NBA lokavtından dolayı gün geçmiyor ki, NBA oyuncuları bir yaz liginde veya sokak basketbol maçında boy göstermiyor. Haber için sıkıntı çeken basketbol medyası da bu maçlarda ki başarıları ballandıra, ballandıra yazıyor. Youtube sayesinde milyonlarca basketbol severde bu görüntüleri izliyor. Ve sokak basketbolu altın dönemini yaşıyor diye başlıklar atılıyor. Bilmiyorum ama bu beni son derece rahatsız ediyor. Lokavttan dolayı Avrupa'da veya Uzakdoğu'da iş arayan NBA oyuncusuyla sokak basketboluna sihirli elini değdirmiş gibi davranan NBA oyuncusu arasında pek bir fark bulamıyorum. Bir kere NBA oyuncuları sokak basketboluna altın dönemini yaşattıramaz. Sokak oyuncuları yaşattırır. Tabii ki sokaktan yetişmiş ve NBA olmuş çok sayıda oyuncu var. Ancak onları NBA’de izlerken adeta evcilleştirilmiş vahşi bir kediyi veya su altında kafese koyulmuş bir yunusu izler gibi oluyor insan.
Sokakta kural yok. Sokakta sınır yok. Sokaklarda basketbol hayatın bir parçasıdır; tıpkı uyuşturucu, çeteler, silahlar ve fakirlik gibi. Sokak basketbolu bir oyun değil, bir kültürdür ve bir oyuncu sokaktan yetişmiş olsa da eski mahallesindeki maçlara Bentley veya Hummer’ıyla geldiğinde o iş bitmiştir. O artık sokak basketbolunun bir ürünü olabilir ama bir parçası değildir. Ergenlik yaşında bir oyuncunun basketbol hayalleri NCAA'ler açısından suya düşmeye başladığında dört elle sarılacağı yer sokak basketboldur. Orada kendisine bir isim edinir, itibarını sağlar. Sokakta sergilediği oyun ve gösteridği hüner onun ne kadar “konuşma” hakkı olacağını belirler.
Orası farklı bir dünyadır. Eric “Sleepy” Floyd, Walter “The Truth” Berry, Lewis “Black Magic” Lloyd, Lloyd “Sweet Pea” Daniels, Nate “Tiny” Archibald, Julius “Dr J” Erving, Allen “The Answer” Iverson, Connie “The Hawk” Hawkins, Albert “Little Bro” King, Earl “The Pearl” Monroe, Dwayne “Pearl” Washington, Freeman “No Nickname” Williams, Rafer “Skip To My Lou” Alston, Steve “The Franchise” Francis.
Bu isimleri veya en azından önemli bir çoğunluğunu herkes biliyordur. Tiny, Dr J, The Pearl, The Answer ve The Hawk profesyonel kariyer olarak beklentilere yaklaştı, ulaştı veya aştı diyebiliriz. Ama bu oyuncuları NBA’de izlemek ile sokakta izlemek arasında o kadar büyük fark vardı ki. Yine de bu oyuncular sokağı parkelere taşıyıp, bir sistem içinde bile olsa da, basketbol özgürlüklerini haykırabilen oyunculardı. Onlar ruhlarındaki sokağı, parkelerden sorumlu coach’lara kabul ettirmeyi başardılar. Ama bunu başarırken de sokak kimlikleri yavaş, yavaş kayboldu gitti. Daha doğrusu onlara uygun bir deyim kullanalım ve “uçtu gitti” diyelim.
Sokak basketbolunun eskileri derler ki, “Allah bazı oyuncuları beton üzerinde oynamak için yarattı. Onlar topun fileden geçtiğinde değil, zincirden geçtiğinde büyürler. Onlar eski Batı'nın yabani atları gibidir. Onları kırmak, onları dize getirmek zordur. Başarıldığında başarı gelecektir anlamına gelmez”. Kırılmış bir vahşi at ne kadar başarılı olmuş olursa olsun, hürce doğada koşturmaya devam eden eski arkadaşlarına katıldığında hiç bir şey eskisi gibi olabilir mi?
ABD’ye ayak bastığımız ilk yıllar Chicago sokakları birçok basketbol efsanesinin isim yaptığı yerlerdi. Sokak basketbolunda benim ilgimi ilk olarak ilginç lakaplar çekti. Bu lakaplarla bu oyuncular sokaklara gelmedi, bu lakapları bu oyuncular sokakta efsaneleşerek hak etti ve daha sonra da gururla taşıdı. Bu bile bana sokak basketbolunun saygınlığını kazanması için yeterli bir nedendi. Kimse kimseye lakabını hediye etmiyordu, o lakabı alın terinle, yeteneklerin ve yaratıcılığınla hak etmen gerekiyordu. İlk olarak “The Goat” çok ilginç gelmişti. “The Helicopter”, “The Fly”, “The Booger””Half Man Half Amazin” (Evet Vince Carter’dan çok önce Anthony Heyward bu lakabı sokaklarda hak etmişti) , “The Bone Collector”, “The Hook”, “The Professor”, “Gun For Hire” gibi lakaplarla sokak basketbolunun sıkı bir takipçisi olmuştum. Ama ne yazık ki genelde uzaktan! O yıllarda New York çok önemli bir sokak basketbol başkentiydi. Rucker Park ve The Cage gibi yerlerde her hafta bir epik topla anlatılıyordu. Herman “The Helicopter” Knowings, Jackie “The Reverand” Jackson, Richard “Pee Wee” Kirkland, Joe “Dirty Red” Hammond, James “Fly” Williams (Sevgili Illinois takımlarımdan birisini NCAA Play-Off’larında tek başına elemiş ve yorumcu Dick Vitale’ın bir iddiadan dolayı amuda kalkmasına neden olmuştu), Joe “The Destroyer” Hammond ve Earl “The Goat” Manigault New York sokak efsaneleriydi.
Hikayeleri duyuyorduk, dinliyorduk ama ne yazık ki onları göremiyorduk. The Goat için NBA forması giymemiş en büyük oyuncuydu denilir. Onun hayat hikayesini film yaptılar ve “Rebound: The Legend Of Earl The Goat” benim film kütüphanemde yer aldığından dolayı en azından filmini izleyebildim.
Eroin bağımlısı olduğundan dolayı NBA efsanesi olamadı, ama o sokakların efsanesiydi. $ 60’lık bir iddia için hiç nefes almadan art arda 36 ters smaç yaptığı söylenir. Bir gün Jackie Jackson ile bir dolap çevirirler ve tezgahı kururlar ve sözde iddiaya girerler. Tartışmaya başlarlar ve hangisi potanın tepesinden daha fazla çeyrek dolarlık madeni paraları alabilir diye. Tartışmayı izleyenler de gaz verir (Sokağın ruhunda bu var), bir merdiven bulunur ve bir The Goat, bir The Reverand madeni paraları toplarlar. Dümeni izleyenler ve tartışmayı alevlendirenler ceplerinde hiç bozuk para kalmayınca neye uğradıklarını şaşırırlar. İki oyuncu da hiçbir şey olmamış gibi bozuk paralarla evlerinin yolunu tutarlar. Sokak basketbolunun ruhunu anlatmak için bu tür o kadar çok hikaye var ki. Bazı hikayelerin kulaktan kulağa transfer edilirken, fazla süslendiğini veya sokak diliyle “Fazla soslandığını” tahmin edebiliyorum. Ama olsun! Birileri tersini ispat edene kadar bu hikayeler, sokağın hikayeleri ve sokak basketbolunu sevenlerin yani bizim hikayelerimiz.
Mesela rap grubu Clipse kariyeri bittikten yıllar sonra “Lord Willin” adındaki şarkılarında “İki alandaki oyununda efsanesiydi Pee Wee” dediklerinde efsane Kirkland’ın hem sokak basketbolunda, hem de uyuşturucu satıcılığında efsane olduğuna değinirler. Belki “The Goat” seviyesinde değildi ama “The Helicopter” ile ilgili de müthiş hikayeler duymuştum. Willis Reed’in onu Rucker Park’da post up yaptığını ve Knowings topunu kesmek için havalandığında yere inene kadar üç saniyenin dolduğuna dair. Bir kaç yıl sonra aynı hikayeyi hakem beş saniye çaldı diye duymuştuk. Şimdi o hikayeyi dinlesek 24 saniye süresi doldu bile olmuştur. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Helikopter hikayelerinin sonu gelmezdi. Rucker Park’ta ona “Copter” derlermiş, ve bir maçta ki, bunu New York Knicks'in efsane All-Star pivotu Willis Reed de teyit etmiş, “Copter” NBA oyuncularından oluşan bir takıma karşı oynuyor. Yüksek posttan biri şut atıyor “Copter” topu kesiyor, top diğer bir NBA oyuncusuna geliyor o da bu kez baselin'dan şutunu atıyor ve “Copter” yine yetişiyor onu da kesiyor. Top alçak posta düşüyor, NBA uzunu (Bunun sokak hikayelerinde Reed olduğu söylenir) topu alıyor dönüyor tam şutunu atıyor “Copter” ona da yetişiyor ve onun da topunu kesiyor. Oyuncular şaşkın, seyirci çıldırmış, hakemler düdüklerini yutmuşlar ve “Copter” kısa bir nefes aldıktan sonra “Beş kişi değil misiniz, öbür ikisi neden atmadı? Yoksa beni mi düşünüyorsunuz?” demiş.
Sizin de anlayacağınız gibi New York’un sokak basketbol tarihi, kültürü, hikayeleri ve efsaneleri muhteşem. Los Angeles’ın da efsaneleri vardı. Şu anda cinayetten dolayı 45 yıllık hapis cezasını çekmekte olan Clifford “C2H6O” Allen çok önemli bir devdi. NBA’in efsane pivotlarından birisi olabileceği söyleniyordu. Hatta UNLV’nin NCAA ile başı dertten kurtulamayan coach’u Jerry “The Shark” Tarkanian (Evet o da bu lakabı hak etmişti) Allen ile New York efsanelerinden, bir zamanlar Galatasaray’da forma giyen Lloyd “Swet Pea” Daniles’a aynı anda burs teklif ettiğinde “İkisinin de liseyi bitirmediği söyleniyor? NCAA’den korkmuyor musunuz?” sorusuna “Şimdi Moses Malone ile Magic Johnson aynı takımda oynasaydı diye merak edenler bizi seyretsin. Böyle bir fırsatı tepecek miydim yani?” demişti. Bu arada Allen'ın gençlik yılları boyunca “C2H6O” yan, alkolün etkisinden kurtulamadığını da belirtelim. Tabii NCAA bu oluşumu engellemeyi başardı. Los Angeles’ın her halde en büyük sokak efsanesi Raymond “VD” Lewis’dı (VD lakabı lisesinin adı olan Verbum Dei’den kaynaklanıyormuş başka bir şeyden değil.) Lewis o kadar muhteşem bir sayı makinesiymiş ki, henüz lisedeyken bazı Lakers oyuncuları bir gün sokağa gelmiş. Lewis “Oynar mısınız?” diye sataşmış ve maçı 52 sayı ile tamamlamış. “Ankle Breaker” henüz basketbol literatüründe yokken, o maçta Lewis’ın en az 4-5 ciddi ayak bileği kırdığı söylenir. Neyse Oakland’ın başta Demetrius “Hook” Mitchell, Detroit’in başta Curtis “C.J” Jones’u (IQ’sunun 73 olduğu, ve sadece basketbol topunu eline aldığında 100’lere bir şekilde ulaştığı söylenirdi), B-More (Baltimore) da Earl “The Pearl” Monroe liderliğinde çok sayıda sokak efsanesi vardı.
Bunların hepsini uzaktan takip etmeye çalıştım. Bir sokak efsanesi NCAA'lerden burs almayı ve okula girebilecek test skorunu tutturduğunda “organize” ortamda neler yapabileceğini merak edip hep mümkün olduğu kadar yakından takip etmeye çalıştım. Ama en yakından takip etme şansını yakaladığım Chicago’ya (Orada oturduğumdan dolayı) gelince; Genelde Isiah Thomas için NBA’e ulaşmayı başarmış Chicago’lu en önemli sokak efsanesi derler. Tim Hardaway, Mark Aguirre, Marcus Liberty, Eddie Johnson, Doc Rivers, Sonny Parker, Cazzie Russell, Rickey Green, Mickey Johnson gibi sokak efsanelerinin hepsi NBA’de en kötü ihtimal hatırı sayılır kariyerlere sahip oldular ve Thomas'ın hemen arkasında yer alırlar. Bu isimler Chicago sokak basketbolunda halen önemli bir yere sahiplerdir. Duymamış olabilirisiniz ama “Sweet” Charlie Brown, Nat “Sweetwater” Clifton, Larry “Money” Mondane, Tony “Real Deal” McCoy, Carl “Go Go” Golston, Paul “P-Mac” McPherson, Ronnie “The Man” Fields (Chicago liselerinde Derrick Rose’dan önce bu Derrick Rose vardı) Chicago sokaklarının efsaneleridir. Her ne kadar belki de Clifton hariç pek bir profesyonel başarıları olmasa da! Ancak mesela Chicago sokaklarındaki performansından dolayı ABD'de kariyerini çok yakından takip ettiğim Billy Lewis’ın ilk Türkiye’ye geldiğimde Efes Pilsen’de forma giydiğini gördüğümde inanamadım. O da Chicago sokak basketbolunun çok önemli isimlerinden birisidir. Ancak Chicago sokak basketbol tarihinde önemli yere sahip olan bir kaç ismin bende yeri çok ayrıdır. Bunların başında gelen kişi Ben “Benji” Wilson adında bir forvetti. Bu ismi kimsenin bileceğini sanmıyorum. Illinois Fighting Illini tarihinin Eddie Johnson, Ken Norman ve Nick Weatherspoon ile birlikte forvet pozisyonunda en unutulmaz yıldızlarından birisi olan Nick Anderson’ın kankası olan Wilson, ona bir yıl sonra eşlik edecekti ve Illinois belki de zaten tarihinin en iyi 3-4 takımdan birisiyle NCAA Finali oynamış olacağına (Finalde sezon içinde 3 kez farklı yendiğimiz Michigan son saniye tipiyle bir sayıyla kaybettik) tüm NCAA’leri ezip geçecekti. Ne yazık ki Wilson Illinois kampusuna ayak basmadan önce bir market soygununda sadece yanlış yerde, yanlış zamanda olduğundan dolayı öldürüldü. Benji’nin ölümü tüm Chicago şehrini ve Illinois eyaletini yasa boğmuştu. Anderson ile birlikte oynadığı Simeon Lisesinde yıldızlaşıp Illinois’e gelen (Ah Derrick Rose ahh! Şu John Calipari senin nasıl bir geleneği bozduğunun farkında değil miydi?) tüm oyuncular Wilson’ın 25 numaralı formasını giyerler. Ben de çok ayrı bir yeri olan diğer isim ise Billy “The Kid” Harris. Kimin NBA’e ulaşamamış en büyük sokak basketbolcusu olduğu yönünde tartışmalar kaçınılmazdır. Ancak her tartışmada kendilerine yer edinen 3-4 isimden birisi mutlaka Harris’dır. Chicago’da onun efsanesi neredeyse Michael Jordan efsanesine rakip olabilecek, kafa tutacak boyutlardadır. Hatta Jordan’ın Bulls formasıyla ilk yıllarında, o zaman 35 yaşındaki “The Kid” “Air Highness'a” yaklaşmış ve teke tek oynamak istediğini belirtmiş. MJ ise “Sana hiç bir şey ispatlamam gerekmiyor.” diyerek ret etmiş. “The Kid’in” çenesi hiç durmazdı ve tabii MJ’in onunla oynamaktan korktuğu bir anda önce Chicago’ya sonra da Illinois eyaletine yayılmış. The Goat ile birlikte her halde NBA’de olsaydı lig tarihine adını altın harflerle yazdıracak iki isimden birisi varsa o da Harris olurdu. Hangisi en iyisiydi bilemeyiz? Ama The Goat için “kesin olarak NBA olamamış en büyük oyuncuydu” demek The Kid’e büyük haksızlık olur! Burası kesin ve bunu tartışmaya gerek bile yok. 1998 yılından Slam dergisi Harris’ı gelmiş geçmiş en büyük sokak efsanesi ilan etti. Yine aynı şekilde bu da ne kadar doğru tartışılır, ama onun ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu kesin teyit eder. The Kid ile oynamış, ona karşı oynamış ve onu izlemiş birçok kişi onun için 16-30 yaşları arasında teke tekte yenemeyeceği hiç bir oyuncunun olmadığını düşünüyor. Buna Oscar “Big O” Robertson ve Julius “Doctor J” Erving hepsi dahil derler. Sonny Parker, NBA olmuş bir Chicago sokak efsanesi. Parker’ın oğlu Jabari şu anda liseyi 2013 yılında bitirecek tüm oyuncular arasında ABD'de de birinci süper yıldız adayı. Baba Parker “The Kid” efsanesini yakından biliyor. Parker sokak efsanesi için “Onun zamanı fazla erken gelmiş. O bugünlerde liseyi yeni bitiriyor olsaydı, bir iki yıl içinde NBA’in en büyük, en reyting yapan, en tartışılmaz, en pazarlama gücü yüksek yıldızı olurdu. O erken geldiğinin farkındaydı ve bunu da söylemekten çekinmiyordu. Sana ne yapacağını herkese bağırır ve aynısını yapardı. Bunun bugünün NBA’inde ne demek olduğunu anlıyor musunuz?” diyor. İşin ilginç tarafı ise kardeşi Willie Harris için de benzer bir yetenek olduğu söylenirdi, ama sokakların sokak bölümünden bir türlü kurtulamamış. The Kid ise birçok sokak efsanesinin tersine okumayı çok severdi. Üniversitede pek zorlanmadı. Eğitimin önemini sokaktaki diğer gençlere aşılamaya çalışırdı. Anlatabildiği kadar tabii ki! Sokağın kültürünü ve sokağın dilini bilmek gerekir. Oradan gelmiş bir efsane bile bir anda bir tarih hocası gibi konuşmaya başlarsa, sokak onu ret ederdi. Harris 2 Ocak 2010’da kalp krizinden öldü. İlginçtir ölmeden önce verdiği bir röportajda “Geçen yıl NBA’de Chicago sokaklarında yetişmiş 23 oyuncu vardı. Başka hiç bir şehir bunun yanından bile geçemiyor. Bir de NBA’e gidemeyenleri düşünün. Ben basketbolun başkenti sayılacak Chicago’nun yetiştirdiği en büyük oyuncuyum. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?” demiş.
Hakikaten bir de gidemeyenleri düşünseniz. Sadece Chicago’da yetişenler olarak değil. Uyuşturucuya, çete savaşlarına, eğitimsizliğe, hapise ve beklenmedik kazalara kurban gidenleri hesaplarsanız, NBA dışında belki de ikinci bir NBA oluşturacak kadar oyuncu yok oldu ve olmaya devam ediyor. Çünkü onlar sokaklardan geliyor. Artık belki AAU turnuvalarından dolayı bu tür oyuncuların sayısı giderek azalacaktır. Ancak AAU'da beraberinde başka sıkıntıları getiriyor. Bu kez oyuncular sokaklara değil, onların üzerinde para kazanmaya hedeflenmiş tüccarların esiri oluyor. Yine eğitim, kariyer ve uzun vadeli yatırım hayal oluyor. Lokavttan dolayı sokak basketbolunun NBA yıldızlarının akınına uğraması ve gündeme gelmesiyle kimse altın yılını yaşadığını düşünmesin. Sokak kendini hep yeniler. Munzam zarar her şeyde olduğu gibi sokakta da oluyor. Belki umut edilenden daha fazla oluyor, ama ismi üstünde sokaklardan söz ediliyor. Ancak sokak yarattığı efsanelerini unutmaz, kültürüne dahil eder. İyisiyle, kötüsüyle, göz yaşları veya gülümsemeleriyle, sokağın NBA’e ve NBA oyuncularına ihtiyacı yoktur. Tam tersi NBA’in sokağa ihtiyacı vardır. Bu nedenle oyunculuklarına büyük saygı duyduğumuz Kevin Durant, LeBron James ve diğerlerini sokakta turnuvalarda izlerken, onların Midas olmadıklarını hatırlayarak, basketbolun bu günlere gelmesinde büyük katkı yapmış sokak yeteneklerine gecikmiş bir saygıyı gösterdiklerini düşünüyoruz. En azından kendim için söyleyebilirim, The Goat, Helicopter, The Kid, The Hook, Bugger, Fly, The Pearl ve diğerlerinin hikayeleri olmasaydı basketbola olan tutkum böyle olmayabilirdi.
Chicago’nun güney bölgesinde siyahilerin oturduğu mahallere gidip sıcak ve nemli Chicago yaz günlerinde sokak basketbolu seyretmek için de bu kadar hayatımızı olmasa da arabamızı riske atmazdık. Chicago'nun özellikle güneydeki sokaklarında öyle bölgeler vardı ki, kırımızı ışıkta 30 saniye durduğun zaman arabanın jantlarını sökerlerdi ve haberin bile olmazdı. O sokaklardan bu kadar oyuncu paçayı basketbol sayesinde kurtarabiliyorsa, bu spor hakikaten özel bir spor. Şimdi siz karar verin, sokak basketbolu altın yılını mı yaşıyor? Yoksa bu yaz sadece altın kaplama mı?



