de çok iyi değildi, baskıyı veremiyordu. Seyircinin etkisi düştü. Ama Sırbistan maçında çok etkiliydi. Basketbolu seyretmeyi seven, bilet parasını verip gelen kişiler aşağıdan seyretseydi katkısı çok daha farklı olurdu. En çok Litvanyalılar göze batıyordu. Arjantin seyircisi çok muazzamdı. Arjantin seyircisi sonuçtan çok takımı desteklemek bir kültür olmuş. Sonuca endeksli yaparsak, zemini oluşturamayız biz de. Biz oralarda problem yaşıyoruz.

BENZER HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -spot_img

Son Haberler