15 Aralık 2024, Pazar
spot_img
Ana SayfaTHY EUROLEAGUETrinchieri: Atatürk'ü 40 yıldır tanıyorum

Trinchieri: Atatürk'ü 40 yıldır tanıyorum

Brose Bamberg koçu Andrea Trinchieri, beIN SPORTS'ta yayınlanan Günün Konuğu programına konuk oldu. Başarılı antrenör çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. 

 
Andrea, İstanbul'a hoşgeldin. Öncelikle tabii ki bu sezon yaptığınız yolculuklardan bahsedeceğiz. Euroleague'in yeni sistemiyle birlikte çok fazla seyahat ediyorsunuz? Bununla ilgili nasıl hissediyorsun?
 
Sizin için, izleyiciler için harika. Olabilecek en iyi format. Bizim için, zavallı antrenörler açısından hazmedilmesi gereken bir durum. Yine de iş iştir. Bunun taraftar ve basın için en iyi yapı olduğuna inanıyorum. O zaman böyle olmalı. Esas nokta şu, bazı ayarlamalar yapmamız gerekiyor. Ayrıca Euroleague'deki 16 takımın antrenörünün de bu yaz hazırlanmaya çalıştığına eminim. Ancak kimse bu yaşadıklarımızı hayal edemezdi. Çok farklı. Bir istatistik yapmadım, ancak sadece iki takım üst üste iki maçı da kazandı. Ve bu bir gerçek.
 
Kişisel olarak nasıl ayarlamalar yapmanız gerekiyor? Antrenör olarak rotasyonu ve bazı şeyleri değiştirdiğinizi anlayabiliyorum. Fakat kişisel olarak ne tip değişiklikler yaşıyorsunuz? Örneğin bavul hazırlamaya alıştınız mı?
 
Bu çok iyi bir soru. Ben hep hazırda bir bavul tutarım. Çünkü rutinin insanı öldürdüğünü düşünüyorum. Yani bir idmandan dönüp yeniden bavul hazırlamak gerçekten kafada çok ağır. Her zaman gitmeye hazır olmalısınız. Belki eşyalarınızı ufak paketlere koyup kısa sürede toparlanabilirsiniz. Eskiden çanta hazırlamam 25-30 dakika sürerdi, şimdi üç dakika sürüyor. Çünkü orada çok vakit geçirmeyi istemezsiniz.
 
Maç önü çalışmasına çok inanan bir antrenörsünüz. Takımlarınız hep maçlara çok iyi hazırlanmış olarak çıkar. Bu yeni dönem sizin rakip analizlerinizi ve hazırlıklarınızı nasıl değiştirdi?
 
Euroleague kesinlikle NBA'den sonra en büyük basketbol ürünü. Hatta bazen NBA ile rekabet bile ediyor. Özellikle normal sezonda. Euroleague artık oyuncuların ligi haline geliyor. Biz, antrenörler olarak elimizdeki önemli bir aleti kaybediyoruz: İdmanlar. Bazı haftalar sadece bir saat süren bir antrenman yaptığınız oluyor. Çünkü seyahat ediyorsunuz, maç yapıyorsunuz, vücudun yenilenmesi için zamana ihtiyacınız var, dinlenmeniz lazım… Yani daha çok yeteneğe sahip takımların avantajlı olduğunu düşünüyorum, çünkü oyuncular oynuyor. İnanıyorum ki bu oyuncuların ligi haline geliyor ve bunu hafifleterek söylemiyorum. Olan bu. Yani sezon öncesi takımınızı nasıl hazırladığınızı değiştirmeniz lazım. NBA'in yaptığı gibi yapmanız gerekiyor. Üstelik bir NBA takımının rahatlıklarına sahip değilken.
 
Olimpiyat oyunlarını izliyordum ve şunu düşündüm: “ABD Milli Takımı taktik olarak örneğin İspanya gibi Avrupa takımları kadar fazla detaya sahip değil. Ancak yine de temel basketbol bilgileri ve yetenekle kazanıyorlar.” Bu NBA ile EuroLeague arasındaki en büyük farklardan biri olabilir, ancak siz de şimdi “EuroLeague kendini NBA'e yaklaştırmaya çalışıyor” dediniz.
 
Bu çok iyi bir nokta.
 
Siz ne düşünüyorsunuz? Teknik mi, taktik mi?
 
Size aptalca bir örnek vereceğim. Bir NBA maçında kaç tane kolay basket sayabilirsiniz? Basit basket. Yani burada “aptalca sayı yedin” diyeceğin türden… Ufak bir oyunla mesela… Biz Avrupa'da biraz inatçıyız. “NBA'de kaybedince umursamıyorlar” diyoruz. Bu doğru değil. 82 maç yapınca, üst üste iki gece maça çıkınca, kaybettiğiniz maçta kalmak için bir vaktiniz yok. Kafada yeriniz yok. Kendinizi oraya adamak için o kadar büyük bir donanıma sahip değilsiniz. NBA'de neden bu kadar çok kolay basket gördüğümüzü anlıyorum. Çünkü hazırlanacak vaktiniz yok. Avrupa'da bilmeye alışkınız. Her kenar oyununu, her özel durumu, her seti biliriz. Çünkü yedi günümüz var. Özellikle büyük bir takımdaysanız bir sonraki EuroLeague maçına hazırlanırsınız. Yerel lig zor maç olsa da iki-üç şey sizin için yeterli. NBA'de bir kalıpları var. Genel olarak “biz böyle yaparız” derler ve oynarlar. Burada da aynısı olacak.
Biz Avrupa'da NBA'e benzemeye yukarıdan başladık. Altyapılarda temel basketbol bilgilerine yeteri kadar önem veriyor muyuz?
Hayır, yeteri kadar değil.
 
Çünkü gördüğümüz kadarıyla çok fazla ikili oyun ve taktik detaylar var altyapılarda.
 
Ben ikili oyunu suçlamayacağım. Çünkü ikili oyunu oynamanın farklı yolları var. Eğer ikili oyunu sadece iki kişinin oynadığı bir oyun olarak görürseniz, evet ben de pick-and-roll'ü yasaklarım. Fakat iyi takımlar ikili oyunu beş kişiyle oynuyor. Aksiyon içinde bulunan iki kişiyle avantaj başlıyor ama sonrasında herkes hareket ediyor ve o ikili oyunla yarattığınız avantajı diğer üç oyuncuyla koruyorsunuz. Yani bu ne yaptığınızdan çok, nasıl yaptığınızla alakalı. Avrupa'da çok az kulüp size yapılanma süresi veriyor. Her şey ekspres şekilde bugün olmalı, yarın çok geç. Bir antrenör “Kendi popomu mu kurtarayım” diye düşünebilir. Hayır, herkes önceden hazırlanmış bir basketbol felsefesinin peşinden gidiyor. Çünkü antrenörler “bunu zaten herkes biliyor” deyip öğretmeyi, hazırlanmayı, gelişmeyi ikinci sıraya atıyor.
 
Ancak siz Brose'de daha farklı yapıyorsunuz. Gördüğüm kadarıyla sadece gençleri değil, 25-26 yaşından sonra gelen oyuncuları da geliştiriyorsunuz. Brad Wanamaker'dan Darius Miller'a, Nicolo Melli'ye kadar birçok örnek verebilirim.
 
Bu bir gereklilik. Yapmak zorundayız. Biz piyasanın en üstündeki oyunculara ulaşamıyoruz. Rekabet etmeyi seviyoruz, kendi işimizi mümkün olan en iyi şekilde yapmak istiyoruz. Yani ya şartlara teslim olacaksınız, ya da başka bir yol deneyeceksiniz. Henüz kendini tamamen göstermemiş, potansiyeli olan oyuncuları bulmaya çalışmalısınız. Yeteneklerini parkeye yansıtmamış isimleri bulup geliştirmelisiniz. Bunu yapmanın tek yolu, artı ve eksileri bulmanın haricinde -ki 2017 yılında artık bu en önemli şey değil- insanı planınızın ortasına koymak. Oyuncuyu insan olarak görmek. Zayıflıkları, güçlü yönleri, geride bıraktığı miras… En doğrusu bu. Çünkü Amerika'dan gelmiş, her yerde görev adamı olmuş bir oyuncu, Avrupa'da zayıf tarafta bir oyuncunun olmadığını görünce şoka uğrar. Çünkü Avrupa'da hücumda zayıf tarafta kullandığınız oyuncular, rakibin nasıl savunma yaptığına göre, belki 20 sayı atanlar oluyor. Ya da şut atmaktan başka işler de yapabileceğini gösterme fırsatı bulmamış genç bir Avrupalı yetenek… O insanı ortaya, değerlendirmenizin tepesine koyarsınız ve bir şeyler inşa etmeye başlarsınız.
 
Sizin Nicolo Melli gibi, hayatının tamamını İtalya'da geçirmiş bir oyuncuyu Bamberg'e gelmeye ikna etmenizin sebebi bu muydu? Bir İtalyanı, Bamberg gibi küçük bir şehre koyu onun zorlanmasına sebep olabilirdiniz. Kültür şoku yaşayabilir. Siz çok kültürlü bir aileden geliyorsunuz, anlarsınız. Onu buraya alırken hiç endişe etmediniz mi?
 
Hayır. Bence hayatının bu döneminde Nicolo basketboldaki gelişimini öncelik haline getirdi. Yani eğer bir Alaska takımı kendisini geliştirme fırsatı verse, oraya gidecek. Bu önceliklerine göre değişir. Biz onun için uygun bir takımdık. O da bizim için harika bir oyuncuydu.
 
Avrupa'nın en önemli pasörlerinden biri haline geldi. Daha önce bu seviyede bu özelliğini pek göstermemişti. Bunu nasıl yaptınız?
 
Bunu benden çok ona sormalısınız. Biz ona sadece oynama fırsatı verdik. Etrafına bir Bireysel Gelişim Antrenörü koyduk.
 
Yani takımınızda Bireysel Gelişim Antrenörü var?
 
Evet. Ve çok iyi bir kondisyonerimiz var, vücudundaki değişimi görüyorsunuz. Onunla konuştuk. Her gün. Ondan en iyiyi çıkarmaya çalıştık. Bazı oyuncular vardır, harika şutörlerdir. Bazı oyuncular vardır harika pasörlerdir, harika skorerler, savunmacılar vardır… Melli sadece harika bir basketbolcu. Size harika bir şutörden daha iyi şut attığını söyleyemem. Teodosiç'ten daha iyi pas verdiğini söyleyemem. Ancak tüm paket, inanılmaz iş ahlakıyla birleşince… Yaşı için çok olgun. Takımımız için bir sütun görevi görüyor. Bu yaşta üstüne takım kurulacak bir oyuncu. Ve Alman değil. Ve Alman liginde. Bunların hepsi onu eski basketbolundan dışarı çıkarmak…
 
İkili oyundan bahsederken “pick and roll oynamanın birçok farklı yolu var” demiştiniz. Nicolo Melli'nin kısa devrilmelerde en iyi pasörlerden biri haline gelmesini konuşmak istiyorum. Şutu ve driblingiyle birlikte üçlü tehdide sahip. Siz bunu nasıl gerçekleştirdiniz. Nicolo'yla imzalamadan önce onun böyle bir oyuncu olacağını hayal etmiş miydiniz?
 
Hayal doğru kelime değil. Harika olacağını biliyordum ama nasıl olacağını bilmiyordum. Takımımıza etki edeceğini ve en iyi oyuncularımızdan biri olacağını biliyordum. Bundan emindim. Sadece nerede ve oyunun hangi kısmında olacağını bilmiyordum. Bu oyun felsefemizin bir sonucu. İyi şutları istemiyoruz, kusursuz şutları istiyoruz. Takım basketbolu oynamaya çalışıyoruz. Rekabet etmeye ve oyuncularımızın eksiklerini özümsemeye çalışıyoruz. Bu benim en büyük kişisel gelişimimdi. Çünkü bir oyuncunun eksiklerini ararsanız, her zaman bulursunuz. Aynı zamanda bir oyuncunun takıma katabileceği artıları araştırırsanız, hep onları da bulursunuz. Bu sadece bir değişim meselesi. Neye baktığınızı değiştirmelisiniz.
 
Bireysel Gelişim Antrenörüne sahip olduğunuzu söylediniz. Euroleague'in en düşük bütçeli takımlarından birisiniz ve buna rağmen kişisel gelişim antrenörünüz var. Nasıl oluyor?
 
Çünkü Bamberg'de bütçe sadece oyuncular veya antrenörler için yani piramitin tepesinde gördükleriniz için değil. Genç oyuncuları almak, bizim oyuncularımıza bir yapı kurmak, kendilerini geliştirebilecekleri ya da iyi hissetmelerini sağlamak için… Oyuncularımıza sevgi göstermek istiyoruz. Bu fikir Spor Direktörümüz Daniele Baiesi'ye ait ve bununla büyük ikramiyeyi vurduğumuza inanıyorum. Çünkü bu ritmle baş antrenör olarak ben çok talepkâr birisiyim, detaylarda çalışmaya başlayamıyorum bile. Çünkü bir oyuncunun kendisini geliştirmesi için rahatlamasına ihtiyaç var. Hatalarını üzerinde baskı olmadan yapmalı. Bireysel gelişim çok özel bir konu. Basketbol idmanlarından, takım idmanlarına paralel bir kulvarda gidiyor. Bunu ayrı bir tabanda tutuyoruz.
 
Daniele Baiesi'den bahsettiniz. Onunla ilişkiniz nasıl? Uzun zamandır çok yakın arkadaş olduğunuzu biliyorum.
 
Biz her gün şaraplar hakkında, bir yemeğin nasıl pişirileceği hakkında kavga ederiz. Daniele hayatım boyunca tanıdığım en yaratıcı zihinlerden biri. Dahi kelimesini telaffuz etmek istemiyorum ama ona çok yakın biri. Ve her dahide olduğu gibi çok ince bir çizgide… Şaka yapıyorum. İlişkimiz saygıya dayalı. Benim kendi alanım var, onun kendi alanı var. Yani seni şok edecek bir şey söyleyeceğim. Ben 2017 yılında bir antrenörün takım kurma konusunda objektif olabileceğini düşünmüyorum.
 
Neden?
 
Vaktiniz yok. Oyuncu izleyecek vaktimiz yok. Eğer oyuncu izlersek, faydalı başka bir işten vakit harcamak zorunda kalacağız. Bu yüzden doğru şeyin bu olduğunu düşünüyorum, ki NBA'de de böyle, antrenör sadece antrenörlüğe odaklanmalı. Tabii ki Genel Menajeriniz size beş uzun getiriyorsa ve siz de ikili oyun üzerine bir basketbol oynamak istiyorsanız bu bir sorun. Ancak söyleyeceğim şey şu: Bir basketbol felsefesine sahip olmalısınız ve Genel Menajeriniz de bu felsefeyi nasıl geliştireceğinizi bilmeli. Sonrasında “bir combo guard lazım, bir şutör lazım, bir devrilen oyuncu lazım” demeniz lazım ki o da size isim getirmeli. Tam aksi değil.
 
Sizce Avrupa'da bunu yapacak kadar çok menajer ya da yönetim kurulu üyesi var mı?
 
Bende var.
 
Bu yeterli diyorsunuz.
 
Bilmiyorum. Bence işin doğrusu bu. Sen doğru bir yere parmak bastın. Her kulübün böyle bir Genel Menajeri olması lazım. Bu tasarruf etmenin önemli bir yolu. Bu ürününüzden mutlak verimi almanızı sağlar.
 
Bir şey daha. Antrenörlüğü üçe bölerim. Sezon öncesi antrenörlük, maç öncesi antrenörlük ve maç içi antrenörlük. 
 
Bir şeyi atlıyorsun ve bu çok önemli.
 
Hangisi?
 
Maç sonrası antrenörlük. Koçlar maç sonunda bir sezonu, kupayı da kazanabilirler; takımı da öldürebilirler. Bu yıl çok fazla maç sonu var.
Neden sezon öncesi değil?
 
Neden onu bir kenara attınız?
 
Sezon öncesi bir öğretmen olmanız lazım.
 
Ben transfer sürecini de ekliyorum.
 
Ben transferlerin bir sezon öncesine ait olduğunu düşünüyorum. Bir takımı o kadar geç kuramazsınız. Gelecek yılki ihtiyaçlarınızın ne olacağını Şubat ayında bilmeniz gerek. Ellerinizi nereye koyacaksınız? Tabii ki kimi alacağınızı bilemezsiniz ama en azından mücadeleci bir pota altı oyuncusuna mı, yoksa dış şutu olan bir dört numaraya mı ihtiyacınız olduğunu bilirsiniz. Ancak dediğin gibi, sezon öncesi çok önemli. Bu takımın temellerini attığın yer. Maç önü dedin, o hayati önem taşıyor. Bir denge kurmanız lazım, çünkü en büyük antrenörlük hastalığı her şeyi kontrol etmeye çalışmaktır. Her şeyi. Ve biz her şeyi kontrol edemeyiz. Yani neyi isteyebileceğiniz konusunda net hedeflere sahip olmalı ve o maçta nelerden vazgeçmeniz gerektiğini bilmelisiniz. Çünkü takımınız bir bilgisayar programı gibidir. Bazı takımlar Commodore 64 gibidir, bazıları da en iyi programlara sahiptir. Ancak her zaman en iyi programa sahip takım, en kötüsünü yenmez. Bu takımınızdan ne istediğinizle alakalıdır. Yani maç önü önemli tabii ki. Sonrasında da maç içi antrenörlük var. Hâlâ çok büyük bir paya sahip. Ben buna maç sonunu da eklerim.
 
Maç sonu antrenörlük hakkında daha fazla şey anlatır mısın?
 
Şöyle söyleyelim. Her üst seviye antrenörün bir maç planı vardır. Hafta içi iki maç yaptığınız dönemden bahsediyorum. Salı günü deplasmanda, perşembe günü içeride büyük takımlara karşı oynuyorsunuz. Planı hazırlarsınız. Diyelim ki Salı günü iyi bir takıma karşı kötü bir deplasman mağlubiyeti aldınız. Ne yaparsınız? 48 saat içinde bir maçınız daha var. Oyuncularınızı yerden yere vurabilir misiniz?
 
Hayır.
 
Yani her maç sonu farklıdır. Her maç sonu inanılmaz önemlidir. Çünkü salondan çıkan oyuncunun son düşüncesi, ertesi sabah salona girerken aklında olur. Yani ortak bir düşünce yaratmaya çalışın. Neden kaybettik? Neden kazandık? Ne yapmamız lazım? Yani ben buna maç önü kadar fazla önem veririm.
 
Yani maç sonlarında derin nefes almak için yoga'ya inanıyor olmalısınız.
 
Hayır, beni kenarda görürsen yoga aklına gelecek son şey olur. Ben insanlarla konuştuğumuzu düşünüyorum. Bir aradayken çok iyi takımlar yarattığımız için kendimi şanslı hissediyorum. Birlikte harika bir atmosfer yaratıyoruz. Bu anlaşmazlıklarımız olmadığı anlamına gelmiyor. Çünkü yüksek düzeyde rekabet bazen anlaşmazlıklar doğurabilir. Fakat bu sağlıklı bir anlaşmazlık olmalı. Daha iyiye gitmeniz için. Bazen bir kişinin geri adım atması gerekebilir. İşlerin yolunda olmadığı her zaman duvara karşı gidemezsiniz. Bence kaybedilen maçlarda bile takıma kazanacakları bir şey vermelisiniz. Geri alabilmek için.
 
Bunu soracaktım, çünkü maç sonu konuşmalardan bahsettiniz. Son saniyelerde çok maç kaybettiniz, bunu hatırlatmak istemezdim ama…
 
Hayır sekiz maç kaybettik.
 
Evet, son saniyelerde kazandıklarınız da oldu. Yine de sekiz maç çok fazla gibi hissettiriyor. Özellikle bazılarında kötü hakem kararları da vardı. O maçlar size ne öğretti?
 
Sonuç ne olursa olsun, %99.9 playoff yapamayacağımızı öğrendim. Bunun haricinde, harika bir takıma sahip olduğumu öğrendim. Belki basketbol açısından bazı şeylerimiz eksikti. Belki antrenörlüğümüz yetmedi, belki şut sokamadık… Önemi yok. Fakat bizim yaşadıklarımız yaşayan birçok takımın hayatta kalabileceğini sanmıyorum. Üç sayının altında beş maç kaybedince ölürsünüz. Sezon biter. Biz oynamaya devam ettik. Mutlu değildik. Sinirlenmiştik. Ancak bir arada durduk. Ben bunun başarabileceğimiz en büyük şey olduğunu düşünüyorum. Biz Final Four adayı bir takım değiliz. Evet demeyi isterdim, ancak değiliz. Fenerbahçe'nin Final Four adayı olması kaç seneyi aldı. 10 mu? Bu bir inşa süreci ve biz o imkânlara sahip değiliz. Her zaman bir şeyler elde etmeyi isterim. Bu tecrübe bizi daha iyi hale getirdi.
 
Alman Ligi'nde kurallar gereği birçok Alman oyuncu oynatmak zorundasınız. Siz birçoğunu NCAA tecrübesi olanlardan seçtiniz. Kasten mi?
 
Hayır. Almanya'da beş sene önce 6+6 kuralı geldi ve bunu yapabilecek sayıları yoktu. Yeteri kadar fazla Alman oyuncu yoktu. Almanya bir futbol ülkesi. Ancak inanılmaz fizikli insanlar da var. Okul yok, çünkü Almanya'da basketbol 20-25 yaşında. 1993'te beklenmedik bir şekilde EuroBasket'i kazandılar ve bu basketbolun başlangıcı oldu. Şimdi bu kuralla birlikte yeni bir iş fırsatı doğdu. Kulüplerin ekonomisi de çok istikrarlı olduğu için yetenekli birçok oyuncu Amerika'da üniversite okumaya gitti. Biz onları almak için oraya bakmak zorundaydık.
 
Kulüpte dokuz farklı ülkeden oyuncu var.
 
A Takım organizasyonumuzda 11 farklı pasaportumuz var.
 
Evet, yardımcılarınız da dahil. Bu kadar çok kültürlü bir takıma sahip olmak nasıl bir duygu?
 
İnanılmaz.
 
İyi mi?
 
Evet. Şükrediyorum. Çünkü herkes masaya yeni bir şey koyabilir. Gençlik günlerimde çok fazla seyahat etme fırsatı buldum. Hep çok iyi bir tecrübeydi. Her zaman sizi geliştirecek bir şeydi. Bu bir kokteyl.
 
Siz bir dünya takımısınız.
 
Herkes birbirine karşı bir adım atıyor. Çünkü takım içi gruplaşma yok. Yerli ve yabancı oyuncular arasında gruplaşma olması, yaşayabileceğiniz en kötü şey. Bu yenmesi çok zor bir şeydir. Yabancı dil konuşmak istemezler, konfor alanlarından çıkmak istemezler. 11 farklı kişiyi de konfor alanından çıkarmak, onların hayatta kalmak için çaba göstermelerini sağlar.
 
Andrea Trinchieri İtalyan, Hırvat, Karadağlı ve Amerikalı köklere sahip. Siz nerelisiniz? Nasıl hissediyorsunuz?
 
Okyanusun ortasında… Her ülkeden bir şeyler almaya çalışıyorum. Bazı şeyleri seviyorum. İtalyan yaratıcılığını seviyorum, hatta bazen yaratıcı olmamamız gerektiğinde bile yaratıcıyızdır. Aynı zamanda her gittiğim ülkeden bir şeyler çalmaya çalışıyorum. Almanya'da disiplin inanılmaz. Kanunlara saygı inanılmaz. Hatta bazen çok fazla. İtalyan yaratıcılığını, kanunlarla sınırlasanız bile, Alman disipliniyle birleştirmek inanılmaz.
 
Ben sizi yıllardır tanıyorum ve Türk kültürüne de çok yakın olduğunuzu hissediyorum.
 
Evet, çünkü annem bana hep Atatürk'ü anlatırdı. Annem kendisini Hırvat'tan çok Yugoslav olarak tanımlar. Dünya Savaşı sırasında evinden ve topraklarından ayrılmak zorunda kalmış. Çünkü her milliyetçilikte bazı kayıplar verirsiniz. Sekiz-dokuz yaşındayken Atatürk'ü anlatırdı. 40 yıldır tanıyorum onu. Bana ülkede modernizasyonun inanılmaz olduğunu anlattı. Dini bağların çok kuvvetli olduğu bir ülkede, dini kullanmadan, dine karşı olmadan bir şeyler yapmaya çalıştı. Burası çok büyük bir ülke. İnanılmaz bir gücü var. Kaç milyon insansınız?
 
80 milyona yakın.
 
Yani, bu bir güç. Sonrasında okumaya ve izlemeye başladım. Bu hep aklımdaydı, bilemiyorum. Bilemiyorum, belki orada olmadığım için onu Tanrı gibi görüyordum. Tabii ki güç, onu elinde tutan her insanı bozar. Bunu öğrendim ve işin bu kısmını değerlendirmeye almıyorum. Ancak Atatürk'ün bu ülke için yaptıklarını kimse ortadan kaldıramaz.
 
Yani onun hakkında okudunuz da, sadece ailenizin anlattıklarından yola çıkmıyorsunuz.
 
Ben tarihi çok severim ve geçen yüz yıldaki savaşlar hakkında çok kitap okurum. Türkiye'de olanları çok iyi bilirim. Atatürk iki savaş arasında bir dönemdeydi. Tüm Avrupa için inanılmaz zor bir dönemdi. Yani bana inanın, orada olmamama rağmen söylüyorum. Onun yaptıklarını şimdi kim yapabilir? Kimse. Hiçbir ülkede.
 
Mimarlığa da büyük bir sevginiz olduğunu biliyorum. New York Times'Ta size özel bir yazı çıkmıştı.
 
Güzel şeyleri severim. İyi bir şarabı severim.
 
Tarzınız nedir?
 
Minimal. Alanı severim. Boş, temiz alan. Her şeye ait bir yerin olduğu ama sizin görmediğiniz…
 
Osmanlı mimarisinde işler biraz daha farklıdır. Biz daha gösterişli şeyleri de severiz.
 
Yani, hayır lütfen. Beni bu şekilde provoke etme.
 
Peki. Bir yabancı olarak Türk basketbolunun yıllar içinde gelişimini nasıl görüyorsunuz? Avrupa'da en çok parayı harcayan ligiz.
 
Birisi, yani Daniele Baiesi, bana bir şey öğretti. Eğer az paranız varsa ve az harcıyorsanız herkes sinirlenir. Eğer çok paranız varsa ve bunu doğru harcıyorsanız kimse sinirlenmez. Evet, Türkiye'de büyük bütçeler var ama bazı takımlar çok iyi işler çıkardı. Bence bütçeleri değil, başardıklarını öne çıkarmalıyız. Bu çok farklı.
 
Yani Zeljko Obradoviç iki final four yaptı. EuroLeague şampiyonluğunu bir ribaundla kaçırdı.
 
Bir box-out…
 
Belki top başka yere sekerdi ve kazanırdı…
 
Evet, inançlarla alakalı bir durum olduğunu da düşünüyorum ama o maçın nasıl geliştiğini düşününce, tarihi şeye çok yakınlardı…
 
Siz her zaman Obradoviç'i örnek aldığınızı söylersiniz.
 
Ben yalnız değilim.
 
Buraya gelip bir kültür yaratmasıyla ilgili nasıl hissediyorsunuz? Siz de Bamberg'e gittiniz ve bir kültür yarattınız.
 
Öncelikle Zeljko benim bir arkadaşım. Ben onun özel biri olduğunu düşünüyorum ve bunu kazandığı kupalardan dolayı söylemiyorum. O farklı biri. O bizim bir iki yılda yapabileceğimiz şeyleri bir anda yapıyor. Onun maç içi antrenörlüğü inanılmaz. Evet, sekiz Euroleague şampiyonluğu kazanmışsanız kumar oynadığınızı söyleyemem. Söyledikleriniz Tanrı'nın sözü gibi algılanır. Belki oyuncuları ikna etmeniz daha kolay olur. Yine de kadro yönetimi konusunda kimse onun yakınına yaklaşamaz. Ve bu sezon çok özel, herkes için. Herkes derken, kendimi de koyuyorum buraya. “Neden yeni oyuncu almadı?” diye soruluyor. Sakatlıklar yaşadığında, guard sorunu yaşadığında şunu anladım… Obradoviç'in bir planı var. Her zaman bir planı var. Playoff nasıl geçer bilmiyorum, çünkü bu formatta takımların nasıl olacağını bilemezsiniz. Geçmişte son üç hafta, kimin ilk iki sırada olacağı bilinirdi ve playoff için hazırlık yaparlardı. Bu formatta bunu yapmak mümkün mü, bilmiyorum. Çünkü tek bir galibiyet, kiminle oynayacağınızı belirleyecek. Ve kazanmak zorundasınız, denemeler yapamazsınız, oyuncu dinlendiremezsiniz. Ancak ben hâlâ planı olduğunu düşünüyorum ve bunu da Final Four İstanbul'da diye söylemiyorum. Bir kez daha söylüyorum Obradoviç tahminlerini yapmış ve herkesten önce durumu okumuştur. Fizik olarak gördüğüm en büyük kadroya sahip. Bogdanoviç iki ya da bir, Nunnally, Datome, Udoh ve Vesely… Ve savunma basketbolu oynamak istediğini düşünüyorum. Mantıklı, çünkü 30 maçtan sonra, playoff'tan sonra, çok iyi hücum basketbolu oynayamazsınız. Fenerbahçe hazır olacaktır.
 
Türk takımlarından çok teklif aldığınızı biliyorum, tabii ki şu anda söylemeyeceksiniz.
 
Hayır, söylemeyeceğim.
 
Türkiye'de çalışmayı düşünür müsünüz?
 
Evet, tabii ki. Bu işimin bir parçası. Ben bu ülkeyi seviyorum. Bu noktada Spor Toto Basketbol Ligi Avrupa'nın en rekabetçi ligi. İspanyol Ligi'nden bile fazla. Çünkü büyük takımlara karşı maç kazanabilecek takım sayısı çok fazla. Tamam, belki İspanya Ligi daha kaliteli, çünkü orada hakemler hücum basketbolunu koruyor. Temaslar daha farklı. Ancak bu ligde çok maç izliyorum, son iki üç senede geldiği yer harika.
 
Peki, Türkiye'deki basketbolseverlere bir mesajınız var mı?
 
Tadını çıkarın. Bunun ne kadar devam edeceğini bilemezsiniz. Şu anda Türk basketbolunun en iyi anlarını yaşıyorsunuz. Sonuna kadar keyfini çıkarın.
 
KAYNAK: beIN SPORTS
 
BENZER HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -spot_img

Son Haberler