Euroleague’deki iki temsilcimizin aynı gece yaşadığı iki kayıp da özelinde birbirinden tamamıyla farklı hikayeler barındırıyor…
Anadolu Efes’in, Bayern Münih karşısında evinde aldığı yenilgiyle başlayalım. İki haftadır ciddi eksiklere karşın önce Maccabi’yi, ardından da Panathinaikos’u deplasmanda yenen Efes’te Larkin ve Sertaç’ın dönüşü sevindirici haberdi. Dunston ve Beaubois’nın yokluğunda bu iki ismin sahada olması, özellikle de Larkin’in varlığının yarattığı sinerji hesaba katıldığında çok değerliydi. Ancak önce sakatlık, ardından da COVID-19 nedeniyle verdiği zorunlu ara, ister istemez Larkin’in maç ritminden uzaklaşmasına neden oldu. Dünkü 13 sayı, 4 ribaund, 7 asistlik performans belki başka bir oyuncu için çok değerli görülebilirdi. Ancak Larkin’in standartları baz alındığında, 1/7 üç sayı isabeti ve deliciliği itibarıyla beklentilerin altında kaldığını gördük. Bu da, onun hala zamana ihtiyacı olduğunu gösteriyor ki bu da çok normal…
Biraz Alman ekibinin sahada neleri yaptığına bakarsak, aslında Efes’in neden kaybettiğini daha net görebiliriz. Öncelikle savunma sertliğine ve sürekliliğine bakmalı… Bayern’in futbol takımında net biçimde gördüğümüz Alman disiplini, coachu İtalyan olsa da basketbol takımında da mevcut. Sezon başında uzatmadaki AX Armani yenilgisini bir kenara koyacak olursak, sadece Real Madrid deplasmanında bu çizginin dışına çıktıklarını (100 sayı yediler), bunun dışında kazandıkları 7 maçta da rakibe mücadelenin büyük bölümünde kendi oyunlarını dikte ettiklerini gözlemliyoruz. Yani karşılarında kim olursa olsun rakibi sistem dışına itmeye yönelik bu yapıda ana unsur savunma…
Tabii ki bu takımda özel oyuncular da var. Onların başında da Lucic, Reynolds ve Baldwin geliyor. Oyunun iki yönünü de oynama kapasitesi çok yüksek bu iki isme, dünkü performansıyla Zipser’in de eklendiğini söyleyebiliriz. Ancak dünkü kazanımlarında Baldwin’in, Larkin’in savunmasında gösterdiği gayret ve başarının payı büyüktü. Baldwin’in 15 sayı, 11 asistle, savunmada bu kadar ağır bir sorumluluk üstlenmişken hücumda da böylesine üretkenlik sağlaması onu diğerlerinden farklı bir statüye koyuyor.
Trinchieri’nin elinde maç sonunu oynama konusunda da becerisi çok yüksek bir takıma dönüşmüş Bayern… Bunu sezon başından beri çok iyi yapıyorlar ve dün de Efes karşısında kırılma anlarındaki müthiş geri dönüşle tekrar ettiler. Efes’i, son bölümdeki basit top kayıplarına ve kötü tercihlere sürükleyen şey de Bayern’in kırılma anlarında küçük detaylara çok daha fazla özen gösteren ve oyuna akıl koyma becerisi yüksek bir takım olmasıydı.
Sonuçta Efes, evinde oynadığı 4. maçta 3. kez kaybetti. Ancak genele baktığımızda başta söylediğimiz noktada Efes’i farklı kılan şey, eksiklikler giderildiğinde hala geçen seneki çizgisine ulaşacak potansiyele ve kimyaya sahip olması… Elbet bir noktada toparlanıp basketbol kalitesini ve dolayısıyla çıtayı daha yukarı çekeceklerdir.
Fenerbahçe BEKO için ise aynı şeyi söylemek en azından şu aşamada mümkün değil. Halbuki sezon başındaki çizgisine baktığımızda, evet, belki kağıt üzerinde kadro kalitesi olarak güç kaybına uğramış ama geçen yıla göre daha alternatifli, daha dinamik bir yapı oluştuğunu ve uyum sürecini çabuk aşacakmış izlenimi yaratan bir tablo vardı ortada… Ama büyük maçlar peş peşe geldikçe, yeni yapıdaki foyalar da tüm çıplaklığıyla su yüzüne çıktı.
Son iki maçta yapısal sorunlar net biçimde görülebiliyor. Ve belki de en can alıcı nokta şu ki; sorun, sadece yeni bir takım olmaktan öte… Ortada bir sistem sorunu var ve bu, her geçen gün çığ gibi büyümeye devam ediyor. Barcelona maçının ardından açığa çıkan ‘özgüven kaybı’, dünkü Baskonia maçında da kendini belirgin bir şekilde gösteriyordu. Durum ve hal böyle iken takımın ihtiyacı olan en önemli şey motivasyon… Kokoskov’un içinde Obradovic çıkmasını beklemiyoruz elbette… Ama Euroleague’de takımları bu gibi durumlarda ayağa kaldıracak şey de onları sahada tekrar o savaşımın, mücadelenin içine sokacak mental dokunuşlardır. Sırp coachun önceliği bunu sağlamak olmalı…
Bunun yanında, rotasyon yapılırken tercih edilen oyuncu değişiklikleri, momentum ele geçmişken formsuz isimlerin “bir arada” yeniden sahaya sürülmesi ve momentumun kaybedilmesi, Brown, üzerindeki ağır sorumluluğun altında ezilip 6 top kaybıyla saç baş yoldururken, 3. periyotta takımı ayağa kaldıran Kenan’ı bulmuşken, yanına Westermann’ı koymayı hiç düşünmemesi, fakat diğer taraftan tel tel dökülen Melih ve Eddie’ye tahammül etmesi ve ısrarla sahaya sürmesi dünkü maçta göze çarpan tercih yanlışlarıydı. Artık kronikleşmeye yüz tutan ‘dört numaradan katkı alamama’ sıkıntısı, dün rakibin aynı pozisyonda oynayan iki oyuncusunun (Giedraitis+Peters) birden toplamda 44 sayı, 10 ribaundluk katkı vermesiyle ilk kez bu kadar ürkütücü boyutta açığa çıktı. Baskonia, F.Bahçe’den 16 fazla ribaund alıp, 10 asist fazla üretti. Tıpkı Barcelona gibi ikinci şans toplarına fazlasıyla sahip oldular. Ama esas üzüncü olan nokta, Sarı-Lacivertli takımın Barcelona maçında 5 dakika bile ortaya koyamadığı savunma direnci konusunda Baskonia karşısında da oyunun büyük bölümünde zaafiyet göstermesiydi. Üç sayı çizgisinin gerisinden ‘el üzerinden’ attıkları tek bir şut göremedik dün… Hepsi bomboş şutlardı…
De Colo’nun yokluğu tabii ki önemli bir eksiklik… Ancak onun varlığı dahi takımda gerçek bir lider oyuncu olmadığı gerçeğini örtülemiyordu. Şu aşamada bu eksiklik de derinden hissediliyor. Alex Perez transferinin bu yaraya merhem mi olacağı yoksa tıpkı geçen yıl De Colo ile Sloukas arasındaki liderlik mücadelesinin bir yenisini mi getireceğini de hep birlikte göreceğiz.
Kısacası Fenerbahçe BEKO için zor günler kolay geçeceğe benzemiyor. Kısa vadede dünkü gibi kırılmaların sıkça yaşanmaması için yapılacak en önemli şey, öncelikli olarak takımı mental olarak ayağa kaldırmak… Ardından da artık deneme-yanılma ile rotasyonu şekillendirecek arayışları sonlandırıp, netleştirip, rotasyon karmaşasına son vermek… Ve oyuncuların, özellikle de takımdaki yeni isimlerin kafasına, Euroleague’de savunma yapmadan maç kazanmanın ‘en azından onlar için’ artık mümkün olmadığı gerçeğini kazımak…