PACE & SPACE HEGEMONYASI – 1/2
Temponun Önemi
Pace&space, run&gun, transition, small ball… Bu vb. kavramlar bir süredir basketbolla ilgilenen herkesin dilinde. Gerek koçlar gerek basketbol medyası konuyu incelemeye devam ediyor. Peki, “pace&space” ana başlığı altında toplayabileceğimiz bu tempo temelli uygulamalar nasıl basketbola egemen oldu? Dahası nereden çıktı?(Bu kavramların Türkçe karşılıklarını kullanmak isterdim ama bazılarının net olarak karşılıkları yok. Hız ve alan paylaşımı – yaratımı, koş ve şut at, geçiş hücumu, kısa egemen oyun gibi çeviriler yapabiliriz. Ancak herhangi bir alandaki terminoloji daha özelleştirilmiş tanımlar ister.)
1980’de L.A. Lakers ile NBA şampiyonluğu yaşayan Paul Westhead bundan birkaç yıl sonra – NBA’de gözden düşmüş bir koç olarak – 1985’te bir üniversite takımı olan Loyola Marymount Lions ile anlaşır. Kariyeri düşüşte gibi görünen Westhead 1980’lerin sonunda o takımla daha önce fazla görülmemiş bir felsefeyi uygulayarak bir devrimin ilk büyük ateşini yakacaktır. Bu felsefenin adı run&gun’dır. Koşuyadayalı sistemi ile NCAA’de önemli başarılar elde eden Westhead’in takımı atarak kazanma amacıyla tempolu maçlar çıkarmıştır. Takım 1988-1990 arası ligde en çok sayı bulan takım olurken 1990’da maç başına 122.4 sayı ortalaması yakalamıştır! (Bu sayı halen NCAA Division-1 rekorudur.) Ayrıca maçlarda rakiplerin de bu tempoya uyması ile Westhead’in kariyerinde 200 sayı barajını aşan birçok maç söz konusu olmuştur. Hatta 1989’da United States International University karşısında aldıkları 181-150’lik galibiyet de hala bir maçta en çok sayının atıldığı NCAA Division-1maçıdır. (Daha fazlasını merak edenler ESPN 30 for 30 – Guru of Go bölümünü izleyebilir.)
Tabii ki bu “run&gun” denemesi ilktir demek fazla iddialı olur. Boston Celtics’in ‘50’ler ve ‘60’lardaki oyunu veya L.A. Lakers’ın “showtime” dönemini de buna benzetenler var. Yine Don Nelson’un “Nellie Ball” diye kavramsallaşan oyunu da tempo temellidir. Ancak gerçek anlamda pace&space sisteminin temellerini bütünsel olarak atan Westhead ve takımıdır dersek abartmış olmayız. (Bu sistem günümüzde “small ball” gibi eşleşme sorunu yaratan farklı kurgularla daha da ileriye götürülmüştür.)
Yine de gelenekleri yıkan Westhead’in girişimi o dönem tam olarak başarıya ulaşamamıştır. Takımı NCAA’de çok önemli işler yapsa da Westhead bu devrim sonrası şansını yeniden NBA’de Denver Nuggets ile denemiş ve başarılı olamamış, hatta oldukça kötü iki sezon geçirmiştir. Westhead ve oyuncuları mı yeterince iyi değildi? Yoksa basketbol dünyası mı buna hazır değildi? Cevabı bilemeyiz. (Belki her ikisi de doğru.) Diğer taraftan M. D’Antoni’nin, Steve Nash önderliğindeki 2004-2008 Phoenix Suns’ı (“7 seconds or less” felsefesi) sakatlık gibi nedenlerle NBA finali görememesine rağmen tempolu oyunla çok iyi sezonlar geçirmiştir. Bu takımların savunma sorunu olduğu iddia edilebilir ancak basketbol tarihine geçtikleri tartışmasızdır. Günümüzde “pace&space”i başarılı uygulayan takımlar nihai hedefe varabilmektedir. Örneğin; E. Spoelstra’nın Miami Heat’i üst üste dört NBA finalinde iki şampiyonluk kazanmıştır. Yine 2013-2015 döneminde Real Madrid üst üste üç kez finale çıkıp sonunda Euroleague şampiyonu olmayı başarmıştır. Yine bu oyunu en iyi oynadığı kabul edilen Golden State Warriors üst üste iki kez NBA finali oynayıp, bir şampiyonluk elde etmiştir. Diğer şampiyonluk ise Lebron James’in efsanevi performansıyla Cleveland Cavaliers’a gitmiştir. Ama aslında Cavs’in de pace&space oynadığı unutulmamalıdır. Hatta artık birçok takım bu sistemi oturtmaya çalışmaktadır. Nitekim son olimpiyatta ABD de tempo temelli yapı ile şampiyon olmuştur. (Kulüpler ve milli takımlar düzeyinde örnekler çoğaltılabilir.)
Run&gun veya geliştirilmiş hali olan pace&space sisteminin temeli tempodur. Hızlı oynayarak rakip savunma yerleşmeden “ateş edebilmek – şut şansı yaratmak” ve kullanılan top sayısını artırarak rakibi sürklase etmek bu sistemin temelidir. Kısa süreli ve hızlı hücumlarla boş adamı bulmayı hedefleyen bu sistem, iyi oyuncularla doğru uygulanırsa maçı koparmanızı sağlamaktadır. Öte yandan hamle şansı oldukça fazla olan koçların müdahalelerinin zaman ve içeriği temponun korunması açısından oldukça önemlidir. Yüksek kondisyona ek olarak, Kaan Kural’ın belirttiği gibi, hızlanan oyun, düşünme zamanını minimize ederken reaksiyonun ön plana çıkmasına neden olmaktadır ve başarılı olmak için de uzun süre çalışmak gerek şarttır. Bu açıdan kısa sürede doğru kararlar vermek gerektiğinden hücumda tüm oyuncuların pas yeteneğinin ve saha görüşünün belli bir seviyeyi aşması, savunmada ise eksik kalmamak için tam konsantrasyon birer zorunluluk haline gelmiştir. Bu nedenle oyuncuların fiziki ve mental hazırlığı daha da önem kazanmış durumdadır. Bu çerçevede, tempoyu sürekli kontrol ederek ve momentumu rakibe kaptırmayarak pace&space’i kusursuza yakın oynayan takımlarda diri kalmak için rotasyonun geniş olduğunu görebilirsiniz. Stephen Curry gibi bir süper yıldızın 48 dakikalık maçta ortalama 32-33 dk. civarında süre alarak son iki sezonun en değerli oyuncusu olması buna en güzel örnektir.
Artık basketbola egemen olan sistem pace&space olduğundan başarılı olmak isteyen takımların bu oyuna yönelik çalışmalar yapması kaçınılmazdır. Böylece maçlardaki hücum sayısı ve toplam sayı da artmaktadır. Örneğin; NBA’de normal sezon için, milenyumun başında, 2000-2001’de maç başına ortalama 100 sayı barajını aşan sadece 'dört' takım varken 2015-2016’da bu sayı 23’tür! Tüm maçların dahil edildiği başka bir istatistiğe göre bu süreçte takımların maç boyunca denediği ortalama şut sayısı, aynı şekilde, 80.6’dan 84.6’ya çıkmıştır. (Sadece iki yılı karşılaştırmak tabii ki yeterli değildir ancak son yıllardaki eğilim bundan farklı değildir.) Bir takımın oyun kurucusunun topu 15 saniye elinde tuttuğu maçları çok fazla görmememizin nedeni de budur. Yoksa takımların savunması gerilemiş değildir. Bu açıdan oyuna sadece yarı sahada egemen olmak kesinlikle yeterli değildir. Oyun bir bütün olarak tam sahada oynanmalıdır. Bu nedenle “fast break” artık tali olmaktan çıkmıştır. Pace&space’i özel kılan nokta ise temelde run&gun’a göre alan paylaşımının bir getirisi olan ekstra şut tehdidi ile hücumu daha da akışkan kılması ve savunmanın unutulmamasıdır. Bu açıdan parkede doğru yere hareketlenerek takım arkadaşına alan yaratmak en az tempo kadar önemlidir. (Curry örneğine geri dönersek, takımı ona sürekli alan yaratmaktadır.) Bu bağlamda basketbolun en eski oyunlarından biri olan pick&roll dahil tüm oyunların verimi buna bağlıdır.
Toparlarsak, savunmada ribaundu doğru ve net çekmek, doğru yere hızlıca ve takım halinde gitmek ve çok iyi pas bağlantıları yapmak oyun ve skor üstünlüğünün ele geçirilmesi açısından oldukça kritiktir. Bu nedenle hızlı hücum yapmanın yolu savunmadan da geçmektedir. Rakibi ısıran dirençli savunma ve açık sahada oynamayı bilen oyuncularla takımlar çok başka seviyelere çıkabilmektedir. (Bu oyun izleyenlere de güzel görüntüler sağlamaktadır.) Bu bağlamda tüm oyuncular biraz da olsa “all-around” olmalıdır. Bir başka ifadeyle sahadaki her oyuncu her şeyi (koşu, topu yere vurma, pas, ribaund, şut vs.) akıllı – doğru bir şekilde yapmalıdır. En azından çemberi savunan uzun dışındaki dört oyuncu böyle olmalıdır. (Bu noktada zirveyi temsil eden Lebron James, çok güçlü bir takıma karşı şampiyonluğu Cleveland’a getirmiştir.) Bir başka ifadeyle, G. Popovich’in 2014 finallerinde bir antrenman sırasında söylediği gibi “Herkes bir oyun kurucudur!” Bu durum, geleneksel rollerin (şutör, savunmacı vb.) de değişmesi anlamına gelmektedir. Takımlar daha kısa ama daha hızlı oyuncular ile “small ball” oyununu geliştirerek başarıya ulaşmaya çalışmaktadır. (Güncel örnekler olarak; K. Love yerinde R.Jefferson’un ya da A. Bogut yerine A. Iguodala’nın sahada olması gibi.)
Tabii ki tek başarı yolu budur diye bir iddiamız olamaz. Fakat artık düşük tempoda – yarı sahada sadece setlere dayalı sistemler geri plandadır diyebiliriz. Takımınız hızlı oynamayı ve çemberi savunmayı başarabiliyorsa oldukça büyük bir avantaja sahipsiniz demektir. Sistemi farklı yorumlayan takımlardan biri olan San Antonio Spurs gibi çok doğru top çevirerek (bazen sanatsal boyutta) rakibin momentumu ele geçirmesini engellemek de mümkündür. Ancak bu durum Spurs’ün temposuz oynadığı anlamına gelmez. Aksine Spurs sistem içinde çözüm üretmektedir, yoksa yarı sahada ağır oynayarak “hız”ı yenmek çok çok zordur. (2014 finalleri üçüncü maçının ilk yarısını yeniden izlemenizi öneririm.)
Benzer şekilde son olimpiyat oyunlarının gümüş madalyalısı Sırbistan da paslaşma ve böylece seçenekler yaratma konusunda yazdığı şiirler ile oyunu çoğu zaman forse etmeye çalışmıştır.
Sonuçta günümüzde başarılı olmanın yolu tempodan, alan paylaşımından ve şut tehdidinden geçmektedir. (Özellikle alan paylaşımı ve yaratımı konusunda şut çok büyük önem kazanmıştır. Bu konuyu ikinci bölüme bırakıyorum.)
Not: Merak edenler için; Westhead’in hikayesi tam olarak mutsuz bitmemiştir. Westhead basketbolda bir devrimi başlatan koç olmasının yanında, üniversite kariyeri sonrası NBA’de istediğini bulamasa da 2007’de kazandığı WNBA şampiyonluğu ile hem NBA hem de WNBA şampiyonu olan koç olarak da tarihe geçmiştir.
Bu sistemin günümüzdeki en önemli ayaklarından biri olan şut meselesini yazının ikinci bölümünde ele alacağız.