Fenerbahçe BEKO, Belgrad’dan, üst üste oynadığı üçüncü maçta da istediğini alamadan ayrıldı.
Maccabi Tel Aviv’in “yeni evi” Belgrad’da seyircisiz oynadığı maçlarda, Tel Aviv’dekinin aksine maçlara ne kadar “gevşek” başladığı, gerçek yüzünü ikinci yarıda gösterdiği herkesçe malum… Ne yazık ki, eksik Fenerbahçe BEKO’nun da her maça ne kadar doğru bir strateji ile başlasa da oyunun ilerleyen safhasında ne kadar kolay düzenden çıkabildiği, kontrolü rakibine bırakıp, ardından tekrar oyuna tutunabilmek için “debelendiği” de!..
Bu veriler ışığında, dün de nasıl bir maç izleyeceğimize dair “öngörü” mevcuttu aslında; daha oyun başlamadan… Ve dünkü oyunda en önemli ve can acıtan gerçek “çaresizlikti”
Öngörülen senaryoyu değiştirecek doğruları sahaya yansıtamadı yine Sarı-Lacivertliler… Tarık’ın “mükemmelin ötesinde” geçirdiği ilk yarı tamamlandığında Fenerbahçe, 46 sayı ürettiği oyunda 8 sayı öndeydi. İlk periyotta rakibi hataya zorlayıp, geçip hücumlarından üretilen sayılarla oyuna hükmeden taraftı Kanarya… Ama son maçlarda iyiden iyiye baş ağrıtan ribaund sorunu yine en büyük zaafıydı Sarı-Lacivertliler’in… Ve Fenerbahçe BEKO, çoğunlukla rakibinin hatalarından 28 sayı ürettiği ilk periyotta bulduğu sayıyı, koca ikinci yarıda üretemedi!… İkinci çeyrekten itibaren de bunun sinyalleri geliyordu adeta… Rakibin yavaş yavaş toparladığı savunma ile birlikte topladığı hücum ribaundları ve momentumu ele geçirişiyle ikinci periyotta “zorlama” atışlara yöneldi Fenerbahçe… Bunlarda da Tarık, Wilbekin ve Dorsey ile isabet bulunca, ilk çeyrekteki 6 asiste sadece 1 asist ekleyebildiği bu periyot sonunda devre arasına “suni” 8 sayılık farkla önde gitti.
İkinci yarıda agresiflik düzeyini daha yukarıya çekeceği, tıpkı iki gün önce devresinde 51 sayı yediği Olympiakos’u ikinci yarıda 28 sayıda tuttuğu gibi baskılı bir savunma ile sahada olacağı belliydi Maccabi’nin… Üç sayı yüzdesini aynı seviyede tutmanın mümkün olmayacağı gerçeğinden yola çıkarak, farklı çözüm arayışlarına gitmek gerekiyordu. Topu ne yapıp edip boyalı alana, Motley’ye indirmek ya da Nigel Hayes-Davis’i sırtı dönük oyunda “ısrarla” değerlendirmek bu anlamda “akılcı” çözüm olabilirdi. Kaldı ki, koca ikinci yarıda bunu 1-2 kez denediğimizde rakibin getirdiği ikili sıkıştırmaları topu tekrar dışarıya çıkararak cezalandırabilirdik. Ama olmadı, yine ilk yarıda yüksek isabet bulduğumuz “zorlama” atışları denemeye devam ettik. Wilbekin’le 1-2 denemede isabet bulunca sanki bu stratejinin maç sonuna kadar işleyeceği yanlışına düştük. Tabii üçüncü çeyrekte hücum ederken yapılan 7 basit top kaybı, Maccabi cephesinde 7 kolay baskete dönüştü!… Fark da bu sayede tek sayıya eridi.
Son çeyrekte top kayıplarını minimize edip, tempoyu düşürüp, Dorsey’nin bire birleriyle sonuca gitmeyi hedefledik. Ancak bu hamle de ABD’li şutörün gereksiz zorlamaları ve top kayıplarıyla karşılık buldu. Maccabi ise bazen Colson, bazen de Brown ve Baldwin’le potaya gitme lüksünü kullandı, durdu. Üstüne üstlük hücum ribaundlarındaki ezici üstünlüğü (22-8) de ikinci şans toplarıyla skora dönüştürdüler çoğu zaman… Hatta bir pozisyonda 5 hücum ribaundu çıkardılar ki bu muhtemelen Euroleague tarihinin rekoru olabilir!.. Sonunda da bu artılarını kullanmayı devam ederek kazandı Maccabi…
Maç, her geçen dakika, saniye Fenerbahçe’nin avuçlarının içinden koptu, gitti yine… Ve bu sezon, üçüncü kez bir maç, kırılma anlarında Fenerbahçe BEKO’nun eksi hanesine yazıldı. Motley ve Dorsey gibi iki silahının katkı-zarar denkleminde ucu açık iki oyuncu olması, Sestina’nın bu seviyede artık bariz bir biçimde oyuna yansıyan yetirsizliği, üstüne üstlük dört sakatın olduğu bu dönemde kenardan destek alacak yeterliliğe sahip olmaması Fenerbahçe’nin kısa ve uzun vadedeki ana sorunları… Dört sakat derken, şunun da altını çizmeli tabii… Fenerbahçe’nin sezon başı planlarında yer alan Raul Neto ve Arturs Zagars gibi iki guardın da takımla antrenman bile yapamadan sezonu kapadığını da unutmamalı…
Bu gibi üst üste gelen, gelmesi muhtemel sakatlıkları tolore edebilmek adına bir transfer hamlesi akılcı gibi duruyor; özellikle de 1-2 numaralı pozisyona… Sezon daha çok uzun ve hala kaybedilmiş bir şey yok…
PERŞEMBENİN GELİŞİ!
Perşembenin gelişi; çarşambadan bellidir derler… Bu kez salıdan belli idi… İki gün önceki Monaco deplasmanında Lacivert-Beyazlılar’ın üç kısası Larkin, Beaubois ve Thompson’la fark yarattığını ve bu üç isimden ilk kez aynı anda müthiş verim alarak kazandığını ancak bunun doğal değil “sıra dışı” bir durum olduğunun altını çizmiştik… Daha ilk maçta, Armani Milano deplasmanında “standart Euroleague sertliği” ile karşılaşınca tablo tersine döndü. Efes’in 13/30 (% 43,3) isabeti, 7/25 isabetle % 28’e indi. Çizgi gerisinden Thompson 1/4, Beaubois 1/5, Larkin 2/7 isabette kaldı. Uzunlardan bu gidişatta sivrilmesini beklediğimiz bir isim zaten yoktu; öyle de oldu!.. Ve Efes, bir maçı daha savunmada rakibine yenilerek, potasında 92 sayı görerek kaybetti. Tekrar edecek olursak, bu döngünün ilerleyen maçlarda değişmesini beklemek şu yapı ile hayalcilik…