Brose Basket Bamberg Genel Menajeri Daniele Baiesi, beIN SPORTS'a konuştu.
Röportajı izlemek için tıklayınız.
İsmail Şenol'un sorularını yanıtlayan başarılı yöneticinin açıklamaları şöyle:
Daniele hoşgeldin. Bu röportajı kabul ettiğin için teşekkür ederim, çünkü daha önce hiç röportaj verdiğini görmedim. Bu bizim için çok önemli.
Beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Hangi sebeplerden bu teklifi kabul ettiğimi biliyorsun.
Şunu sorarak başlamak istiyorum. Yıllardır basketbol işinin içindesin. Neden insanlar seni çok tanımıyor?
Bunu insanlara sormalısın, bana değil.
Ancak çok konuşmadığın için oluyor.
Ben çok konuşurum. Ancak bazı insanlara ve bazı konularda. Ben, benim pozisyonumdaki insanların basında yer almaları gerektiğini düşünmüyorum. Oyunu 12 oyuncu oynuyor, teknik kadro yönetiyor. İlginin merkezinde onlar var. Her şeyden önce ben işleri perde arkasında yapmayı severim. İşimi çok daha kolaylaştırıyor. Sahnede olmayı sevmiyorum, çünkü normal hayatımda bile ilgiden hoşlanmıyorum. Kendi başıma olmayı severim. Ben böyle bir insanım.
Kendi hikayeni anlatır mısın? Kariyerine bir basın mensubu olarak başladın ve sonrasında kulüplere geçiş yaptın. Bu nasıl gerçekleşti?
Ben Bologna'lıyım. Basketbol şehri derler oraya. Şehrin basketbol şehrinden çok, basketbol kasası haline geldiği bir dönemde bir sorun yaşadım. Şehri terk etmek zorunda kaldım. Kulüplerden biriyle yaptığım bir haber yüzünden tartışma yaşadım.
Basın mensubu olarak?
Evet, basın mensubu olarak. Sonrasında haberin doğru olduğu ortaya çıktı. Zaman beni haklı çıkardı. O dönemde Euroleague için de çalışıyordum. En başında, 2000 ile 2003 yılında. O zaman şanslıydım, arkadaşım Marco Atripaldi'den bir teklif aldım. Şu anda Torino'nun Sportif Direktörü, o zamanlar Biella'nın Genel Menajeriydi. Düşünmeden gitmeye karar verdim. Göründüğü kadar kolay değil. Çünkü iki hafta içinde bavulumu toplayıp ayrıldığımı herkese söylerken Biella'nın benim için pek uygun olmadığını düşünüyordum. Havalı Bologna şehrinden Biella gibi küçük bir kente, İtalya'nın belki de son 300 yılının en sıcak yazında gitmek benim için bir şok oldu. Ancak harika insanlarla tanıştım. Çok şey öğrenme fırsatı buldum. Mükemmel bir tecrübeydi. Bizim gibi küçük bir kulüp için önemli sportif başarılar elde ettik. Dediğim gibi, iş arkadaşlarım, iş verenlerim beni sevdi. Kendimi ifade etme fırsatı verdi. Ayrılma zamanı geldiğinde de ayrıldım.
Sanırım çok gençtin o dönemler. Biella'ya gittiğinde kaç yaşındaydın? 32 mi, 33 mü?
27 yaşındaydım.
O yaştan takımın yönetimine girmenle ne gibi zorluklarla karşılaştın? Neler hissettin?
Biraz garipti, 27 yaşında hiç kolay değildi. Evde ailemi ve özel hayatımı ilgilendiren bazı sorunlarım da vardı. Yani Bologna'dan uzaklaşmak zor bir karar değildi. Fakat benim anlayışıma ya da alışkanlıklarıma çok uzak olan bir yere alışmak, bir kültür şokuydu. En başlarda hatırlıyorum, aslında her yeni işe başladığımda aynı şeyi hissederim, insanlar bana belgeseldeymişim gibi bakıyorlar. Çalıştığım insanlar hani o gerçek hayatta hiç görmediğiniz vahşi doğa belgeselindeki bir hayvan gibi… Enerji doluydum bu arada, hâlâ da öyleyim. O dönem korkusuzdum da, yaşımın getirdiği bir özellik tabii. Başımı eğer, işimi yapardım. Çok düşünmezdim. Şimdi geriye bakınca insanları ya da durumu ayırt edemediğimi görüyorum. Genel bir renk var. O yılları tarif ederken kullandığım bir renk. Altı yıl. Tam gaz devam ediyordum o zamanlar. Çok meraklı bir insanımdır. Harika dönemlerdi.
O yıllara dönersek. İtalya Ligi'nin şampiyonu olamayacağınızı biliyordunuz. O tip bir takımda çalışmak size ne öğretti?
Bana kesinlikle birliktelik duygusunu öğretti. İtalyan bir kelime vardır bizim spor hedeflerimizi açıklayan: “Salveta.” Anlamı da günahlarından kurtulmak. Evet, dini anlamı da olan büyük bir kelime ama biz bunu sezonu kurtarmak olarak kullanırdık. İkinci lige düşmemek için. Bu size yaklaşımın nasıl olduğu konusunda biraz fikir verebilir. Hayatta kalmak için savaşıyorsunuz. Başkalarından yardım almazsanız hayatta kalamazsınız. Eğer yönetim ya da takım aynı yönde hareket etmiyorsa hayatta kalamazsınız. Saygının ne kadar değerli olduğunu, elimdeki şeyin ne kadar değerli olduğunu öğretti. Her durumdan en iyisini çıkarmaya çalışmayı öğretti. Bu bana günlük hayatımda da yardımcı oldu. Gerçeklikten uzaklaşmamak gerekiyor, çünkü eninde sonunda gerçekler karşınıza çıkacak ve bununla baş etmek zorundasınız. Benim durumumda çok şanslıydım, çünkü tüm sezonlarım olumlu geçti. Bir sezonu çok iyi hatırlıyorum, benim için çok öğreticiydi. Tam son saniyede ligde kaldık. Hem de Bologna'da, Fortutido Bologna'ya kaybederek, ki o sezon şampiyon oldular. “Bunu tekrar yaşamak istemiyorum” demiştim. Ancak bunun tekrar başıma gelmemesi için, bu anı yaşamalıydım.
Biella'da birçok genç yetenek de buldun. Thabo Sefolosha ve Jonas Jerebko gibileri NBA'de öne çıktı. Bu tip oyuncuları bulmak nasıl bir süreç?
Bunu söylediğimde insanlar bana inanmıyor ama bu gerçek. İkisi de kazara oldu. Bu gerçek, çok dürüst davranıyorum. Size çıkıp “Onu burada gördüm” diyebilirdim. Ancak kazara olan şey, onlarla imzalama fırsatının önüme çıkmasıydı. Tabii ki doğru yerde olmak, doğru ortamı oluşturmak, doğru çevreyi oluşturup bu çocukların sizin ne teklif ettiğinizi anlaması, bir üst seviyeye çıkmak için size inanması şans değildi. Ben en aşağıdan başladım. Bir basın mensubuydum, sonra Takım Menajeri oldum, sonra eski patronum Benetton Treviso'ya transfer olunca son iki yıl Genel Menajer oldum. Bir takım oyunuydu. Thabo Sefolosha'yla imzaladık, çünkü eski takımında mutsuzdu ve yeni menajeri onu bize önerdi. Euroleague yıllarımdan Thabo'yu tanıdığım için şanslıydım. O zamanlar ULEB Cup adlı organizasyonunda gazeteciydim ve onu izliyordum. Başka bir gazeteci arkadaşım bana “Bu çocuğu izle, epey iyi” demişti. 2001 ya da 2002 yılından bahsediyorum. Önce Genel Menajerim, sonra ben, Sefolosha'yla imzalama fırsatına atladık. Sonra tabii ki antrenörler, taraftarlar gerisini halletti. Bu oyuncular, ait oldukları yere gittiler.
Sonrasında Detroit Pistons ile çalışmaya başladın. Sakın bunun da bir kaza olduğunu söyleme.
Öyleydi. Çünkü, Biella'daki zamanımın bittiğini düşünüp oradan ayrılmaya karar verdiğimde, Detroit'e staj için gidecektim aslında. Pistons'ın ikinci tur seçimi Trent Plaisted, Biella'da bizimle iki maç oynadıktan sonra sakatlanıp ayrılmıştı. Harika bir insandır. Ben ondan bir yıl önce imzalamıştım. Pistons tüm sezon boyunca Biella'da oynayan hiçbir draft seçimleri olmamasına rağmen gelip bizi takip etti. O dönemde James Gist de bizimle çaylak yılını geçiriyordu. İki kez Biella'ya gelip, ne durumda olduğumuzu ve nasıl insanlar olduğumuzu gördüler. Sanırım hoşlarına gitti. Bu sayede Jerebko'yu yakından izleyip onu draft ettiler. Tabii ki bunun benim Pistons tarafından tanınmamda yardımı oldu. En azından sadece bir isim olmadığımı bildiler. Artık bir de yüzüm vardı. Fakat orijinal planda Detroit'e gidip, bir yıl boyunca para almadan ne olduğunu görmekti. Aslında onlardan ev ve araba isteyecek kadar ileri gitmiştim. Sonrasında Detroit'in gözlemcisi Minnesota'ya gitti yanlış hatırlamıyorsam. Sonra onlar bana “uluslararası oyuncu gözlemcimiz olur musun” dediler. Sanırım bana işe kabul edildiğimi söyleyene kadar bir buçuk ay uyumadım. O dönemki patronum Joe Dumars'la bir toplantı yaptım. Tabii Başkan Yardımcısı, Oyunculardan Sorumlu Direktör, Oyuncu Gözlemciliğinden Sorumlu Direktör de vardı… Gerçek değil gibiydi. Benim gibi şehrin zengin olmayan kısmından gelen insanlar, çocukken izledikleri basketbolcularla iş görüşmesi yapmazlar. Bu benim başıma geldi ve kendimi kutsanmış hissediyorum.
Joe Dumars'la yediğin ilk akşam yemeği nasıldı?
Bir öğle yemeğiydi aslında. Çok komikti. Eğlenceliydi.
Ellerin titriyor muydu?
Pek değil. Eğer havaya girdiysem, girerim. Belki öncesinde gergin olabilirsiniz, ancak sonra ne kadar şanslı olduğunuzu ve 34 yaşında ne kadar ileri gittiğinizi fark ediyorsunuz. Yemekte ona “Ben çocukken seni izliyordum. Aslında ben Lakers taraftarıydım ama siz bizi yendiniz. Ben o dönemde Magic Johnson hayranıydım.” dedim. İlk toplantı aslında resmi bir yemek değildi. O kadar resmi değildi ki, masanın bir tarafında bir kişi, diğer tarafında beş kişi oturuyordu. Sanki sizi değerlendirmeye alan bir komisyon gibi. Gerçek şu ki bana en başından beri çok iyi ve yakın davrandılar. Özellikle Joe, basketbolda yaptıklarının haricinde harika bir insan.
Adrian Wojnarowski'nin Joe Dumars'la yaptığı söyleşiyi dinledim. Joe, Darko Milicic seçimiyle ilgili “2.13 boyunda o işleri yapan birini görmemiştim. Yeteneklerini çok sevdik ve onu draft ettik” dedi. Fakat sonra yeteneğin haricinde, oyuncunun karakteri hakkında daha çok bilgi sahibi olmaları gerektiğini anladıklarını ifade etti. Bu kötü seçimin senin Detroit'e girmende faydası olduğunu düşünüyor musun?
Yani bunu ben söyleyemem. Onlara sorman lazım. NBA hakkında şu anda bildiklerimi göz önünde bulundurunca, çok yetenekli bir oyuncunun yanlış bir seçimi bir kulübü neredeyse sonsuza kadar etkileyebilir. Benim durumumda aradıkları şey buydu. İstihbarat, sürekli daha fazla istihbarat. Doldurmaları gereken bir pozisyon vardı. Bence beni denemeye karar verdiler. Gerçi bana bunu hiç hissettirmediler, en başından beri onlardan biriymişim gibi davrandılar. Fakat şimdi bildiklerimi düşününce… Herkes oyuncu gözlemciliğinin oraya gidip yeteneği değerlendirmek, şut mekaniğini tarif etmek olduğunu düşünür. Bence NBA açısından bir uluslararası oyuncu gözlemcisinin en önemli görevi oyuncunun geçmişi ve hayatı hakkında elde edebileceğin kadar çok bilgi edinmek. Artık 2017 yılındayız, en iyi oyuncuyu seçmiyorsunuz. Hem en iyi oyuncuyu, hem de takıma en iyi uyacak seçimi yapmak zorundasınız. Öğrendiğim bir şey var, o da hiçbir şeyin kesin olmadığı. Geçmişe dönüp bakıyorum, en başta yazdığım raporlardan utanıyorum. En başta, birçok oyuncuyu kaçırmışım. Yetenek değerlendirmesinde bazı hatalar yapmışım. Ancak hep bu oyuncunun bu takıma uyup uymayacağını düşündüm. Biella yıllarımdan beri. Bu adam bize uyacak mı? Bir baş ağrısı mı? Bu baş ağrısını kulüp kaldırabilir mi? Tabii ki bu benim kararım değildi, fakat bu tip bilgileri vermek zorundaydım. Onu yaptım.
Brose'de de bunu mu yapıyorsun?
Evet. Takımımızı oynarken izleyenler aynı şeyi söylüyor: Büyük bir ruhla, takım ruhuyla oynayan bir grup. Eğer açgözlülük, bencillik ve yüzeysellik varsa bu tip bir takım ruhuna sahip olamazsınız. Hata marjını sıfıra indiremezsiniz. Ancak ona yaklaşabilirsiniz. Yazı-tura atmanız gerektiği zamanda, yazı-tura atarsınız.
Kulüpte 11 farklı ülkeden oyuncu var. Bununla gurur duyuyor musunuz? Takım kültürü oluşturmak zor olmuyor mu?
Bu benim en çok gurur duyduğum şey. Özellikle bugünlerde. Siyaset konuşmak istemiyorum ama duvarların dikildiği bir dönemde 11 farklı ülkeden insanın bir araya gelip basketbol oynaması… Biz şanslıyız. Çünkü insanlar istedikleri kadar “ben bu kadroyu kurdum, bu oyuncuyu ben aldım” diyebilir, fakat o çocuklar birbirlerini sevmezler ve birlikte çalışmak istemezlerse bu ortam oluşmaz. İstediğiniz kadar zorlayabilirsiniz, fakat işe yaramaz. Bizim takımımız, herkese bazı şeyleri kanıtladı. Özellikle kulüp organizasyonunun içindeki kişilere. Tabii ki dışarıdan bakanlara da, fakat onların çok önemsediğini düşünmüyorum. Neticede kulübün içindeki insanların işi bu. Bu takım insanlara bir arada nasıl durulacağını öğretti. 11 farklı gelenkten gelen kişiler olmalarına rağmen, bazen sinirlenmelerine rağmen. Eminim sahada da kendi aralarında gerginlikler oluyordur. Fakat iki yıldır sorunları kendi başlarına çözmeyi öğrendiler. Bunun bir miras olduğunu düşünüyorum. Evet, büyük bir kelime ama çok gururluyum.
Birçok Alman arkadaşım bana “Brose Bamberg çok daha fazla para harcayabilir, fakat harcamıyor.” diyor. Neden?
Arkadaşlarına sorman gerekiyor, ben bilmiyorum.
Bunu takım sahipleriyle, patronlarla konuşuyor musunuz? Neden bütçeyi bir noktada sınırlıyorsunuz? Neden sponsorlar ve sahipler daha fazla harcamıyor? Buradaki felsefe ne?
Ben her şeyi bütçeye indirmeyi sevmem. Çünkü olumsuz sonuç alınca bütçe ortaya çıkar. “Biz daha az para harcadık” ya da “onlar daha çok para harcadı” derler. Bütçe ya her zaman bir faktördür, ya hiçbir zaman. Ben takım sahiplerinin istediğini yapıyorum. Takım sahiplerinin isteğini, benim inandığım şekilde yapıyorum. Bence biz şampiyonluk adayı bir takım olmamalıyız. Çok daha fazla para harcama şansınız olsa bile, bu sizi sporda kusursuzluğuna götürmez ki. Bu otomatik bir şey değil. Sizi sporda kusursuzluğa götüren şey kim olduğunuzu anlamak, ne yapmanızın istendiğini anlamak ve tepedeki insanların size verdiği kaynakları en doğru şekilde kullanmak. Biella'dan bahsederken elinde olana saygı duymaktan söz etmiştim. Tabii ki ben de sakat oyuncuların yerine yenisini almak isterim. Ancak o dönem bana bilgiye sahip olmam gerektiğini, daha çok çalışmam gerektiğini öğretti. Bamberg'de 70 bin kişilik bir şehirdeyiz. İş görüşmesi yaparken patronlarıma “Treviso gibi bir yer olmalıyız” dedim. Treviso o kadar harika bir yerdi ki… Maurizio Gherardini, Benetton ailesi, orada çalışan Obradoviç, D'Antoni ve Messina gibi antrenörlerin yaptığı iş o kadar harikaydı ki Treviso hâlâ yazın basketbolun merkezi. Üstelik 4-5 yıl takımları bile yoktu. Bu bana göre inanılmaz bir şey. Almanya'da basketbol gelişiyor. Çok şükür. Biz de bunu amaçlamalıyız. Treviso gibi güvenilir, inandırıcı bir yer olmalıyız. Bir gelenek yaratmak, bir kültür yaratmak, ya da geliştirmek. Yaratmak demeyeyim, o rahatsız edici bir sözcük. O kültürü geliştirmek zaman alır. İnsanların bunu anlaması gerekiyor.
Bamberg 70 bin kişilik bir şehir ve her maçta salon kapalı gişe. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Futbol takımı olmadığı için şanslıyız. Bu yönde bir gelenek var. O yüzden kültürü zenginleştirmekten bahsettim. Bir kültür var. Bu kulübü yaratanlar harika işler yaptılar. Bamberg gibi küçük bir şehirde basketbol takımı ilginin odağı ve şehrin kimliği. Tutku var, insanlar takımı seviyor. Umarım gördüklerinden memnundurlar. Takımımıza ve antrenörlerimize aşıklar. Öğrendiğim bir başka şey de bu. Taraftarla takım arasında bir sevgi bağı yoksa, kazandığınız için mutlu olmaktan daha derin bir şey yoksa, bunu yaratamıyorsanız, zor bir sezon geçirirsiniz.
Bamberg'de de her zaman scouting işine önem verirsiniz. Bazı oyuncuların sizinle sıçrama yaptığını görüyoruz. Brad Wanamaker onlardan biriydi. Bu oyuncuları nasıl seçiyorsunuz? Ve neden ayrılmalarına izin veriyorsunuz?
Ve sen bunu bana gerçekten sordun. Peki…
Wanamaker benim tercihim değildi, ben Bamberg'e gelmeden önce imzalamıştı. Bence bazı şeyler çok basit. Benim çocuğum yok, ancak ben de hayatım boyunca bir babanın çocuğuydum. Bir noktada oğlunuz evden ayrılmak zorunda. Eğer 50 yaşında hâlâ annenizle yaşıyorsanız, kimseyi yargılamak istemem ama bu biraz zor olabilir.
Yani evlatlarınızın kendi hayatlarında da başarılı olmasını istersiniz?
Oğlum hakkında konuşmak istemiyorum, benim bir oğlum yok ve planlamıyorum da.
Hayır, yaptığınız benzetmeden bahsediyorum.
Biliyorum, şaka yapıyordum. Dediğim şey bu aslında. Kim olduğunuzu bilmelisiniz. Kimlik dediğiniz şey, düşündüğünüz ve yaptığınız şey arasındaki istikrardır. Biz insanlara ne sunabileceğimizi biliyoruz. Jerebko ve Sefolosha'da da aynı şey oldu. Onların zirveye ulaşmaları için itiyaç duydukları şey, sizde olabilir. Ancak potansiyelinin şu anda gösterdiğinden daha çok olduğunu düşünüyorsanız, bir noktada ayrılacaklarını kabul etmeniz lazım. Sadece maddi açıdan konuşmuyorum, basketbol potansiyeli olarak da. Eğer Brad Wanamaker'ın Euroleague kupasını kaldıracağını görürsem, biz bir sonraki Brad'i de alabiliriz. Ben böyle düşünüyorum.
Bu felsefeye göre bazı gerçeklerle yüzleşmeniz gerektiğinin de farkındasınızdır. Darius Miller ve Nicolo Melli harika oynuyorlar. Janis Strelnieks de öyle. Bu yaz büyük teklifler alabilirler. Buna hazır mısınız?
Eğer büyük teklif alırlarsa onlar için mutlu olurum. Belki büyük bir teklif alırlarsa, bize de bir şeyler düşebilir, bilemiyorum. Evet, kesinlikle hazırım. Her zaman doğum yapan kadın örneği veririm, özellikle antrenörüme. Doğum yapan bir kadın acı çeker. Ancak onun vücudu bunun için yaratılmıştır. O kadın doğuracağını bilir. Bizim için de acı verici olabilir, ancak biz de bunun için yaratıldık. Bizim gibi bir takım için bütçeyi buradan buraya çıkarıyoruz demek kolay. Ancak bir gecede şampiyonluk adayı yaratamazsınız. Şampiyonluk adayı olmak için kaybetmek, bazen kazanmak gerekir. Dümdüz büyüyemezsiniz. Bazen bir adım ileri, iki adım geri, üç adım ileri, bir adım geri atmak zorundasınız. Böyle büyürsünüz. Benetton Treviso, başka bir dönemde de olsa, 20 yılda büyüdü. Her yıl şampiyon olmadılar, yanlış bilmiyorsam beş şampiyonlukları var. Bologna, Pesaro, vardı. Öyle bir durumda, büyük parçaları kaybedip yeniden yapılanmak zorundasınız. Bamberg de böyle olmalı. Eğer çok inandırıcı olursak, belki takım sahipleri bütçeyi artırmayı isterler. Bundan da korkmam. Ancak şu anda durum bu değil. Biz harikayız ve mutluyum. Bamberg harika bir yer, burada çalışmak çok güzel.
Avrupa basketbolunda birçok iyi antrenör, iyi genç oyuncular var. Sence neden o kadar fazla genel menajerimiz yok?
Bence bu konuda bir kültür eksikliği var. Takım sahipleri antrenör ve oyuncuları görüyorlar. Bu harika. Ancak aynı zamanda antrenörler takım sahipleriyle direkt ilişki kurmayı seviyorlar. Çift taraflı bir durum. Benim geldiğim yerde, Virtus Bologna'da neler olduğunu hatırlıyorum. Bir yılda kazanılabilecek bütün kupaları kazandılar, Şubat ayında dördüncü kupayı kaldırdılar ve Ettore Messina gibi bir koç kovuldu. Bu benim için mükemmel bir dersti. Dışarıdan izliyordum o dönemlerde ama takıma yakındım. Çok iyi bir muhabirdim, tüm bilgilere sahiptim. O sezon neler olduğunu çok iyi biliyorum. Sorunlardan biri, sonradan ortaya çıkan sorun aslında şuydu. Dönemin Genel Menajeri Roberto Brunamonti kenara itilmişti ve başkanla antrenör arasındaki tansiyon dayanılmaz bir hal almıştı. Özellikle ikinci yıl. Benim bu yıl yapmaya çalıştığım şeylerden biri de, çok şey kazandıktan sonra, başarılı olduktan sonra ertesi yıl neler olduğununu araştırmaktı.
Burada kesiyorum çünkü Zeljko Obradoviç'in Panathinaikos hikayesi de buna benziyordu. Euroleague şampiyonu olduktan sonraki yıllarda hep daha başarısız oldular. Bazen çeyrek finale kalamadılar, bazen TOP 16'ya. Ancak başarılı oldukları her sezondan sonra hep düştüler. Sadece 2011-12 sezonları istisna…
Spor sezonları çok uzun ve kırılgan. Kaybedeceğiniz maçların da olacağını anlamanız gerekiyor. Bir dağa tırmanıyorsanız, arkanızda kim olduğuna bakmazsınız. Ancak zirvedeyken manzara şudur: İnsanlar sizi yakalamaya çalışır. Başka bir yaklaşımdır. İyi ya da kötü demiyorum, söylediğim şey bunların yaşanacağı. Siz de bununla başa çıkmak zorundasınız. Trinchieri'yle haftada üç-dört kez tartıştığımız şey de bu. Eğer bu sezonumuzu geçen sezonumuzla kıyaslarsan insanlar farkı anlamaya çalışır. Ne oldu diye sorarlar. Bence bir şey olmadı. Öncelikle rekabet çok daha üst seviyeye çıktı. Euroleague çok daha zor, bu yıl çılgınca bir düzen var. İkinci yıl Odisseas'ın yaptığı gibi kendi İthaka'nıza gitmek uğruna yolda tökezlemeleri kaldıramazsanız, korkarsanız, hazırlıksız yakalanırsanız, “geçen sene burada kaybetmemiştim, şimdi kaybettim” derseniz kötü olur. Bu yıl ligde Ulm'a kaybettik, ancak geçen yıl onları yenmiştik. Fakat Ulm şu an yenilgisiz. Diğer takımların yaptıklarının da hakkını vermelisiniz ve harika bir sezon geçiriyorlar. Bununla uğraşamayız, öfkelenemeyiz, enerji kaybı olur. Panathinaikos'ta ne olduğunu bilmiyorum ve bizim başımıza gelen şeyi öğreniyorum. Bizim için öğrenmek önemli. Daha farklı takvime alışmanız lazım, daha farklı hissiyatlara da. Kazanırsın, mutlu olursun. Bazen kazanınca mutlu olmazsın. Kaybedersin, kesinlikle mutsuz olursun. Ancak kaybetmenin sonuçlarıyla başa çıkmanız gerekir. Çok daha ileriye bakmanız lazım. Şimdiye konsantre olmaya çalışırken bunu yapmak her zaman kolay değil. Bu bir denge işi.
Türkiye'de Bamberg'in çok taraftarı var. Belki oyun tarzınızdan dolayı, belki son saniye kayıplarından dolayı sizi seviyorlar. Onlara bir mesajınız var mı?
Hayır, yok. Bize karşı empati beslemelerine seviniyorum. Yaptığımız şeye ve onu nasıl yaptığımıza saygı duyan insanlara teşekkür ediyorum. Açıkçası ben basını çok takip etmem. Bugüne kadar hiç Euroleague'in puan tablosuna bakmadım. Kaç maç kazandığımızı ve kaç maç oynadığımızı biliyorum. Bir keresinde eski bir NBA scout'ıyla konuştum. Bana “Bence haksızsın, tabloda nerede olduğumu bilmek isterim” demişti. Ben de “Puan tablosuna bakmasam da nerede olduğumu çok iyi biliyorum” demiştim. Çünkü diğerleriyle kendimi kıyaslamaya ihtiyacım yok. Hele bu sene, Efes'le mi, UNICS'le mi kıyaslayacağım? Biz sene başında takımı kurduğumuzda onlara bazı şeyler söyledik. Buna inandığımız için söyledik, söylemesi havalı olduğu için değil.
Türk basketbolu hakkında neler düşünüyorsun? Avrupa'nın en çok para harcayan ülkesiyiz.
Bence Avrupa'nın en iyi ligi. En iyi oyuncularla. Antrenörlük seviyesi iyi. İyi oyunculara sahip başka liglerde antrenörlük seviyesi bu kadar gelişmiş değil. Türkiye basketbol açısından dışarıdan çok etkilenmiş bir ülke. Bu da ürünü geliştiriyor. Çok da finansal kaynakları var, bu da hiçbir zaman kötü değildir. Türk takımlarına karşı oynamak her seviyede çok zor.
Teşekkürler.
Teşekkürler.