Öyle enteresan, öyle farklı, öyle kalp ritmi bozan bir takımız ki…
Ne hissedeceğimizi bile bilemez olduk.
Maç boyunca sürekli iniş çıkış gösteren, doğru oyunu çok az zaman dilimlerinde sahaya yansıtan bir ekibiz. Ama öylesine inatçıyız ki rakip 'kazandım'; TV başındaki vatandaş 'olmadı galiba' dediği anda rüzgar bir dönüyor, kendimizi kaybetmiş şekilde sevinçten çıldırmış buluyoruz.
Evet; iyi basketbol oynamıyoruz.
Evet; hücumda bazen çok tekdüze, çok dışa bağımlı, çok dripling üstünden hücum ediyoruz.
Ve hatta maçı kazandığımız üçlük bile doğru tercih mi deseniz çoğu kişi hayır der.
Amma velakin neredeyiz; çeyrek finalde, son 8'de, hedeflediğimiz yerde…
Teknik bir bakış yapmak insanın içinden gelmiyor böyle mutlu bir gecede ama şöyle bir bakalım…
En önemli oyuncumuz Ömer Aşık 28 dakikada sadece 1 kez top kullanmış, yani 2. yarı hiç potaya bile bakmamış… Üstelik Avustralya içerideki savunmada sıkıntı yaşarken..
Sinan'ın nefis penetreleri, içeri dalıp dışa çıkarılan paslar (ki farkın 8'e çıktığı son 5 dakikada rakip savunmayı penetre ile içeri gömüp doğru atışları bulduk) dışında üreten olamadık, 23 basketin sadece 9'u asist üzerinden gelmiş.
4 kısa ile baskı yaparken ribaunt sorunu yaşamışız, 13 hücum ribaundu verip 40-33 geri düşmüşüz… Havuza düşenlerde ikinci şanslar hep rakipte kalmış..
Ve de son dakikaya 5 sayı geride girmişiz…
Çizdiğim bu çerçeveden bir bakın; Türkiye nasıl olur da kazanmış olabilir…
İşte orası biraz yürek, biraz inanç, biraz inatçılık, biraz pes etmeme duygusu…
Emir önce Sinan'ın penetre-pasında uzaklardan bulduğu üçlüğü; sonra da el üstü zor mu zor, tercihi tartışılır şutuyla kazandırdı maçı…
O Emir ki ilk yarı sayı bulamazken, hafif zorlamaya başlamışken çekti aldı turu…
İnatçıyız işte, pes etmiyoruz, etmeyeceğiz. Yani… Karakterimiz bu.. Savunma, savaş, mücadele; hücumda biraz şans, biraz emek..
Aynen devam…