Fanatik Basket yazarı Yiğiter Uluğ, Erman Kunter'in dönüşünü kaleme aldı.
Kunter kariyerine bir göz atan yazıda Yiğiter Uluğ, 9 yıl sonra yeniden evine dönen usta antrenörün hayatından satır başları verdi.
İşte Fanatik Basket'in salı günü yayımlanan sayısında yer alan o yazı:
“9 yıl sonra tekrar evinde”
2002-03 sezonunda Galatasaray’ı üçüncü sıraya taşıdıktan sonra, büyük bir haksızlığa kurban giderek ayrılmıştı Erman Kunter ligimizden… Şimdi yeniden Türkiye’de; bu defa oyuncuyken efsane olduğu takımın başında.
Erman Kunter geri döndü. 2003 yazında sessiz sedasız ayrılmıştı bu topraklardan… Çok iyi hatırlıyorum, onun Fransa’nın orta sıra takımlarından Cholet’nin başına geçmesi, pek ses getirmemişti medyamızda… O zamanlar “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” demiştim, “Yaşasın onuncu köy!” başlıklı yazımda… Burada kendisinden esirgenen imkânları, rahatlığı, profesyonelce çalışma ortamını Fransa’da bulan Kunter, Türkiye’den uzakta geçirdiği 9 yılın 7’sinde Cholet’nin başarısı için ter döktü. Birinde Asvel’e gitti; o yıl normal sezonu birinci sırada bitirmesine karşın, play-off’a yarı finalde veda edince, sözleşmesi devam etmesine karşın, görevine son verildi. İkinci yılı herhangi bir kulüpte koçluk sandalyesine oturmadan geçirmeyi tercih etti.
Erman, Cholet yıllarında bir lig şampiyonluğu, bir Fransa Kupası kucakladı, bir kez play-off finali oynadı, bir kez de bu yıl Beşiktaş’ın kaldırdığı Eurochallenge Kupası’nda son maça kadar gitti, İtalya’daki finalde Bologna’ya boyun eğdi. Bütün bunları çalıştığı ülkenin en düşük bütçeli takımlarından biriyle yapmış olması, Fransızların genelde “havada” diye bildiğimiz burnunu bile biraz aşağı indirdi, Kunter ismi Fransa Milli Takımı için gündeme geldi. Son olarak, bu yıl normal sezonu sekizinci bitiren Cholet, play-off’ta birinci Gravelines’i eledi ve L’Equipe gazetesi, Erman Kunter’i ligin gelmiş geçmiş en iyi beş yabancı antrenöründen biri seçti.
İşte böyle bir 9 yılı arkada bırakarak geri dönüyor yuvasına Kunter… Ama bizim medya ne yazıyor? “1996-97 sezonunda küme düşürdüğü Beşiktaş’a geri döndü!” Hoppalaa!..
2002-03 sezonunda maaşlar bile doğru düzgün ödenmiyorken, Galatasaray’ı ligde üçüncülüğe taşıyıp, play-off’ta yarı final oynatmasını ve o dönemlerin en iyi derecesini yapmasını unutanları “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” (İnsan belleğinin eksiği unutkanlıktır) sözüne sığınarak affedebilirim belki… Ama onu kayıtlardan silenler, 1997’yi nasıl bu kadar net anımsayabiliyor? Peki ya, 1999 Avrupa Şampiyonası’nda çeyrek finale kalıp, yarı finali son topta kaçıran Milli Takımımızın oynadığı dünya güzeli oyunları, unutturmaya çalışmak kimin haddine? O takımın ilk beşinde 20 yaşında üç genç vardı: Kerem Tunçeri, Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur. Erman’dan başka hangi koç gençlere böyle engin bir cesaretle sahip çıkabildi bugüne kadar?
Kötü niyetli eleştirilere en güzel yanıt, twitter üzerinden Cem Akdağ’dan geldi aslında: Garpta ip cambazını “Ha geçti, ha geçecek” diye izlerlermiş. Şarkta ise ‘Ha düştü, ha düşecek” diye… Daha fazla söze gerek var mı?
96’NIN BEŞİKTAŞ’I
1996-97 sezonu başlarken Beşiktaş, genel menajerliğe Serdar Koçyiğit’i, koçluğa da Çetin Yılmaz’ı getirdi. Bir anlamda, yıllardır Ülker’i ligin zirvesinde tutan “know-how”u transfer etmiş oldular böylece… Çetin Yılmaz, hücum ağırlıklı bir kadro kurmak istedi ve Hüsnü Çakırgil, Nihat Mala, İhsan Bayülken, Ahmet Eran gibi tecrübeli yerli oyuncuların yanına iki uzun Amerikalı monte etti: Gary Alexander ve James Bryson.
O sene Beşiktaş Koraç Kupası’nda mücadele ediyordu. İspanya’dan Unicaja Malaga, İsrail’den Hapoel Holon ve Portekiz’den Queluz’un yer aldığı ilk tur grubunu ikinci bitirerek ikinci tur vizesini aldılar. Aslında işler fena gitmiyordu. Ancak ikinci turda İstanbul’da mağlup oldukları Aris’le Selanik’te oynanan rövanşta, Gary Alexander’ın hem tribünlerin hem de Yunanlı oyuncuların provokasyonlarına kapılıp, rakibine saldırmasıyla maç karakolda bitti. Geniş güvenlik önlemleri altında Selanik’teki konsolosluk binasına (aynı zamanda Atatürk’ün doğduğu ev) sığınan Beşiktaş kafilesi, o günlerde ülke gündeminin 1 numaralı maddesi olmuştu.
O olay, bir yandan Beşiktaş’ın Avrupa macerasının sonu olurken, bir yandan da Alexander’ın takımdan ayrılmasını gündeme getirdi. Birkaç hafta sonra, o dönemdeki koçu Ercüment Sunter ile yolları ayıran Ülker de yeniden Çetin Yılmaz’la çalışmayı isteyince, Beşiktaş’ın sezon başında kurmaya çalıştığı yapı bir anda darmadağın oluverdi.
FIRTINALI DENİZİN ORTASINDA
İşte bu koşullar altında Ocak ayı sonlarında geçti Erman Kunter Siyah-Beyazlı ekibin başına… Elinde son haftalarda form grafiği hızla düşen, kimyası bozulmuş, antrenmanı pek sevmeyen oyunculardan kurulu bir kadro vardı. Bu kadroyu kendisi kurmamıştı ve daha agresif basketbol oynatmak gibi bir niyeti vardı. Kafasındaki oyun tarzı için, hareketli, bire birde etkili bir kısaya ihtiyacı duyuyordu. Jojo English’i getirdi. Tembelliği ve pota altındaki yumuşaklığıyla can sıkan Bryson’un yerine de Kanadalı William Njoku’yu transfer etti. Bu transferlerin gerçekleştirilmesi, o dönemim mali koşullarında epeyce bir zaman aldığı için, haftalar boşa geçti, Beşiktaş kan kaybetti, alt sıralara indi. Nihayet, normal sezonu sondan dördüncü sırada bitirerek, play-out oynamak durumunda kaldı.
Play-out maçları sonunda ikinci ligde sezonu üçüncü sırada tamamlayan Yıldırımspor, Beşiktaş’ın üzerine çıkmayı başardı. Bu durumda Kara Kartal, Netaş ile TED Kolejliler’den sonra düşen üçüncü takım olacak ve yerini Yıldırımspor’a bırakacaktı. Ancak o sezonun sonunda Yıldırımspor yönetiminden, profesyonel basketbol etkinliklerini sonlandırma kararı çıkınca, Beşiktaş gördüğü kâbustan uyandı ve tekrar Birinci Lig’e döndü.
Erman Kunter’in kariyerinde pek çok parlak sayfa varken, onları es geçenlerin, getirip önümüze koyduğu “düşme” öyküsünün aslı budur işte…
Neyse, tadınızı kaçırmayayım. Basketbolseverler için asıl iyi haberi ilk satırda verdim zaten: Erman Kunter geri döndü…