Aslında iyi bildiğiniz bir öykü bu… Hani topal karınca hacca gitmek istemiş de yollara düşmüş ya… Karşısına çıkanlardan biri “Yahu sen bu halinle hacca gidebilir misin?” diye cesaretini kırmaya kalkınca, “Olsun, gidemesem de yolunda ölürüm” cevabıyla asırları aşıp, bugünlere, bize kadar ulaşmış. Kulağımıza küpe olacak cümlenin sahibi olmuş. İşte o topal karıncadan söz ediyorum…
Basketbolda altyapı zor iş, belalı iş… Arayıp, tarayıp yetenekli çocukları bir araya getireceksin. Sonra onları eğitecek, takım halinde basketbol nasıl oynanır, onu öğreteceksin. Ergenlik çağında her birinin ayrı sorunu olacak; kimi öğretmeniyle, kimi babasıyla, kimi arkadaşıyla, çoğu da dünyayla kavgalı olacak. O kavganın ortasında becerilerini geliştirip, yaşıtlarıyla girdikleri rekabetten üstün çıkabilmeleri için onlara bir şeyler öğretmeye gayret edeceksin. Disiplinden hoşlanmayacaklar, kafalarına göre takılmak isteyecekler. Fazla üzerine gidersen küsen, bırakıp giden olacak. Bu arada oğlunun Lebron James olmasını arzu eden, arzu etmekle kalmayıp öyle olacağından emin olan anne-babaların ayaklarını yere basması için sabah-akşam dil dökeceksin. Ve bütün bunların neticesinde gün gelecek, hiçbir yere varamayacaksın. Gözün gibi baktığın takımın hedeflerine erişemeyecek, kadrondan tek bir oyuncu bile üst liglerde forma giyemeyecek, adının önüne “basketbolcu” sıfatını ekleyemeyecek. Yılmayacak, tekrar başa döneceksin.
İnsan yetiştirmek böyle bir şey… Mitolojideki Sisyphos gibi kayayı ta aşağıdan en tepeye çıkarabilmek için vargücüyle, teriyle, kanıyla, canıyla didinip duran bütün yetiştiricilerin emeği kutsal elbette… Ama bazılarının diğerlerine oranla daha şanslı olduğunu kabul etmemiz gerek. Örneğin, basketbolda herkesin ezbere bildiği bir marka haline gelmiş, sadece yurt içinde değil, yurt dışında da tanınan, büyük bütçeli, müzesi kupalarla dolu, saygın bir kulübün altyapı organizasyonunda çalışıyorsanız avantajlı olduğunuz aşikâr. Ama ya A takımı bile olmayan, sadece gençlerin sporla tanışması için kurulmuş, eğitimle sporu bir arada götürmeye çalışan, kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bir altyapı kulübünde ter döküyorsanız? O zaman yukarıda tanımlamaya çalıştığım ve “zor” dediğim koşulları üçle, beşle çarpmanız lazım.
İtiraf edeyim, son yıllarda altyapı organizasyonlarını takip etmeye, yıldızlar veya gençler kategorisinde maç izlemeye zaman ayıramıyorum. “Öyleyse niye burada ahkâm kesiyorsun?” diyenler çıkacaktır. Açıklayayım; Gelişim Koleji’nin yöneticisi Namık Yazlar çok eski dostumdur. Aramızda uzun mesafeler olsa da (araya okyanusun girdiği bir dönem bile oldu) konuşur, yazışır, dertleşiriz yıllardır… Altyapıda kısıtlı kaynaklarla emek verenlerin neler çektiğini, çoğunlukla ondan dinlerim. Gelişim, İzmir’de çok iyi bilinen bir okul, basketbol âleminde saygın bir markadır. Yaklaşık 20 yıldır parkelerde ter döken bu kulübün çocukları şimdiye kadar hiç Türkiye Şampiyonu olamadılar. İçlerinden NBA’ye giden veya A Milli Takıma kadar yükselen de çıkmadı. Fakat Gelişim sabırla, sebatla, emekle üretmeyi, insan yetiştirmeyi sürdürdü. Sürdürüyor.
İşleri hiç kolay değil, biliyoruz. Yetenekli çocukların ailelerini ikna etmek için öne sürebilecekleri ardında yüz yılı aşkın tarih olan kulüplerden değil onlar. Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, Karşıyaka veya Darüşşafaka’nın avantajlarına sahip değiller. Ya da Efes, Tofaş, Türk Telekom gibi dev bütçeli, köklü kurumların olanaklarına… Bu dezavantajlara karşın, okulun kurucusu, kulübün başkanı Serdar Öner’in vizyonu ve spor aşkı sayesinde yıllarca ikinci ligde (şimdiki adıyla TBL) sportmence mücadele eden bir takımları oldu. Koşullar ağırlaşıp, rakiplerin bütçeleriyle yarışamayacaklarını anlayınca birkaç yıl önce çekildiler. Sadece altyapıda faaliyet göstermeyi seçtiler.
Geçen yıl BGL’de deneyimli koç Cem Akdağ’ın yönetiminde dikkat çeken oyunculardan kurulu bir takımları vardı. Sezon sonunda oyuncuları kapışıldı dersek yanlış olmaz. Arda Duraklar, Amerika’dan burs aldı. Özgür Cengiz Tofaş’a, Faruk Yerkazanoğlu ile Emre Girgin Darüşşafaka’ya, Mehmet Atalan Bursaspor’a gitti. Antrenör Cem Akdağ da Tofaş’taki altyapı projesinin başına geçti. Yeniden en başa dönüp, kayayı tepeye taşıma zamanı gelmişti. Yaz boyu yazışmalarımızda Namık’ın karamsarlığını hissedebiliyordum. Bir önceki yılın çok gerisinde kalacaklarını düşünmeye başlamıştı sanırım. Antrenör olarak Efe Can Önal’la anlaşmaları ve hemen ardından sezonun açılmasıyla bu hava dağıldı. Genç Efe Can Önal, çocuklarıyla beraber büyüyen bir baba misali, her hafta yeni bir şeyler deneyimleyerek, kâh gülüp kâh ağlayarak düşe kalka ilerledi ve takımı hiç beklenmedik bir yere taşıdı.
Fazla uzatmayacağım: Gelişim Koleji’nin Çarşamba günü Darüşşafaka’yı İstanbul’yenerek BGL play off’larında yarı finale çıktığını duyunca, bir damla sevinç gözyaşı geldi, kirpiğimin kenarına oturdu. Buralara nasıl geldiklerine an be an tanık olamasam da, topal karıncanın bu çetin yolda nicedir ne şartlarda yürüdüğünü biliyorum. İstedim ki, onların pek çok kişiye ilham verebilecek, moral aşılayabilecek bu güzel öyküsü uçup gitmesin. Hiç değilse birkaç paragrafla kayıtlara geçsin, sizlere de ulaşsın.
Kaynak: Basketfaul