Finale gelene kadar iki takımın ortaya koydukları oyun, finalin sonucuna dair “derin” ipuçları veriyordu aslında…
Galatasaray, motivasyon, saha içi organizasyon, mücadele ve beceri anlamında ezeli rakibine göre birkaç adım öndeydi. Nitekim Sarı-Kırmızılılar'ın her geçen maç giderek yükselen bu grafiği favori UMMC ile oynanan yarı finalde “tavan” da yapmıştı. Fenerbahçe ile oynadıkları finalde de geri adım atmadan, Işıl'ın liderliğinde öyle bir başlangıç yaptılar ki akıllara da UMMC ile oynadıkları maç geldi. Fenerbahçe'ye sürekli ters gelen ve daha önceki rakiplerin de hücum üretimine darbe vurduğu eşleşmeli alan savunmasıyla Sarı-Lacivertliler'i 11 dakika 7 sayıda tuttular. Bone-Lyttle ikilisiyle Kanarya'yı boyalı alanda adeta çökertirken, daha ikinci periyodun başında farkı 21 sayıya kadar çıkardılar. Maçın kalanında da bu olağanüstü farkın avantajını, son bölümde rakibe yakalansalar da kullanarak hakettikleri bir oyunla şampiyonluğa ulaştılar.
Galatasaray coachu Ekrem Memnun da taktik açıdan, daha derin bir kadrosu olan Sarı-Lacivertliler'in İspanyol antrenörü Roberto Iniguez'i bu turnuvada “silip attı” dersek yeridir. Oyuncularını psikolojik olarak hazırlamadaki becerisinin yanında, neredeyse sadece birebirlere dayalı Fenerbahçe hücumlarına karşı sürekli yardım getirerek rakibe darbeyi savunma ile vurdu. Ve Sarı-Kırmızılılar, belki de buraya gelirken hiç de akıllarında olmayan şampiyonluk kupasını “mucizeyi” gerçekleştirerek bileklerinin hakkıyla kazandılar. Alın terlerini sahaya akıtarak kupaya uzanan oyunculardan idarecilere, coachundan malzemecisine bir bütün olmanın, motivasyon ve birlikteliğin en güzel örneğini sergilediler. Hepsine de helal olsun…
18 maçta 18 galibiyetle yenilmezliğin hüküm sürdüğü Fenerbahçe cephesinde ise özellikle bu turnuvada gözlenen enerji kaybı kendisini finalde de hissettirdi. Her nedense oyuncuların yüzlerinden düşen bin parçaydı. Sanki yenilmezliğin getirdiği baskı sırtlarında bir kambura dönüşmüştü. Buna rağmen kazanmaya devam ettiler. Ama finale gelene kadar sadece “kazanacak kadar” oynadılar. Finalde bunun yetmeyeceği gün gibi aşikardı; yetmedi. Demek ki onları ayağa kaldıracak, silkinip kendine getirecek bir motivasyon unsuru yoktu; final oynamak bile bunu değiştirmeye yetmedi! Yine de Türk kadın basketboluna ikinci kez üst üste tarihi bir final yaşattıkları, ezeli rekabeti Avrupa finale taşıyan iki halkanın bir parçası oldukları için onlara da minnettarız. Üst üste ikinci finalde de olmadı. Ama onlar da hep zirveye oynarak ve orada kalmayı başararak doğru yolda ilerliyorlar. Belki de yeni bir coachla bu daha mümkün olacak.
Finalin bir kazananı, bir kaybedeni olacak, kazananın sevinç gözyaşları kaybedeninkine karışacaktı. Elbette bu “kaçınılmaz” sonun getirisi bir taraf üzüldü, bir taraf da doğal olarak şampiyonluğun sevincini doyasıya yaşadı. Finalin bir kazananı daha vardı, o da Türk basketbolu… Tribünden izlerken bunun keyfini doyasıya çıkardık. Yıllardır erkeklerin “yanından geçemediği” başarıları gerek kulüp, gerekse Milli Takım bazında birer birer gerçeğe dönüştüren kızlarımızı şampiyon, finalist ayırt etmeden tebrik ediyor, hepsinin alınlarından öpüyoruz.