Kadın basketbolunun yakın takipçisi değilim. İşte son iki yıldır muhteşem kadrolarıyla Galatasaray-Fenerbahçe maçlarında yaşanan heyecan ve Potanın Perilerinin elde ettiği Avrupa ikinciliği beni galeyana getirdi ve sonunda kadın basketbolu ile ilgili bir yazı yazayım dedim.
Dedim demesine, yazdım yazmasına ancak Galatasaray Medical Park Basketbol Şubesi Sportif Direktörü sevgili Murat Tümer “Fenerbahçe’den bize önerilen hiç bir bayan oyuncuyu almayacağız” açıklamasını yaparak yazıyı gereksiz kılmayı başarmış. Esasında Murat açıklamayı benim yazıyı yazdığım gün yapmış ama kadın basketbolunun çok yakın takipçisi değilim demiştim ya! Yazıyı da göndermiş olmuştum. Neyse hem Kadınlar Liginin, hem de Kadınlar Milli takımının sağlığı açısından Murat’ın sözleri beni rahatlattı. Ancak tabii Fenerbahçe açısından tehlike devam ediyor. Oyuncu menajerleri Fenerbahçe’de rahatlatıcı bir gelişme olana kadar bu oyuncuları Avrupa’dan muhtelif takımlara sunmaya devam edecektir. Top artık Fenerbahçe camiasında! Başta Birsel olmak üzere bu dört kızımızın Fenerbahçe’de kalmasını sağlamak şart. Birsel demişken hemen belirtmek istedim, WNBA’de daha az sorumluluk ve süre alma tehlikesini göze alabiliyorsa, kesin olarak orada oynayabileceğini düşünüyorum. Kalıcı olur o kesin, ama sazı ne kadar eline almasına göz yumarlar onu bilemem? Saz da eline o kadar yakışıyor ki! Bu da tartışılmaz bir gerçek.
WNBA demişken, yumuşak bir geçişle Murat Tümer’in biraz da gazını kaçırdığı sodamızı (yazımızı) bir kenara bırakarak, yeni bir kadın basketbolu yazısına geçelim diye düşünüyorum. WNBA 15 yıldır var, ve geçenlerde bu tarihin en başarılı 15 oyuncusunu açıkladılar. Bu liste benim dikkatimi çekti. Kadın basketbolu dendiğinde benim aklıma gelen çok önemli bazı isimlerin hiç birisi listede yoktu. WNBA 15 yıldır olabilir ancak olağanüstü kadın basketbolcular çok daha önceden de vardı. Bu liste açıklanırken, sanki bu 15 isim gelmiş geçmiş en büyük kadın basketbolcular gibi lanse edildi. Bugün WNBA varsa, ve kadınlar basketboldan para kazanıyorsa, bunu öncü çok kişiye borçlular. WNBA bu isimleri de hatırlasaydı çok daha keyifli “Top 15” açıklaması, tanıtımı ve takdiri olacaktı. Onlar hatırlamadı ama listeyi ben görünce onları bir kez daha hatırladım. Kimlerdi bu isimler?
ABD’de geçirdiğim yıllarda kadın basketbolunun spor haritasında çok önemli bir yeri yoktu. Ama bazıları bu sınırları aşarak ve erkeklerin topraklarına göz koyarak dikkat çektiler. Oynadıkları basketbol erkeklerin basketbolundan hiç farklı değildi. Bu tarife uyan dört kadın vardı ve ikisini seyretme şansını yakalamıştım. 1956 yılında ölen Babe Didrikson’ın sadece hikayelerini dinleyebilmiştik. 20. yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük sporcuları listesinde ilk 10’da ismi geçen tek kadın. Beysbol efsanesi Babe Ruth’un birinci sırayı, Michael Jordan’ın ikinci sırayı aldığı listede Didrikson dokuzuncu sırada. Önünde Jim Thorpe, Muhammed Ali, Jesse Owens, Joe Louis gibi isimler bulunurken, hemen ardından onuncu sırada Wilt Chamberlain’ı görüyoruz. Didrikson esas ününe atletizm ve özellikle de golfta ulaştı, ama o zamanlar kadınların basketbol oynamasına farklı yaklaşılıyor olsaydı, bugün erkek basketbolunda Geroge Mikan neyse o da en azından o kadar önemli bir yere sahip olurdu deniliyor. Didrikson ben doğmadan önce kansere yenik düştüğünden onun nasıl bir kadın basketbolu öncüsü olduğunu söylemem çok zor. Ancak onun hikayeleriyle sıkça televizyonlarda karşılaşıyorduk. Çok özel bir kadın, çok özel bir sporcu olduğu belliydi. Bugün WNBA’i domine edebileceğini herkes söylüyor.
ABD’de geçirdiğim ilk yıllarda henüz Illinois Üniversitesine gidip, Illinois’lu olacak yaşta olmadığımdan dolayı hep efsane coach John Wooden ve onun UCLA takımlarını hayranlıkla televizyondan izlerdim. 1971-1975 yılları arasında UCLA’de forma giyen David Meyers adında bir forvet vardı. NCAA’lerde büyük başarılara imza attı ve daha sonra da NBA’de 5 sezon Milwaukee Bucks forması giyip çok erken emekli oldu. Ancak NCAA’lerde o kadar büyük oyuncuydu ki Los Angeles Lakers NBA draftinde onu ikinci sıradan seçmişti. Dave Meyers’ın kendisinden iki yaş küçük bir kız kardeşi vardı. Ann Meyers, UCLA tarihinden 4 yıllık basketbol bursu alan ilk kadın oyuncu oldu. Herkes bunun bir yerde ağabeyinin de hatırı sayılır katkılarından dolayı olduğunu düşünürken, onu ilk seyrettiğimde ağzım açık kalmıştı. 1979 yılında Indiana Pacers ile kontrat imzalayarak, bir NBA takımı ile anlaşan ilk kadın basketbolcu oldu. $ 50.000’ı garanti olan bir anlaşma imzalayan Meyers, Pacers’dan kesilen son oyunculardan birisi olmuştu. Yıllar önce lisedeyken, Meyers ABD Milli takımına seçilen ilk lise öğrencisi olmayı başarmıştı. Meyers kadınlarında bu oyunu erkeklere kafa tutarcasına oynayabileceğini bana ilk göstermeyi başaran kişiydi. O zamanlar WNBA yoktu ve Meyers ABD Milli takımıyla iki altın, üç de gümüş madalya kazanarak oyunculuk kariyerini noktaladı. 1986 yılında beysbol efsanesi Los Angeles Dodgers’lı Don Drysdale ile evlendi ve üç çocukları oldu. Don Drysdale evlendikten 7 yıl sonra kalp krizine yenik düştü. Ann Meyers ilk başta benim için David Meyers’ın küçük kardeşiydi, ancak zaman içinde kendisinin de ne kadar önemli bir yıldız olduğunu tüm dünyaya gösterdi. WNBA’den gelen yıldızlara bakıyorum ve aralarında bir Ann Meyers bile yok demekten kendimi nedense alamıyorum.
Ann Meyers erkeklerin dünyasına girmeyi kısa bir süre için başarmış olsada, benim izlediğim kadın oyunclar arasında Nancy Lieberman gibi erkeklere kafa tutan başka bir oyuncu yoktu. Lieberman 1958 doğumluydu ve Meyers’dan 3 yaş küçüktü. Bir çok kişiye göre onun gibi bir kadın basketbolcu halen gelmedi. Benim Lieberman ismini ilk kez fark etmem basketboluyla bağlantılı değil, o zamanlarki cinsel tercihleriyle ilgiliydi. Özellikle 1980 yıllarında tenis süper yıldızı biseksüel Martina Navratilova’nın onu özel trainerı olarak tutmasının ardından bir kaç yıl (İlişkileri basında 2 yıl takip edildi) dikkatimi çekmişti. İlişikleri bittiğinde Lieberman kendisine tenisin kraliçesi tarafından yazılan aşk mektuplarını delil göstererek Navratilova’yı mahkemeye bile vermekle tehdit etmişti. Ama Lieberman bütün bunlar devam ederken basketboldan kopmamıştı ve ben de onu ilk izlediğimde unutulmaz Harlem Globetrotter Curly Neal gibi topla bütünleşmiş bir cambaz olarak görmüştüm. Lieberman’ın hırsı ve egosu öyle böyle kontrol altına alınacak türden değil. Lieberman WNBA’in kurulduğu ilk yılda mutlaka çorbada tuzu olsun istedi ve 39 yaşında ligin ilk resmi sezonunda oynadı. WNBA’in en yaşlı oyuncusu olarak rekor kitaplarına ismini yazdırmıştı ki, 2008 yılında 50 yaşındaki birisi onun bu rekorunu kırdı ve Detroit Shock ile oynadı. Kimdi o isim? Tabii ki Nancy Lieberman. ABD’de yaşadığım 19 yıl boyunca Meyers ve Lieberman, izleme şansını yakaladığım en büyük kadın basketbolculardı. Şu anda NBDL’de erkeklere coaching yapan Lieberman, kariyeri boyunca ona yakıştırılan “Lady Magic” lakabını fazlasıyla hak ettiğini de defalarca gösterdi.
NBA Efsanesi Reggie Miller ligdeki ilk yıllarını “Ablası kadar iyi oyuncu olmayan tek NBA oyuncusu” tarifiyle geçirdi. Cheryl Miller USC Üniversitesindeki kariyeri ile ismini ilk duyurdu. Hem de ne duyurmak? NCAA’lerde bir kadın basketbolcunun kazanabileceği her türlü ödülü kazandı. Miller 10 yaşındayken okulunun erkek takımının yıldızıydı ve erkekler kadar basketbol oynayabileceğinin ilk sinyallerini vermişti. Dizlerindeki sakatlık onun kariyerini kısa kesmeseydi, belkide NBA’de forma giyebilecek ilk kadın oyuncu o olabilirdi. Çünkü o zamanlar WNBA yoktu. Lisedeyken resmi bir maçta smaç yapan ilk kadın oyuncu olma ünvanına ulaşmıştı ve bir maçta tam 105 sayı atmıştı. Miller için bir çok genç kızın ABD’de spor olarak basketbolu seçmesinin ana nedeni onun oynadığı büyüleyici basketbol olduğu söylenir. 1986 Dünya Şampiyonasında ABD Kadın Milli takımınını altın madalyaya taşıdıktan sonra sakatlıklardan dolayı basketbolu bıraktı. Magic Johnson belki Lieberman’a lakabını vermişti ama Cheryl Miller’ın karşılaştığı en müthiş kadın basketbolcu olduğunu söylemişti. Sakatlıkları olmasa, Lakers’ın Miller’ı kadrosuna katacağına dair söylentiler o zaman tavan yapmıştı. Miller basketboldan diğerleri gibi de kopmadı ve bir süre USC’de coach olarak başarıyla görev yaptıktan sonra ona NBA yayınlarında yaptığı röportajlarda halen rastlayabiliriz. Şuanda fazla kilosu sizi yanıltmasın, röportajları onun değil, belkide başkalarının kendisiyle yaptığı günleri sakatlıklar önledi diyebiliriz.
Bu dört isim kadın basketbolu için çok önemli isimlerdi. Hiç birisi WNBA’in “Top 15” listesinde yer almadılar. “Erken doğmuş” derler ya, bu dört oyuncu WNBA’in var olduğu şu yıllarda basketbol oynuyor olsalardı belkide kadın basketbolu bugün dünyada bambaşka bir yerde olurdu. Şimdiki yıldızların geldikleri nokta gerçekten önemli ama benim hafızamdaki bu dört oyuncu WNBA’de forma giyebilseydi, belki NBA’in 1980’li yıllarda Michael Jordan, Larry Bird, Magic Johnson ile yaşadıklarının bir benzerini WNBA de yaşayıp kadınlar ligini dünyanın zirvesine oturturlardı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu olurmuydu bilemem, ama WNBA bu dört ismi anmayı hatırlsaydı,o zaman açıkladıkları “Top 15” listesinin de çok fazla değeri olurdu.



