1981 yılında Efe Aydan önderliğindeki A Milli Erkek Basketbol Takımı altı yıl aradan sonra EuroBasket’e katıldığında bu başarı ülke basketbolu için çok önemli bir adımdı. Turnuvada ise sekiz maçta sadece İngiltere’yi yenebilmiştik. Bu turnuvadan sonra bir dahaki katılım için 12 yıl beklemek zorunda kalacaktık. 1993’teki EuroBasket’ten itibaren milli takımımız kıta ve dünya basketbolundaki ağırlığını artırmayı başardı. Ancak 2010’dan sonra bazı turnuvalarda başarı elde etmiş olsak da bir gerileme dönemine girdiğimiz aşikar. Bu gerileme aşamasının son halkasını da muhtemelen EuroBasket 2017’de göreceğiz.
Bu ay sonu başlayacak EuroBasket’te bildiğiniz üzere ev sahibi ülkelerden biriyiz. Takımımızın kadrosu kesinleşmedi ama rotasyonumuza bir göz atalım:
B. Dixon – D. Balbay – K. Sipahi
S. Güler – M. Mahmutoğlu – G. Köksal
C. Osman – F. Korkmaz – E. Veyseloğlu
S. Şanlı – B. Hersek – M. Türen
S. Erden – F. Aldemir
Kadrodan iki kişi daha çıkarılacak ve 12 kişi ile turnuvaya başlayacağız. Aslında sorun oldukça basit: Türkiye A Milli Erkek Basketbol Takımı FIBA sıralamasında şu anda sekizinci sırada. Peki şu milli takım gerçekten dünyadaki en iyi sekiz takımdan biri mi?
Bu kadro kuşkusuz son zamanlarda yetenek toplamı olarak en zayıf kadrolarımızdan biri. Hatta 1993’ten sonraki en kötü kadro desem sanırım abartmış olmam. Bu nedenle büyük başarılar beklemek, ev sahibi olsak dahi anlamlı değil.
Bu ülkedeki kişi ve kurumların kötü bir alışkanlığı var: Günü kurtarmak. (Bu alışkanlığın kökleri derin. Süleyman Demirel’in 1960’lardaki “Halk plan değil, pilav istiyor!” sözü popülizmin dehlizlerini anlamamıza yardımcı olabilir.) Bu turnuvadaki kadro seçimi de bunun bir yansıması. Muhtemelen Ufuk Sarıca’dan başarı beklendiği için altyapılarda yıllarca madalyalar alan gençlerimize tecrübe kazandırmak yerine böyle bir tercihte bulundu. (Emircan ve Okben gibi oyunculara şans verilmemesi bir yana, Tolga gibi çok yönlü bir oyuncunun kadro dışı kalmasını anlamam mümkün değil.) Bu turnuva aslında tam da aradığımız jenerasyon geçişini gerçekleştirebileceğimiz bir turnuvaydı. Biz Sırbistan’dan Almanya’dan 30 fark yemiş “yıldızlarla dolu” takımlar izledik, unutmayalım. Bu turnuvada gençler olsa ve bu gençler bu farkları yese en azından geleceğe dair bir planlama yapıldığını düşünürdük. Peki şimdi hedef nedir? İki – üç maç kazanıp bir üst turda elenmek mi?
Grubumuzda Sırbistan, Letonya, Rusya, İngiltere ve Belçika ile ilk dört mücadelesi vereceğiz. Çevremdeki yorumlardan gördüğüm kadarıyla, İngiltere ve Belçika maçları “cepte” kabul ediliyor. Letonya ve Rusya maçlarında ise takımın şansı olduğu düşünülüyor. Üzgünüm ama gerçeklik öyle değil. Öncelikle Sırbistan sadece grubun değil turnuvanın da favorisi. Bu turnuvaya iki ayrı takımla katılacak kadro derinliğine sahip. Onlarla 100 maç oynasak birini bile kazanamayız. Letonya’da Porzingis’in yanında, Bertans kardeşler, Timma ve Strelnieks gibi çok net oyuncular var. Rusya’da ise Shved, Vorontsevich ve Kurbanov gibi EuroLeague seviyesinde yıldızlar var. Daha da önemlisi bu oyuncuların hepsi bu sezon kulüplerinde ciddi süreler alarak önemli rolleri/görevleri üstlendiler. Bizim kadromuzda NBA’e giden Cedi ve Furkan’a ek olarak Sinan ve Dixon dışında oynadığı takımda pozisyonunun birinci oyuncusu olan bir oyuncu yok. Sinan ve Dixon da 34 yaşında. Yani bizi olimpiyatlara taşıması istenecek bir kadronun ana parçası olmaları kolay değil. Dahası birinci çember savunucumuz Semih’in herhangi bir takımı yok. Uzun forvet pozisyonundaki çaresizliğimizi ise anlatmama gerek yok sanırım. İngiltere ve Belçika’ya gelince, evet çok güçlü değiller. Ama bu maçlar “cepte” değil. Ataman’ın takımının İtalya’yı yendiği turnuvada İzlanda’yı ancak uzatmada devirdiğini unutmayalım. Mevcut kadronun kısa takvimde bu beş maçın hepsini üst seviyede oynaması mümkün değil. Bu nedenle Sırbistan maçı muhtemelen aktif dinlenme şeklinde geçecektir. Ancak İngiltere ve Belçika’yı yendiğimiz bir senaryoda dahi dördüncü olarak gruptan çıksak, turnuvada ilerleyemeyeceğimiz ortada.
O zaman şu soruyu tekrarlamak istiyorum: Neden bu turnuvada gençlere yer vermiyoruz? İzin verelim de yenilecekse gençler yenilsin. Zaferlerin arkasında nasır tutmayı sağlayan yenilgilerin (makro planlamanın) olduğunu unutmayalım.
Kadın takımımızın bileğinin hakkıyla iki kere katılmaya hak kazandığı olimpiyatlara erkek takımımızın da katılmasını istiyoruz değil mi? Peki, 2019’da düzenlenecek Dünya Şampiyonası’nın bir olimpiyat elemesi olacağı ve bu turnuva için hazırlık yapmamız gerektiği ortadayken biz neden günü kurtarmaya çalışıyoruz?
Özetle, oyuncu yetiştirme söylemlerinin ötesine geçip eyleme geçme vakti gelip geçiyor. Bir başka ifadeyle, bize bugünkü pilav değil, yarını kurtaracak plan lazım.
TOGAN KARATAŞ