Yaşam hikayesi derslerle, maceralarla, mücadelerle dolu bir isim Ermal Kuqo…
Komünizminden çıkan Arnavutluk'ta kendisine bir gelecek göremeyip daha 15 yaşında yollara koyulan koca bir yürek o… Ailesinden daha çocuk yaşta kopup Türkiye'ye gelip amcasının ve babasının ona verdiği 'Kuqo' soyadını en yukarılara taşımak için var gücüyle savaşan bir cengaver…
Ve 36 yaşına bastığında artık parkelere veda etme zamanı gelmişti Kuqo için…
Ay Yıldızlı formayı terleten, ülkemizde 5 takımda yıllarca forma giyen Ermal, kariyerini ve yaşadıklarını sitemiz yazarı Can İşbakan'a anlattı.
– Arnavutluk’ta başlayan ve Türkiye’de son bulan bir basketbol kariyeri yaşadın. Yolun ülkemize nasıl düştü?
ERMAL KUQO: 90’lı yılların başında Arnavutluk komünizmden çıkıyordu. Şuanda Suriyelilerin yaşadığını bir anlada benim ülkem yaşıyordu. Gemilerle İtalya’ya, dağları aşarak Yunanistan’a göç vardı. Avrupa’nın Kuzey Kore’siydik. 45 yıllık ağır komünizm etkisinden sonra insanlar bir anda boşlukta kaldı. Orada kendime bir gelecek göremiyordum. Amcam bana basketbol yolunu açtı. Yunanistan ve Makedonya’da oynayan amcam, eski bir antrenör olan iş adamı Baki beye benden bahsetti. Ben o sırada 14 yaşında, A takımda oynuyordum. Seviyeyi düşün. Baki bey beni seyretti ve tanıdıklarına bahsetti.
– Kimlerdi bu tanıdıkları?
E.K: Oktay Mahmuti ve Önder Seden. Şansa bak ki Fenerbahçe o yıl UEFA Kupası’nda Partizan Tiran ile eşleşiyor ve Arnavutluk’a geldi. Önder Seden de kafilede. Beni görmeye gelip, idmana aldı. Beğendi ve Baki beye ‘bu çocuğu istiyoruz’ dedi. Kendimi bir anda Fenerbahçe’nin kamp yaptığı otelde buldum. Otelde Ali Şen var, o dönem İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ var. Baki beye dediler ki 'Ermal bizimle İstanbul’a gelsin.' Hiç hazırlıklı değiliz tabii telaşlandık. Hüseyin abi bizim halimizi gördü, yanımıza geldi. Babama, ‘İstanbul emniyeti benim elimde, çocuğun bana emanet’ dedi. Babam bana baktı. Ben de ‘tamam baba, gideceğim’ dedim.
– Annen ne dedi bu duruma?
E.K: Otelden çıkıp eve gittik. Ben elimi yıkamaya gittim, ama içeriyi dinliyorum. Annem ‘Nasıl olur?’ diye bağırmaya başladı. O sırada babamın verdiği yanıtı unutamıyorum: ‘Bu onun hayatı. Kendi kararlarını verecektir. Biz ona engel olamayız, kararlarında bencil olamayız.’ Annem ağlarken biz futbol maçı için yola koyulduk.
– Maçtan sonra direk uçağa mı gittin?
E.K: Evet, 15 yaşımda, tek başıma, Türkçe bilmeden Fenerbahçe’nin uçağı ile İstanbul’a gittim. Önder abinin yanına oturdum. Ön koltuka Aykut Kocaman var, onun yanında Oğuz Çetin… Önder abi bana, ‘Bak bunlar Fenerbahçe’nin efsaneleri’ dedi. Çok heyecanlıydım.
– İstanbul’a indikten sonra?
E.K: Yönetici Caner Tunaman beni evine götürdü. Çok mütevazı biri ama çok zengin. Bir gece önce 50 m2’lik bir evdeyken şimdi Kalamış’ta bir eve giriyor, son model arabalarla geziyor, köprüden geçiyordum. Büyük bir kültür şokuydu. Havaya da girdim tabii, herhalde ben büyük oyuncuyum baksana diyordum kendi kendime…
– Ve Fenerbahçe altyapısı ile antrenmanlara çıkmaya başladın…
E.K: Evet, hiç unutamıyorum, Murat Didin geldi. O zaman A takım antrenörü. Beni izledi. Tabi ben kimin, kim olduğunu bilmiyordum. Reha Öz, Melih Sevda, Mustafa Abi var takımda. Altyapı antrenörü o zaman Cem Çağal. Bana fundamental antrenmanları yaptırdı. Benim bir özelliğim; bir defa bir hareketi gösterdikten sonra tekrarlamana gerek yok. Çabuk kaparım. Sanırım bu yönümle antrenörleri etkiledim. 1 hafta sonra sen Tiran’a dön, biz Baki beyle temasa geçeceğiz dediler. Havalimanına götürdüler, biletimi almak için gişeye gittim. Bir karmaşa… Dediler ki sizin yeriniz burası değil, çantamı aldılar başka bir yere götürdüler. Meğerse biletim business sınıfıymış. İş adamlarıyla yan yana koltuklarda oturuyordum. Cebimde de 500 dolar yol parası. Havalarda uçuyordum anlayacağın. Sonra bir anda tak etti. Ben birazdan Tiran’a, Avrupa’nın en fakir ülkesine gideceğim. O anda kendi kendime dedim ki; artık ben basketbolcu olacağım başka bir yolu yok. Arnavutluk’ta kalamazdım artık.
– 15 yaşında bir çocuk için zor bir psikoloji değil mi bu?
E.K: Zaten okula gitmedim. Aklımda Türkiye var. Ama bir türlü haber gelmiyor. İtalya’ya Cantu’ya gittim, Yunanistan’a PAOK’a… Ne var ki Arnavut olduğum için takımdaki çocuklar bana çok kötü davranıyordu. Küfür ediyorlar, gece su döküp uyandırıyorlardı. Kendimi çok kötü hissettim. Bunlar Türkiye’yi gözümde çok daha değerli kıldı.
– Beklediğin haber geldi mi?
E.K: Gelmiş ama o sırada Baki bey bir fırsat görüp beni Efes’e önermiş. Bizim haberimiz yok. Artık olmadı diye düşünürken Baki bey aradı ve İstanbul’a gelmemizi, biletleri aldığını söyledi. Annem ve babamla beraber yola koyulduk. Biz Fenerbahçe’yle anlaşmaya gidiyoruz diye düşünürken bir de baktık ki Merter’deyiz. Efes tesislerine geldik ve bizi karşılayan kişi Oktay Mahmuti. Arnavutça konuşuyor bizimle, şaşkınlık içindeyiz. İdmana aldılar beni. Bir baktım; Hidayet Türkoğlu’lar, Ömer Onan’lar… Fenerbahçe ürkütmüştü ya şimdi bildiğin korkuyorum. Ben 1.96’yım, Hidayet 2 metre ve guard oynuyor. İdmandan sonra Pano Natof’un odasına çıktık. Bir baba figürü. Patron o herhalde dedim. Detaylar konuşuluyor o sırada ama ben korkuyordum. Efes, askeri bir ortam, sert idmanlar, yüksek disiplin, oyuncular gülmüyor. Genç takım antrenörü Oktay abinin yanısıra oyuncuların da duruşu bir farklı. Aklımda Fenerbahçe var, çünkü Efes’te o ortamı göremedim. Akşam uyuyamadım, içimde sıkıntı var. Sabah 11’de de servis gelip beni idmana götürecek. Cebimde ise Önder Seden’in telefonu var.
Aradın mı?
E.K: Aradım. Önder abi, ‘Sakın bir yere çıkma. Odana biri gelecek ve İngilizce ‘ben Uğur’um diyecek. Kapıyı sadece ona aç’ dedi. Annem, babam o sırada yürüyüşteler. Daha sonra benim için manevi babam kadar değerli olacak Uğur abi geldi. Babamların odasının altından bir not attım ve Fenerbahçe için yola çıktık.
– Kaçıyorsun yani?
E.K: Aynen öyle. Levent’e,1907 Derneği’ne geldik. İçeri girdik. Rahmetli Mustafa Koç, Necdet Ersoy, Emin Karagülle, Menderes Utku bilardo oynuyor. İşte dedim kendi kendime, aradığım ortam bu. Sonra bir baktım, arkada biri bana gülümsüyor. Fatmir Cuka… Amcamın ve babamın takım arkadaşı. 1989 yılında Ankara’ya gitmiş, Murat Didin ile arkadaş olmuş, daha sonra TED Kolejliler'de antrenörlüğe başlamış bir tanıdığımız… Murat Didin benim burada olduğumu öğrenince Fatmir Cuka’yı ilk uçakla hemen Ankara’dan İstanbul’a yollamış.
Annen, baban?
E.K: Annem ve babamı 2 saat sonra derneğe getirdiler. Benim keyfim yerinde babama, ‘ben iyiyim’ diyorum ama babam kafasını sallıyor, ‘gösteririm ben sana’ der gibi. Oktay abiye ilk yanlışı orada yaptım. Kalbimi dinledim. Efes’te kalsam ne olurdu bilmiyorum. Belki daha iyi bir oyuncu olurdum, ya da o baskıdan etkilenip basketbolu bırakırdım. O gün bir karar alırken gelecek hesabı yapmadan, değerleri doğru hesaplayıp, kalpten kararlar vermeye özen gösterdim.
Baban daha sonra sana kızdı mı?
E.K: Çok değil. Daha sonra otele gittik. Kadıköy’de bir otel. Uğur abi geldi. Babam gözyaşları içinde ‘ben sana canımı, ciğerimi bırakıyorum, lütfen ona iyi bakın’ dedi. Uğur abi cüzdanını çıkardı, çocuklarının fotoğraflarını gösterip, ‘Buradaki boş yer var ya, orası Ermal’in. Artık o benim de oğlum’ dedi. Sabah havalimanına gittik. Birbirimize sarıldık. Nasıl ağladığımızı anlatamam. Bağıra, çağıra. Neredeyse uçak kaçacak. 2 gün boyunca hep ağlayarak uyudum, ağlayarak uyandım.
Bunca maceranın ardından Fenerbahçe kariyerin başladı…
E.K: Evet, 7 yıllık anlaşma imzaladım. 18 yaşından sonra opsiyonlu. Yani 4 artı 3. İlk 2 sene muhteşemdi. O takımdan daha çok oyuncu nasıl çıkmadı anlamıyorum. Müthiş imkanlar vardı. Ancak Halil Üner geldikten sonra bençten kalkamadım. Oynamak istiyorum ama takım; rüya takım. Zan Tabak, Conrad McRea, Marko Milic, İbrahim Kutluay, Serdar Apaydın, Levent Topsakal… Müthiş bir kadro. Şimdi bile şampiyonluğa oynayacak bir takım. Oynamak istiyorum ama takıma baksana, nasıl oynayacağım. Aziz Yıldırım’ın ilk senesi ve hedef mutlak şampiyonluk. Halil abi de beni oynatarak şampiyonluğun gelmeyeceğini biliyor. Ama ben de oturarak oyuncu olamazdım. Zan Tabak oda arkadaşım ve onunla İtalyanca konuşuyoruz. Benle özel çalışıyor, hook shot nasıl atılır gösteriliyordu. Bana, ‘2., 3. Lig farketmez. İtalya, Çin neresi olursa git ve oynayacağın bir yerde ol’ dedi. Ben çıkış yolu ararken rahmetli Conrad bana, ‘Neden NCAA’e gitmiyorsun’ dedi. 15 yaşından beri okula gitmiyorum, nasıl olacak… ‘Sorun değil, diplomanı al, SAT’e gir ve git’ dedi. Başladım dışarıdan çalışmaya, her sabah ve akşam özel ders aldım ve ABD’ye gitmeye karar verdim.
– Fenerbahçe’den nasıl ayrıldın?
E.K: Fenerbahçe o sırada Bolu’da kampta. Halil abi aradı. Ben gelmeyeceğimi, oynamak istediğimi ve ABD’ye gideceğimi söyledim. Halil abi, ‘Oynayacaksın. Bir yere gitme’ dedi. İnanmadım çünkü takımda Curcic, Zaza Enden var, bana süre kalmazdı. O zamanki yardımcı antrenör Kaan Artun’u yolladı. Kaan abi geldi, kapıyı çaldı. Ama açmadım. Kaan abiyi çok seviyorum ama açamıyordum kapıyı. Çilingir çağırmak için gittiğinde evden çıktım.
Yine bir kaçış yani…
E.K: Son yıllar çok zordu Fenerbahçe’de… Bakkala borcumuz var. Evin önünden geçemiyorduk. Arkadan duvardan atlıyorduk. Ben sonunda gittim ABD’ye ama param yeterli değil. Fenerbahçe bana 6 aylık bir çek vermişti. 12 bin Dolar’lık çeki ben 8 bin Dolar’a bozdurdum. Babam da ihtiyacım olan 5 bin Dolar’ı tefecilerden alıp bana yolladı. Clarrisa Davis’in eşi Jared, menajerlik yapıyordu. Fenerbahçe ile işleri olduğu için gelip gidiyordu. Onun vasıtasıyla bir okul buldum ve NCAA’de junior kolej için Fort Scott’a girdim. 8 bin kişilik bir kasaba. Salon berbat, yarısında rodeo yapılıyor. O sene ben konferansın en iyi 2. pivotu oldum. 14 sayı 9 ribaunt ile iyi istatistikler yaptım. Ancak sonra antrenör değişti ve ben bir sonraki yıl ilk koçumun yanına Seminole’a geçtim. Kariyerimin tek double-double sezonunu orada oynadım. Kolejler beni istemeye başladılar. Bu sırada koç beni aradı ve bir sürprizi olduğunu söyledi. Antrenman sahasına bir gittim. Bobby Knight orada…
Efsane Bobby Knight?
E.K: Ta kendisi… Teksas’ta oyuncu taraması yapıyormuş ve beyaz, şutu olan bir uzun olduğunu duyunca beni görmek istemiş. 1.5 saat idman yaptık. Pestilimi çıkardı. Ama hayatımda basketboldan daha zevk aldığım bir an daha hatırlamıyorum. O idman ufkumu açtı. Şut stilimi, ayaklarımın duruşunu değiştirdi. Onun stili ile 9/10 atıyorum, kendi tarzımla 6/10. O idman bile beni geliştirdi. Eğer onun takımında olursam müthiş bir oyuncu olurum dedim ve hemen Texas Tech. ile imzaladım. Ancak bir sorun var. Fenerbahçe beni NCAA’e şikayet etmiş.
– Profesyonelliğe geçtin yani sana ödeme yapıldığı için?
E.K: Evet, evrakları NCAA yönetimine göndermişler. Knight’ın basın toplantısı için salondaydık. Biz üst katta NCAA yönetimi ile video-konferans yaptık. 15 yaşında NCAA kurallarını bilmemin mümkün olmadığını, bir kontrata imza attığımı ve onun da yanımda olduğunu söyledim. Ancak şikayetteki kadar bir para almadığımı da belirttim. NCAA yönetimi bana ‘Sana inanıyoruz. Ama belli bir para almışsın yani profesyonel olma niyetin var. Bu nedenle sana 36 maçlık bir ceza vereceğiz’ dediler. Neredeyse 1 sezona denk gelen bir ceza. Kolejde bana kalacak 1 sene daha. Büyük bir riskti benim için. Babamın borçları vardı. Bu riski alamazdım ve Knight’ın basın toplantısında ayrılma kararı verdim.
Knight için oynayamadan Avrupa’ya döndün…
E.K: Önce Split, sonra Lasko takımlarında oynadım. İyi sezonlar geçirdim. Lasko’da sezon öncesi maçta Efes’e karşı oynadık ve tekrar ilişki içine girdik. Böylece Efes’le anlaştım.
Seni Merter’de karşılayan Oktay Mahmuti ile bu kez A takımda buluştunuz. Nasıl geçti üst üste şampiyonluklar kazanılan o sezonlar?
E.K: Çok güzeldi. Ancak son 2 yıl önce Ülker’e, sonra da Fenerbahçe Ülker’e finalde 4-0 kaybettik. Üstümde sorumluluk hissettim. Yeni bir sayfa açmam gerekiyordu. Aslında Efes’te kalabilirdim, Engin Özerhun da beni tutmak istediklerini söyledi. Ama üst üste 2 yıl alınan kötü sonuçlar beni yıpratmıştı. Son yılı tamamlayan Ekrem Memnun, ‘Kendini cezalandırma’ dedi ama İspanya’dan da teklif gelince ayrılmaya karar verdim.
Valencia’ya, oldukça iyi bir takıma gittin. Neden uzun soluklu olmadı?
E.K: İstediğimiz ortamı yaratamadık. Johnny Rogers ve Fotis Katsikaris beni getirmişti. Üstelik 350 bin Dolar buy out ödeyerek. Ama onlar ayrıldı ve Neven Spahija geldi. Matt Nielsen’i alıp rotasyonu kısalttı. Perovic 1.5 milyon Euro alıyordu, oynaması lazım. Nielsen onun yedeği, Pietrus 4’e kaydı derken benim sürelerim kalmadı. Tam form tuttum derken sakatlıklar yaşadım. İyileşmeden tekrar sahaya çıktım ve sakatlıkların ardından Spahija bana güvenemeyeceğini söyledi. Kontratım olmasına rağmen ayrıldım.
Aslında Fenerbahçe altyapısından çıkmana rağmen Efes hep yuvan oldu. Yine Efes’e döndün, neden?
E.K: Ben eski ekolüm. İlk başta çekinmeme rağmen disiplin, sistem benim için önemli. Hem insan hem de oyun disiplini Efes’te üst düzeyde. Efes bu tanımın karşılığı. Oktay abi ve Efes’le geçen zamanımın yüzde 90’ı güzel geçti.
Ancak bir türlü istediğiniz noktalara varamadınız. Bunun sebebi sence ne?
E.K: Efes’in en başarılı olduğu yılları hatırla. Arkasında taraftar vardı. Büyük takımlar ne zaman yatırıma başladı, o zaman Efes’i tutanlar, kulüplerine geri döndü. Taraftar her zaman çok önemli. O dönem biz Ahmet Fetgeri’ye Beşiktaş’a gidiyorduk. Kazanmak çok zordu. Yine Karşıyaka’ya gidiyorduk, hep kaybediyorduk. Taraftar baskısı inanılmazdı. Tabii ki yabancı sayısı yükselip, her sezon oyuncular değişince aidiyet hissi de kayboldu. Koraç Kupası zamanı hiç oynamayan 12. oyuncuyu bile hatırlarsın. Ama şimdi sorsan yabancıları bilirsin, belki Cedi, belki Furkan… Sonrasını bilmeyebilirsin. Ergin Ataman’ın takımın başında oluğu yıl ilginç bir olay yaşandı. Tunçeri, Gönlüm ve ben tesiste önde oturuyoruz. Küçük takımdan bir çocuk geldi. Tunçeri takıldı, ‘Abilerin burada bir selam versene. Bir yere girerken selam verilir’ dedi. Gönlüm, ‘A takımdan kimleri biliyorsun’ diye sordu. Çocuk, ‘Daniel Santiago ve Kerem Tunçeri’yi biliyorum’ dedi. Santiago Efes için ne yapmış? Hadi onu bırak, Tunçeri karşında. Ama çocuk bilmiyor. İşte bu aidiyet duygusu yavaş yavaş kayboldu. Efes hep kendi oyuncularını gönderdi. Ömer Onan, Melih Mahmutoğlu, Erkan Veyseloğlu, Cenk Akyol, Ender Arslan… Sinan Güler’i de katabiliriz.
Türkiye’de herhalde en unutamadığın yıllardan biri de Galatasaray, öyle değil mi?
E.K: En mutlu olduğum, en zevk aldığım sene. Sezon sonunda özel hayatımda sorunlar yaşasam da çok güzel bir yıldı.
Ne farklıydı Galatasaray’da?
E.K: Müthiş bir kimya vardı. Oktay abinin kurduğu en iyi takımdı.
Unutulmayan bir sahne var. Finalden sonra Oktay Mahmuti’nin takıma sarıldığı…
E.K: Bir tek bana sarılmadı.
– Neden?
E.K: Çünkü gideceğimi biliyordu. Yani ona öyle bilgi verilmişti. Ama ben karar vermemiştim. 4. maçtan sonra beni odaya çağırdı. ‘Efes’e gidiyormuşsun, öyle şeyler duyuyorum, doğru mu?’ dedi. Ben de bir şey bilmediğimi, eğer böyle bir şey olursa haber vereceğimi söyledim. Kafam gerçekten başka yerlerdeydi. Allak bullaktım. Eşim hastanede. Bir an önce onun yanına gitmek istiyordum. Son maçtan sonra da kendi kendime ‘Benim için Galatasaray defteri kapandı’ dedim.
– Niye öyle düşündün?
E.K: Galatasaray’da yapabileceklerimin maksimumunu yapmıştım. Biraz da bencil düşündüm. 31 yaşındaydım. Euroleague oynamak istiyordum. Efes iyi bir teklif yapmıştı. O gece eve gittim. Menajerimi aradım, şartları öğrendim, sabah haber vereceğimi söyledim. Kafam çok bozuktu. Ağlıyordum. Eşimle konuştum. Daha sonra Ufuk Sarıca ve Kerem Tunçeri ile konuştum. Ve gitmeye karar verdim. Orada Oktay abiye ikinci yanlışımı yaptım. Eğer özel hayatımdaki olaylar olamasaydı daha medeni bir şekilde gidebilirdim. Aynı umutlarla Efes’e geri döndüm.
– O yıl Final Four İstanbul’daydı ama Efes yine istediklerine ulaşamamıştı. Neler yaşandı o sezon?
E.K: O sezon Barac ve Batista olmasına rağmen iyi başlamıştım. Ama topuğumda bir ağrı vardı. 115 kiloya kadar düştüm. İlk kez bu kadar kilo verdim. Bu kiloda oynamayı bilmiyordum. Herkes beni itmeye başladı ve ağrılarım da arttı. Ekim ayında başlamıştı ağrılar ve ben şubat ayında ameliyat oldum. Çok geç kalmıştım. Takımın ve Ufuk abinin de üzerinde büyük baskı vardı. İstediğimiz gibi gitmedi.
– Bir sonraki sezon yeniden Oktay Mahmuti ile Efes’te buluştunuz…
E.K: İyi ilişkide olmadığımız tek sezondu. 7 yıl beraber çalışmıştık ama Bana karşı Galatasaray’daki kızgınlığının sürdüğünü hissettim. Kontratların sürdüğü bir takımdı ve istediği kadroyu kuramadı. Buna rağmen Final Four’un kapısından döndük.
– Bir sonraki buluşmanız Darüşşafaka Doğuş’ta oldu. O zaman nasıldı aranız?
E.K: Çok iyiydi. Bana çok güvendi. Kaptan yaptı zaten. Müthiş başladık. Play off’a girme mücadelesi veren yeni bir takımken şampiyonluğu konuşur hale geldik. Sezon içinde takım olarak büyüdük. Farmar geldikten sonra kimya biraz bozuldu. Formsuz geldi ve havaya girene kadar diğer ritm bulmuş isimler küstü. Jordan’ın atmasını beklerken takımda huzur bozuldu. Maçlar kaybedilince acaba o kadar iyi bir takım değil miyiz düşüncesi yerleşti. Sonunda da elendik.
– Daçka aslında seni tutmak istedi ama sen Türk Telekom’a gitmeyi tercih ettin. Bunun altında ne yatıyordu?
E.K: 35 yaşına gelmiştim. Fizik olarak kendimi iyi hissediyordum. Daha çok oynamak istiyordum. İsteseydim kalırdım. Param garanti, evim salonun arkasında, takım Euroleague’de. Ama oynama şansım yüzde 10. Oturduğum yerden para kazanacaktım. Parayı hakederek kazanmak istedim ve bu yüzden Telekom’a gittim.
– Pek beklediğin gibi olmadı sanırım…
E.K: Ercümet Sunter bana iyi takım kuracaklarını, sorumluluk alacağımı, benim üzerimden oyunun döneceğini söyledi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Öyle bir takım kurulmuş ki top atmaya sıra gelmeyi bırak büyük bir ciddiyetsizlik var. Ne düzen var, ne sistem. Ben böyle bir takımda sıradan bir oyuncudan fazlası olamam. Bana kontrat vermene gerek yok. Ben ne iyi bir pick’n roll oyuncusuyum ne de iyi bir ribauntçu. 35 yaşıma gelmişim, eğer sen bunu bilmiyorsan benim yapabileceğim bir şey yok.
– Takım içinde huzursuzluk var mıydı?
E.K: Bakın ben 20 sayı atıp takımın kaybettiği bir maçın ardından mutlu olamam. Ama kaybettiğimiz bir maçta 30 sayı atan oyuncu otobüste gülüp eğleniyorsa ben buna gelemem. Böyle insanlarda nefret ederim ve takım arkadaşım olmasını istemem. Ben kaptansam ve seyahate kot pantolon-takım tişörtü giyin dediysem bunun yapılmasını beklerim. Bu bana zaten yöneticiler tarafından söylenmiş. Adam bana gelip, 'sen sorunlusun' diyor. Bombalama olayı olmuş, ne maç ne idman yapabiliyoruz, takım olarak bir yemek yiyelim, beraber olalım diyorum. Adam 'her gün beraberiz zaten ne gerek var' diyor. İdmanda saygısızlık oluyor, herkes başka yöne bakıyor. Ben dayanamayıp, yapma dediğimde, oyuncu bana küfür ediyor. O zaman ben de bağırıyorum. Ercümet abi de hastalandı. Zaten tek başına kalmıştı.
– Sonrasında Hakan Demir ve Burak Bıyıktay geldi ama sezon sonunda kadro dışı kalan sendin. Neden?
E.K: Artık ipler kopmuştu. Bana sen disiplini sağlama, oyuncuları motive et diyorlardı. Burak abi geldi. Takımda 'gruplaşma varmış' dedi. Nasıl olmasın? Herkes ayrı telden çalıyor. Adam toplantıda uyuyakalıyor, kimse bir şey demiyor. İdmanda ben oyuncunun üzerinden sayı atınca adam idmanı bırakmaya kalkıyor. Cevher şahidim, artık ben bıraktım, üzerimdem sayı atsın, şutumu bloklasın da mutlu olsun diye. Uşak maçı geldi. Burak abi beni oynatmıyor. Tüm opsiyonlarını kullandıktan sonra bitime 7 dakika kala fark 15’ken oyuna girdim. Bir git, gel, 30 saniye sonra oyundan aldı beni. Burak abi benim Fenerbahçe’den takım arkadaşım. Yanına yaklaştım, başka kimsenin duymayacağı şekilde, ‘Abi benimle dalga mı geçiyorsun?’ dedim. İnanılmaz bir tepki verdi. ‘Siz dalga geçiyorsunuz, takımın halie bak’ dedi. ‘Tamam abi pardon’ deyip yerime geçtim. Ertesi gün bir telefon; para cezası ve kadro dışı. O günden sonra kimseyi görmedim.
– Bırakma kararını orada mı verdin?
E.K: Bakın ben kötü oynadım Telekom’da. Aralık ayınca Acıbadem Üniversitesi beni istedi. Ercümet abiye, ‘Beni bırakın, yerime bu sistemde faydalı olacak yabancı alın, kontratımı kesin’ dedim. ‘Kaptan bırakılır mı hiç’ dediler. O zaman da söyledim. Ben bu şekilde oynamayı bilmiyorum. Tamam, birisi gelse istatistiğe bakıp aldığı paranın karşılığı bu mu dese haklı. Ama mücadele ettim. Vicdanım rahat. Ben kötü oynadım diye basketbolu bırakmadım. Fizik olarak beklentileri karşılayamayacağımı gördüm. Sezon başında aslında İtalya’dan teklif geldi. Ama ailemden uzaklaşmak istemedim ve menajerime İstanbul dışında kulüp istemediğimi söyledim. Ama şunu farkettim. Mesela Beşiktaş beni istese. Örnek veriyorum; Ufuk abi arasa ve gel tecrübenle yardımcı ol dese. Bu kadar sakatlıkla, her sene 10 iğne olurken nasıl faydalı olacaktım? Onların, taraftarların yüzüne nasıl bakacaktım?. Son 4 yıl hep kendime bir test yaptım. Sezon bitince basketbol topuna hiç dokunmadım. Bakalım ne zaman özleyeceğim diye kendimi sınadım. Her yıl makas biraz daha açıldı. Şimdi bile daha topu elime almadım. Bunun yanında kariyerimde istediğim noktaya da bir türlü varamadım. Hep kendime yüksek hedefler koydum. NBA’in MVP’si olmak gibi gerçekçi olmayan hedefler belirledim. Bunları yapmasaydım şimdi belki Kosova’da oynuyor olabilirdim. Hedeflere ulaşamamak da beni yıprattı.
– Şimdi ne yapacaksın?
E.K: Şu anda Los Angeles Clippers’ın Türkiye danışmanıyım. Johnny Rogers, oyuncu gelişim departmanının başına geçti ve benle temasa geçti. Zaten ben ona bazı oyuncu rapoları yolluyordum. O da beni bu göreve layık gördü. Ama en önemli hedefim bir gün genel menajerlik yada direktörlük yapmak. Bunu çok iyi, çok düzgün yapabileceğimi düşünüyorum.
– Türkiye’de genel menajerlik müessesesi sağlıklı bir şekilde işliyor mu sence?
E.K: Bence evet, ama haksız rekabat var. Mesela lige menajerlerin hükmetmesi için uygun bir ortam var. Bir kere menajer yüzde 10’luk payını kulüpten almamalı. Oyuncudan almalı. O zaman sen takımın menajeri oluyorsun. Yüzde 10 zaten çok büyük bir komisyon. Bu durumda menajerler kendine göre program yapıyor. Beni 2005 yılında Real Madrid istemiş, ben bunu 5 sene sonra öğrendim. Bu bana sunulmadıysa, diğerlerine neler sunulmuyordur?
– Haksız rekabeti biraz daha açar mısın?
E.K: Bizim oyuncuların genç yaşı bittiği zaman oyuncu oldu, oldu. Yoksa bir daha olamaz. 100 bin Dolar’a gelen ABD’li 4 yıl kolej basketbolu oynayıp hazır geliyor. 18-22 yaş en çok gelişeceğin zaman. Ben Fenerbahçe’den koleje giderken sıradan bir oyuncuydum. Kaya Peker, gençler şampiyonasında benim sağımdan solumdan vuruyordu. Ben gelişimimi ABD’de yaşadım.
– Bu konu Sapanca’da da masaya yatırıldı. Sence ne yapmalı?
E.K: Mantalite değişmeli. Burada oyuncuya değer vermek, para vermekle bir tutuluyor. Oyuncuya değer vermek, onu oynatmaktır. 18 yaşındaki çocuğa 200 bin Dolar verirsen, o gider kendine son model araba alır. Bu ister istemez içindeki açlık duygusunu yok eder. Beni sabah 5’te kaldırıp koşuya götüren babamın borçlarıydı. Dario Saric Dünya Şampiyonası’nda MVP olurken bütün sezonu iki çift ayakkabıyla geçirdi. Şimdi gençler sosyal medyadan bir paylaşım yapıyor, sponsorlar yağdırıyor. Öyle şeyler duyuyorum ki… Bir oyuncu TBL’den teklif alıyor. 500 bin TL istiyor. Demiş ki, ‘Benim Bourousis’ten neyim eksik.’ Çocuğun çevresinde doğru insanlar yok. Kaya Peker, Serkan Erdoğan, Ender Arslan, Semih Erden, Kerem Tunçeri ve ben Avrupa’da oynadık. Hangi sistemden geldik? Kaç tane İspanyol oyuncu yurtdışında oynuyor? Çünkü kendi liglerinde değer görüyorlar. Kerem Tunçeri, Real Madrid’le Avrupa şampiyonu oldu.Neler dendi sonra… Cedi Osman nasıl oyuncu oldu? Herkes Ivkovic oynattı diyor ama biz Efes’le Euroleague’de play off oynadığımız sezon Oktay Mahmut ilk kez Cedi’yi sahaya attı. Oktay abiyi seversin, sevmezsin. Ama kaç oyuncuyu kazandırdı Türk basketboluna… Ender’i, Kaya’yı genç yaşta oynattı. Ben oradaydım. Cedi’yi Oktay abi sahaya atmaya başlamıştı.
– Buradan konuyu milli takımımıza bağlayabiliriz. Öncelikle bir Arnavut olarak Türk Milli formasını giymek sana neler ifade etti?
E.K: Gurur ve şeref dolu bir tecrübeydi. Ben Arnavutluk’ta doğdum, büyüdüm ve ülkemi çok seviyorum. Ama kendimi hiçbir zaman Arnavut basketbolcu olarak hissetmedim. Ben aslında Arnavutluk vatandaşı bir Türk oyuncusuydum. Türkiye bana kapılarını açtı, vatandaşlık verdi, kendi öz çocuklarına tanıdığı tüm hakları verdi. Hayatımı değiştirdi, borcumu ne yapsam ödeyememem. Türkiye’ye geldiğimde çok şey bilmiyordum ama bir şeyi çok iyi biliyordum. O da dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük lideri Mustafa Kemal Atatürk. Ben daha Türkiye’ye hiç ayak basmadan Atatürkçüydüm. Orta okulda tarih derslerinde hayranlıkla okuduğum, yaptıklarından derinden etkilendiğim, bıraktığı mirastan bana ilham kaynağı olan bu dev adam hayatıma farklı bir bakş açısı kazandırdı. Türk halkını böyle bir lidere sahip olduğu için kıskanıyordum. Sonra farkettim ki aslında o bütün dünyaya bir armağandı. Ben inanıyorum ki bunu yapan ve Atatürk’ü seven kötü bir insan olamaz. Türk milli takımının formasını giyerken, sahada milli takim formasını terletirken neden bu kadar heyecanlı, bu kadar benimseyerek, severek oynadığımı anlayabilirsin. Gururlu bir şekilde, mutlu bi şekilde, o formayı giymeyi bana mümkün kıldığı için, hatta çaba sarfeden Bogdan Tanjevic’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Hep desteğini aldığım, bana kariyerimin en zor gunlerinde bile sahip çıkan Sayın Turgay Demirel’e de minettarım.
– 2006'da müthiş bir milli takım vardı. Yurtdışında ilk kez bu kadar başarılı olduk. Sence oradaki farklılık neydi?
E.K: Benim için Japonya kariyerim boyunca basketbol oynamaktan en keyif aldığım dönemdi. O turnuvada yakaladığımız takım bütünlüğünü ben oynadığım hiçbir takımda yaşamadım. Tecrübeli ve genç oyuncuların en doğru ve düzgün şekilde bir araya geldiği bir takımdı. Herkes rolünü benimsemiş ve akılda takımın başarısından başka bir şey yoktu. Turnuva boyunca bir kere şikayet edeni duymadım. Herkesin sorumluluk aldığı ve alana da herkesin destek olduğu bir ortam yaratıldı.
Bence en onemli faktör turnuvaya gitmeden once bize hiç şans vermeyen basın ve basketbol otoritelerin beyanlarıydı. Haliyle halk da bunlara inanıyordu ve giderken havalimanında insanlar bize acır gibi bakarak ‘yazık size, o kadar yol yapacaksınız, elenip döneceksiniz’ der gibiydi… İlk defa tantana yapılmadan, reklam, büyük demeçler vermeden, beklentileri en düşük seviyede tutulan turnuvaydı bizim için. İster istemez bu üzerimizdeki baskıyı azalttı. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, çıkıp maksimumu verelim mantığını benimsedik. Bu kenetlenmemize yol açtı. Müthiş bir kaptanlık örneği gösteren İbrahim Kutluay, bana göre o dönemin en öldürücü skorerlerinden olan Serkan Erdoğan, müthiş form yakalayan Kerem Gönlüm ve Kaya Peker liderliğinde bütün takım inanılmaz uyum sağladı. Kötü performans gösterenlere bile herkesin sahip çıktığı ve onlar kötü gözükmesin diye ekstra çaba sarfedilen bir turnuvaydı. Ersan, Cenk 19 yaşında olduklarına inanılmayacak derecede olgundu. Ender takımı maestro gibi yönetti. Engin en kritik anlarda şutlar sokmasıyla ön plana çıktı. Fatih, Hakan, Semih herkes müthiş katkı verdi. Son topa, son saliseye kadar inanan bir oyuncu topluluğu vardı. Biz turnuvanın ortasında gerçekten madalya alacağız diye inanmıştık.
– Sonrasında ne oldu?
E.K: Sonrasında benim için çok kötü bir Avrupa Şampiyonası geçti. Hazırlık döneminde kendimi iyi hissetmemiştim. Forma giremediğimi Tanjevic ile paylaştım. Keşke ana kadroya girmeseydim. Ama Boşa bana inanılmaz güveniyordu. İlk maçta Litvanya karşısında Mehmet Okur’la beni ilk 5 başlattı. İlk iki maçta 3/12 isabet, sıfır ribaunt… Kendimden nefret etmiştim. Turnuva dönüşü kızgınlıkla iki gün basketbolu bıraktım. Ancak devamında David Blatt yönetiminde Efes’le iyi bir sezon geçirdim. Blatt yeni geldiğinde Madrid’de otelde kısa bir konuşmamız olmuştu. Benden çok şey beklediğini ama milli takımda beni görünce endişelendiğini de söylemişti. Dönüşte bana o halimle süre vermesinin zor olduğunu söyledi. Çok çaba sarfettim ve fikrini değiştirdim. Sezon sonunda Valencia’ya transfer oldum. Eşim de hamileydi. Ben de doğumun elemelerde denk gelmesi ve yeni bir yere adapte olurken ailemin yanında olmak için milli takımdan affımı istedim. Böylelikle farkında olmadan bir daha giymemek üzere affımı istemiş oldum. Benim pozisyonumda Semih Erden, Ömer Aşık, Oğuz Savaş ve geleceğe yatırım olarak Enes Kanter vardı. Böylece milli takım defterim haklı olarak kapanmış oldu.
– Ve yeniden Arnavutluk Milli Takımı’na döndün…
E.K: Aslında Arnavutluk’a geçmek uzun zamandır hayalimdeydi. Babamın ve amcamın 1971’den 2002 yılına dek gururla terlettiği 12 numaralı formayı ben de üstüme geçirmek istiyordum. Böyle bir şey yapılabileceğini Vasco Evtimov’un Fransa’dan Bulgaristan’a geçiş yaptığında öğrendim. Turgay Başkanla, Tanjevic’i hastanede ziyaret ettiğimde karşılaştım. Bana her türlü yardım ve desteği vereceğini söyledi. Sonuçta Arnavutluk’un 12 numarasının sırtına yine Kuqo yazıldı. 40 yıllık forma, tek soyad… Umarım bir gün orada da basketbolun belli bir seviyeye ulaşmasında benim de bir payım olur.