EuroLeague play-offları öncesi ekiplerimizin saha avantajı yoktu ama ilk iki maç sonunda iki seride avantajı ele alırken bir seriyi de bitirme noktasına geldik. Her ne kadar bir play-off eşleşmesinde rakibe alınacak özel önlemlerle Blatt ve Obradovic’in rakiplerine karşı üstün olduğunu düşünsek de serilerin bu noktaya geleceğini sanırım kimse tahmin etmiyordu. Açıkçası beklentilerimin ötesine geçen takımlarımız Avupa’da küçük çaplı bir fırtına yarattı. 18-21 Nisan arasındaki Türk rüzgarı Avrupa’ya yağmur getirirken Mayıs’ta İstanbul’da çiçeklerin açmasını sağlayacak gibi duruyor.
Panathinaikos – Fenerbahçe (0-2): Avrupa’da Bir Hayalet Dolaşıyor – Bogdan Bogdanovic Hayaleti.
Seri öncesi play-off’ların en sert geçmesi beklenen eşleşmesinde Fenerbahçe işi Atina’da bitirdi sayılır. İki maçta toplam 70 verimlilik puanı üreten Bogdanovic ise bu haftanın tartışmasız MVP’si. Fenerbahçe’nin asıl oyun kurucusu olan Bogdanovic pick&roll sonrası tüm alternatifleri doğru değerlendirerek (direkt potaya gitmesi, uzunu beslemesi veya doğru köşeleri bulması) ve takımın alan paylaşımı seviyesini iki kademe yukarı çıkararak ligin diğer elit kısalarına da mesaj gönderdi ve seriye ağırlığını koydu.
Türk takımlarına karşı özel performanslar sergileyen K.C. Rivers ve Mike James’in hızlı başladığı serinin ilk maçını Fenerbahçe’ye getiren Obradovic’in fizikli savunma beşini kullanarak PAO’nun tüm kanallarını tıkaması ve Pascual’ın Calathes ve Bourousis’te ısrar etmesi oldu. Devreye 42-28 geride giren Fenerbahçe ikinci yarıda PAO’nun sadece 16 sayı bulmasına izin verirken 43 sayı bularak 15-16 sayı geride olduğu maçı kazanmayı başardı. (İkinci yarıda takımların verimlilik puanları 0’a 60!) Bu noktada Singleton ve Mike James’in dakikalarını ayarlayamayan Pascual de Obradovic’in ekmeğine yağ sürerken, Bogdanovic’in özel performansı ile OAKA’dan 11 yıl sonra çıkmayı başardık. Bu cümlelerim Obradovic ve takımının başarısını küçümsediğim anlamına gelmiyor. Aksine Obradovic doğru planla rakibi zayıf noktalarından vurmayı başararak ve Pascual’in hatalarına çok net cezalar keserek ilk maçı kazanıp rakibin de aklına girmeyi başardı.
İkinci maçta mikro anlamda değişim yapması beklenen Pascual iken rakibi bozan yine Obradovic oldu. Her iki takım da ilk beşini değiştirmesine rağmen PAO’da yayda şut tehdidi olmayan Calathes ve pota altında yumuşak kalan Bourousis yine 50 dakika civarında süre alırken, Fenerbahçe Bogdanovic ve Udoh’la çok net fark yarattı. Maç içinde bir ara iki takım da üç gardla oynarken Mike James’in o aralıkta sahada olmaması ve Fenerbahçe’nin Udoh-Vesely’li beşine karşı kısa kalmayı tercih etmesi Pascual’in hatalarından birkaçı. Hal böyleyken sezon boyu Fenerbahçe’nin fark yaratan fizikli beşi ikinci maçın da sonuna noktayı koymayı bildi ve seriyi Atina’da noktaladı. Üstelik Obradovic geniş PAO bençine karşı iki maçı da dar rotasyonla kazandı. Maçla ilgili güzel bir gösterge de Bogdan ve Ekpe’nin verimlilik puanında PAO’yu yenmesi: Bu ikili ikinci maçta 69 verimlilik puanı üretirken takım olarak PAO’nun verimlilik puanı 68’de kaldı.
İstanbul’da da Calathes ve Bourousis’in sahada olduğu (ya da Singleton ve Mike James’in bençte olduğu) her dakika Fenerbahçe’nin hanesine yazılacaktır. Bu noktada Pascual’in Atina’da yapamadıklarını İstanbul’da yapacağını sanmıyorum, Fenerbahçe taraftarı İstanbul’da muhtemelen ikinci maçı izlemeden kutlama yapar.
Olympiacos – Anadolu Efes (1-1): Efes Pilsen Ruhu Geri Döndü.
Seri öncesi tempoyla yaşayan Efes’in, Oly’nin yarı saha basketboluna karşı ne yapacağını merakla bekliyorduk. Tempo yükselirse ibrenin Efes’e döneceğini düşünürken Oly’yi deplasmanda yarı sahada yenmenin zor olduğunu düşünüyorduk. Fakat ilginç bir şekilde temponun yükseldiği ilk maçı (ortalama 86 pozisyon) Oly alırken, temponun düştüğü ikinci maçı (ortalama 79 pozisyon) Efes aldı.
2011 play-off’larında M. Siena ilk maçta deplasmanda Olympiacos’a 89-41 kaybetmesine rağmen seriyi 3-1 geçmeyi başarmıştı. Oly – Efes eşleşmesinde ilk maç sonrası bu seri aklıma geldi. Zira ilk maçın büyük bölümünü Olympiacos, üstelik Spanoulis ve Printezis çok iyi durumda değilken, domine etti ve Efes neredeyse hiçbir alanda varlık gösteremedi. Gerek IQ farkı gerekse Perasovic’in ilginç tercihleri ile maç farka gitti. (Perasovic’in yine 4-5 dakikalık small-ball denemesi oldu, hatta bir iki pozisyonda savunmada 2-3 alan bile denedi Efes ve bu dakikalarda Oly hemen cezayı kesti.) Ancak Oly’nin her maç bu kadar yüksek skorlara çıkmasını beklemediğim için Efes’in bu seride bu kadar silik kalmayacağını düşünüyordum. Çünkü ilk maç skoru Oly ne kadar “winner” olsa da hormonlu bir sonuca işaret ediyordu. Örneğin; Mantzaris her gün dört üçlük atamazdı ve öyle de oldu.
İkinci maça Doğuş’la başlayan Perasovic Oly’nin baştan ritim bulmasını kısmen engelledi. Ancak Spanoulis – Printezis bağlantısı zirve yapınca skor farkı büyük olmasa da oyun Oly’nin eline geçti. Fakat maçın ikinci yarısında hikayeyi değiştiren unsur Perasovic’in dikkat çekmeyen ama kritik olan bir hamlesi: frene basmak. Gardları ve saha içi lideri Brown genel olarak kötü bir maç çıkarmasına rağmen maçı Efes’e getiren nokta da buydu. İkinci yarıda top seçen ve tercihlerini gözden geçiren Efes, telaşsız oynayarak Oly’nin sabrını zorladı ve rakibiyle mental olarak eşleşti. Hatta bitime beş dakika kala 65-58 geri düşmesine rağmen telaş etmeden geri dönmeyi başardı. Çünkü Olympiacos’un hücum verimliliği ve kapasitesi Efes’ten çok farklı değil, hatta Efes burun farkıyla önde. Üstelik Oly’nin Lojeski yokken hücumdaki skor opsiyonu daralıyor. Efes çok kötü oynarken bile farkın açılmamasının nedeni bu. Farkı yaratan savunma verimliliğinde ise Efes ikinci maçta doğru hamleler yapmayı başardı. Nitekim kötü bir maç geçiren Brown’un çok kritik iki hücumu ve çaldığı bir topun yanına Granger ve Heurtel’in çok kritik iki üçlüğü ile Oly’ye karşı son beş dakika 15-6 kazanıldı ve seri eşitlendi. Bu noktada harika bir maç çıkarıp Udoh gibi bir pas istasyonu görevi üstlenen Dunston ayrı bir tebriği hak ederken, onu dinlendiren ve maç kazandıran şutu bulan Alex Kirk beklediğim x-faktör etkisini de yaratmayı başardı.
2013’ün rövanşı olan bu seride Efes İstanbul’da kapıyı kapatabilir. Fakat her zaman gardlarınızın ve saha liderinizin kötü oynadığı maçta Oly’yi yenemezsiniz. Efes İstanbul’da iki kez üst üste kazanmak istiyorsa Brown’un mutlaka Printezis’in ayak oyunları ve sağ omzundan dönüşlerine karşı koyması ve Granger – Heurtel’in takımı daha iyi yönetmesi gerekiyor. Dahası Oly’yi Oly gibi oynayarak yenmek de serinin karakterini yansıtmaz. Efes en iyi bildiği işi yapıp İstanbul’da tempoyu kendi ayarlarsa ve hücumda ilk saniyelerdeki doğru boş şutu değerlendirirse ve forvetleri biraz daha hareketlenirse 2001’den sonra ilk kez final-four’a kalmamak için hiçbir neden yok. Bu noktada iki maçta da iyi istatistikler üreten Honeycutt bir “point-forward” gibi oynamak yerine savunma kaynaklı oynarsa çok daha faydalı olacaktır.
Real Madrid – Darüşşafaka Doğuş (1-1): Blatt’in Dehası Göz Kamaştırıyor.
Seri öncesi Madrid’in kadrosuyla, Daçka’nınsa koçuyla fark yaratacağını bekliyorduk. Buna rağmen Daçka’nın İstanbul’a 1-1 dönmesi büyük başarı. Çünkü Madrid ligin en derin kadrosuna sahip ve bu kadro rakibi hemen her alanda test etmeye hazır. Ancak küçük bir eksiği var: Oyun kurucu rotasyonu. (Madrid kadrosundaki üçüncü oyun kurucu Draper’ın takımla pek bağı yok.) Blatt de bu küçük eksiği iki maçta da çok iyi değerlendirerek rakipten maç çalmayı başardı.
İlk maçta David Blatt sezon boyu kullandığı hücum şablonunu değiştirmemesine rağmen Madrid’e karşı savunmada aldığı özel önlemler ile fark yaratacağına dair işaretleri vermişti. Blatt çok iyi kısalara sahip olmasına rağmen Madrid’i atarak yenemeyeceğinin farkında olduğunu ilk maçın ilk dakikasından itibaren belli etti aslında. Darüşşafaka sezon boyu yaptığı gibi bire bir hücum temelli oynamaya devam ederken (ilk maçta asistler 21-10) savunmada çok iyi yardımlarla rakibe sorun yaratmasına rağmen Madrid’in geniş rotasyonunu aşamadı ve ilk maçı çalamadı. Llull’un 23 sayıya çıktığı maç sonrası, her maçın ayrı bir hikayesi olacağını maç sonu röportajında belirten Blatt ikinci maçta Llull’un verimini kısıtlayarak seriyi kontrolüne aldı.
İkinci maçta Blatt Llull’un önünde sürekli uzun kollu savunmacılarla kalarak (Clyburn gibi) onun üretkenliğini kısıtlaması, ısrarla dört şutörle sahada kalması ve zaman zaman uyguladığı 1-3-1 alan savunmasını ve yardımlarla adam değişimlerini iyi kurgulamasıyla 84 atmasına rağmen maçı savunmada kazandı, hücumda değil. Laso bu noktada Doncic’in muhtemelen yaşının da etkisiyle kötü performans sergilemesi sonrası onu bençe alarak Llull’u sahada tek başına bıraktı ve Blatt’in kısaları kontrolü eline aldı. Harika bir ilk yarı çıkaran ekibimize karşı üçüncü çeyrekte 14-3 seri bulan Madrid’in nefesini kesen Blatt kadar Laso’nun hamleleri oldu. Bu noktada Blatt, Laso’nun iyi savunma yapan Maciulis’i oyundan alması, R. Fernandez’de ısrar etmesi, 4 numarada J. Anderson’la eşleşen T. Thompkins ve Randolph’u efektif kullanamaması ve Llull dışında ikinci bir atak noktası yaratamaması gibi eksikliklerine çok net ceza keserek seriyi 1-1’e taşıdı. Maç boyunca hücumda Wilbekin – Wanamaker – Clyburn üçlüsüne Zizic’in pota altı üretimi de eklenince Blatt aradığı momentumu buldu ve Laso’nun sürekli kafasını karıştırarak ne kadar iyi bir koç olduğunu yeniden ispatladı.
Yine maçları izlemeyenler oynadığı dakikalarda harikalar yaratan Zizic varken neden Slaughter’ın 14 dakika süre aldığını merak ediyor olabilir. Slaughter iki maçta da hücumda varlık göstermemiş olabilir ama hareketli ayakları ile savunmada büyük esneklik sağlıyor. Bu bağlamda sahada dört şutör varken Slaughter’ın fazla skor bulmamasının Blatt’i çok üzdüğünü sanmıyorum.
Madrid ligin en derin kadrosuna sahip ekip fakat Laso bu kadroyu değerlendirecek kapasiteye sahip değil. Bu açıdan seri hala çok zor ama artık Blatt seriyi kontrolüne aldı ve İstanbul’da Laso’ya yeni sürprizler hazırladığına eminim.
Daha önce hiç iki takımla birden final-four’a kalmamıştık. Ancak bu sezon bu istatistiği paramparça etmek elimizde. Umarım üç takımla final-four’a kalıp CSKA’nın dördüncü bitirdiği bir şenlik yaşarız.
*”Çalışırsanız karşılığını alırsınız.” anlamındaki bir Kanada özdeyişi.