Meşhur “Şeytanın Avukatı” filminde “şeytan”ı canlandıran Al Pacino’nun söylediği “Şüphesiz ki kibir en sevdiğim günahtır.” sözünü herkes hatırlıyor olsa gerek. Bu sözün yerini bulduğu aktüel bir playoff serisi izliyoruz: Efes – Madrid. Sezona dalgalı başlayan ve geçen sezonki formundan epey uzak olan Anadolu Efes ligin son 17 maçının 14’ünü kazanarak playoff’lara iddialı girmişti. Son maçta alınan ve sıralamayı etkilemeyen mağlubiyeti saymazsak, Efes kaybettiği Zenit ve Bayern deplasmanlarında da maçı kazanacak noktaya gelmişti. Ocak ayından itibaren bildiğimiz dominant – akışkan oyununu oynamaya başlayan ve ligin en iyi genel averaja sahip takımlarından biri olan Efes ev sahibi avantajıyla başladığı seride; Campazzo, Deck ve Randolph gibi yıldızlarını kaybeden, üstelik seri içinde Tavares’i sakat veren Madrid’e karşı favori olarak değerlendiriliyordu. Serinin ilk iki maçında Efes, oyun olarak tavan performanslarını sergilemese de rahat bir şekilde parkeden galip ayrılmayı başardı. Üçüncü viteste gelen 20-25 sayılık galibiyetler sonrası hemen herkes Efes’in Madrid’i süpüreceğini düşünüyordu. Oysa bu seviyeleri çok kez oynamış oyuncuları olan ve ACB’de sadece 1 yenilgi alan Madrid’in söylecek sözü olabilirdi. Nitekim öyle de oldu ve seri beşinci maça uzadı.
Özgürlük ile Savrukluğu Karıştırmak
Üç buçuk sezondur Efes’i çalıştıran Ergin Ataman’ın aklındaki makro plan kısaların egemen olduğu pace&space oyunu. Tempoyu forse eden, sahada mümkünse herkesin yaydan şut tehdidinin olduğu oyun Efes’i 2019’da finale taşırken geçen sene de ligin en iyi takımı haline getirmişti. Bu sezon da benzer sahneler izleten takım ne oldu da eksik Madrid’e iki maç verdi? Real Madrid’in İspanya’daki iki maçta da son çeyreklerde 10-15 sayı geriden gelip kazanmasının altında görkemli bir Pablo Laso imzası yatıyor. 1-2-2 görünümlü, adam değişimini içeren ve 2-3’e evrilebilen alan savunması Efes’in şımarık oyununa net cezalar kesti. Farklı kombinasyonları içeren savunmaya karşı maçın kırılma anlarında tercih hataları yapan ve sorumsuz isolationlar dışında bir şey üretmeyen Efes’i yenmek için hücumda da söylecek sözü vardı Laso’nun. Kadrosu dar olmasına rağmen ilk iki maçtan dersler çıkaran Laso İspanya’da hem maç önü hazırlığı hem de mikro anlamda coaching dersi verdi. Kariyer maçlarını oynayan Garuba’nın 5 numarada olduğu kısa beşler, Carroll’un duvar perdelerinden çıkıp şut atabileceği veya onun alanı açmasıyla gelebilecek backdoor cut’larına uygun hücum planı ve en önemlisi halen kan kokusunu köpek balığı gibi alıp maçı kapatabilen Llull gibi winner oyuncuları maçın sonuna saklamak… Tüm bunlar sık sık eleştirilen Laso’nun Efes’e ne kadar titiz bir şekilde çalıştığını ve parkeye uyum sağlayabildiğini gösteriyor. Dolayısıyla karşımızda birden çok planı olan bir koç var. Peki son iki maçta Ergin Ataman ne yaptı? Hiçbir şey! Üçüncü maçta almayı unuttuğu mola ile takımın maç sonu 16-0 seri yemesine neden olurken dördüncü maçta da pek bir şey değişmedi. 17-0 başlayan maçta sakince hamle yapmak yerine panikle Larkin butonuna basması, kırılma anlarında tel tel dökülen Moerman ve üçüncü maç hariç formsuz olan Micic’te ısrar etmesi, Larkin – Singleton – Dunston omurgasını blok olarak oynatıp yorması, son maçta alev alev yanan Beaubois’yı bençte unutması, nadiren aldığı molalarda ise rakibi şaşırtacak tek bir hamle dahi yapmaması iki maçın kaybedilmesine neden oldu. Evet, Efes’te kötü performanslar sergileyen oyuncular var. Ancak şu iki maç kesinlikle Ergin Ataman nedeniyle kaybedildi. Üstelik İspanya’daki ilk maçta rakibin sorun yaratan alan savunmasına karşı ikinci maçta da neredeyse hiçbir şey değişmedi. Örneğin; bir molada yanlış duymadıysam “zone cap 2 oynuyoruz.” diyen Ataman o oyun istediği gibi vücut bulmamasına rağmen Micic üçlüğü ile noktalanınca yapıyı değiştirmeye gerek duymadı. Ayrıca takımın çizgiye gidip nefes alarak kolay sayı bulabileceği bir oyun da görmedik. Özetle kariyerindeki tek eksiğin peşinde giden Ataman işini epey zora soktu. Çünkü Laso Ataman’ı çözdü! Sezon boyu farkı açamadığı (koparamadığı) maçları kapatma sorunu yaşayan Efes’in buralarda tökezlemesi belki de tesadüf değil. Bu çerçevede Zenit ve Bayern maçlarından gerekli derslerin alındığını söylemek güç. Zira EuroLeague normal sezonunda son beş dakikalar baz alındığında Efes’in averajı -2 iken Madrid’in +2. Genel averajda Efes’in +234, Madrid’inse +74 olduğu hatırlanırsa bu farkın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.
Sonuç: Sorumluluk Almak
Normal şartlar altında özgürce oynarken eğlenen ve taraftarını eğlendiren Efes fütursuzluğunun bedelini iki maç kaybederek ödedi. Topun el yakacağı beşinci maçı İstanbul’da oynamak elbette küçük de olsa bir avantaj. Ancak bu seviyelerde kadro kalitesi önemli olsa da asıl sınav mental açıdan olacak. 2012 ve 2016’da Avrupa’da kupa kazanırken de deplasmanlarda sorun yaşayan Ergin Ataman şimdi yeni bir şeyler denemek zorunda. Efes henüz hiçbir şey kazanmadı. Bu oyuncular CV’lerine “EuroLeague şampiyonu” yazdırmadan öyleymiş gibi oynamaya devam ederse daha kötü cezalar da söz konusu olabilir. Ancak yine de İstanbul’daki maçta başta Ataman olmak üzere Larkin ve Micic’in önderlik ettiği takımın imza bir galibiyetle final four’a kalıp tüm bu kâbustan uyanması mümkün. Sonuç itibarıyla, şartlar ne olursa olsun, Ergin Ataman ve öğrencilerinin rakibe saygı göstererek gerçek güçlerini ortaya koyması ve final four’a kalması gerekiyor. Zira Efes’in eline her zaman böyle şanslar geçmiyor.