ABD'li yıldız Kobe Bryant sezon sonunda basketbolu bırakacağını açıklarken Radyo Spor 24'ten Mete Aktaş, 2003 yılında efsane oyuncuyla ilgili Radikal'de önemli bir yazı kaleme almıştı.
Eğer bir oyuncu, koskoca bir ay boyunca 40 sayı ortalaması yakalayıp NBA tarihinde bunu beceren sadece ikinci oyuncu olmuşsa ve dahası kendisini Pinokyo'daki Geppetto Usta'ya benzetiyorsa, o oyuncudan korkmak gerekir. Kariyerinin en iyi sezonunu geçiren ve kısa bir süre önce NBA tarihinde 10 bin sayı barajına ulaşan en genç oyuncu unvanını kazanan Los Angeles Lakers'ın 24 yaşındaki All-Star guardı Kobe Bryant, sadece 31 dakikada 51 sayı kaydettiği Denver Nuggets maçından sonra “Kendimi Pinokyo'daki Geppetto Usta gibi hissediyorum,” diyordu. Oyun zekâsını, öldürme içgüdüsü ile birleştirerek rakip savunmacılarla kukla gibi oynayan Bryant'ın iplerinden tuttukları sadece rakipleri değil. Takım arkadaşları ve coach'ları da, çoğu zaman Bryant'ın komutlarıyla hareket eden kuklalar olmaktan öteye gidemiyorlar.
Basketbol, Kobe Bryant'ın genlerinde mevcut. 23 Ağustos 1978 tarihinde, Joe-Pamela Bryant çiftinin üçüncü çocukları olarak Philadelphia'da dünyaya gelen ve ismini anne ve babasının gittiği Japon lokantasının menüsünde gördükleri “Kobe usülü pişmiş biftekten” alan Kobe'nin babası Joe
“Jellybean” Bryant, 2.06 metre boyunda bir profesyonel basketbolcuydu ve Kobe doğduğunda, Philadelphia 76'ers'da forma giyiyordu. Joe Bryant'ın üç yılda iki kez takas edilmesinden dolayı Bryantlar önce San Diego'da, sonra da Houston'da sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldılar. Bir yıl sonra ise Bryant ailesi bu kez şehir veya eyalet değil “kıta” değiştiriyordu. 1981-82 sezonundan sonra Houston'la yeniden anlaşamayan Joe Bryant, İtalya 1'inci ligi takımlarından Rieti'den gelen teklifi kabul edince, Bryant ailesi için yaklaşık 10 yıl sürecek Avrupa macerası başladı.
İlkokula İtalya'da başlayan ve kısa bir sürede İtalyanca'ya hakim olan Kobe'nin basketbolun büyüsüne kapılması da bu döneme denk gelir. Okuldan artan zamanlarında, babasıyla birlikte antrenmanlara ve maçlara gidiyor ve babasının her hareketini dikkatlice analiz edip daha sonra bu hareketleri evlerinin bahçesindeki potada tekrarlamaya çalışıyordu. Kobe, henüz dokuz yaşındayken hedefini belirlemişti: Tıpkı idolü Michael Jordan gibi bir NBA oyuncusu olacaktı. Bu hedefini sürekli her yerde dile getiriyordu. İtalyan arkadaşları ise Kobe'ye gülüp geçiyorlardı: “Arkadaşlarım 'Sen ancak
İtalya'da basketbolcu olabilirsin. Amerika'da ise senden yetenekli binlerce çocuk var,' diyerek benimle alay ediyorlardı,” diyor o günleri hatırlarken.
Kobe ise kendisini küçümseyen arkadaşlarına cevap olarak, hepsinin eline imzaladığı kağıt parçalarını veriyor ve “İmzaladığım bu kağıtları sakın atmayın. NBA'de oynamaya başladığım zaman çok değerlenecekler,” diyordu. 1991-92 sezonunun ardından Joe Bryant'ın aktif sporculuk yaşamını noktalamasıyla Bryantlar 10 yıl ayrı kaldıkları anavatanlarına kesin dönüş yapma kararı aldılar. Kobe Bryant, 10 yıllık bu sürecin kendisine kültürel gelişim açısından çok şeyler kattığını ifade ediyor: “Avrupa'da geçirdiğim yıllar, dünyayı daha iyi tanımamı sağladı. 13 yaşıma geldiğimde altı ülke görmüştüm ve farklı kültürlerden birçok insanla tanışmıştım. Bu tecrübeler sayesinde yaşıtlarıma göre çok daha erken olgunlaştığımı söyleyebilirim.”
Avrupalı Kobe
Kobe, İtalya'da yaşamadığı kültür şokunu, doğduğu Philadelphia'da yaşadı. Ortaokulun son yılına burada başladığında yaşıtları ile anlaşamadığını fark etti. “Avrupalı” Kobe farklı düşünce yapısı ve farklı zevkleriyle “Amerikalı” arkadaşlarına ve “getto” gerçeğine uyum sağlayamamıştı.
O günlerde başlayan çevreye uyum sağlayamama problemi ileride Lakers'daki ilk yıllarında başını ağrıtacaktı. Özellikle bir takımın parçası olma ve takımla uyum içinde hareket etme fikrini kabullenmesi uzun yıllarını aldı. NBA'e gelene kadar oynadığı tüm takımlarda hep lider olmuştu. Tek başına eyalet şampiyonu yaptığı Lower Merion Lisesi'nden mezun olup, 1996 yılında 18 yaşında bir süperyıldız adayı olarak Lakers formasıyla lige adım attığında kendisine öğütlenen, artık bir yıldız olduğunu unutması ve Lakers takımının bir parçası olduğunu kabullenmesiydi. Elbette, Lakers'ın en önemli silahı olacağı gün gelecekti ama beklemesi lazımdı. Ama Kobe'nin buna niyeti yoktu. Yeteneklerinden o kadar emindi ki, her topu kendisinin kullanması gerektiğine inanıyordu. Lakers, Kobe sayesinde bir maç kazanıyorsa, bir maçı da kaybediyordu. Takım arkadaşlarıyla ve özellikle takımın lideri Shaquille O'Neal ile sıkça gerginlikler yaşıyordu.
Lakers yönetimi, Shaq-Kobe ikilisini uyum içinde oynatmayı sağlayabilecek tek kişiyi, Phil Jackson'ı 1999-2000 sezonundan önce takımın başına getirdi. Jackson, 1990'lı yıllarda Chicago Bulls'a altı şampiyonluk kazandırırken, Michael Jordan ve Scottie Pippen gibi egoları çok yüksek iki süperyıldızla baş etmeyi başarmış bir coach'tu. Phil Jackson'ın takımın başına gelir gelmez yaptığı ilk şey, takımın liderinin Shaquille O'Neal olduğunu Kobe dahil herkesin kafasına sokmasıydı. Topun ulaşması gereken son nokta Shaq olacaktı; tabii Kobe'ye hücumda tüm opsiyonlarını kullandırdıktan sonra. Kobe ilk başlarda zorlansa da Phil Jackson ve onun harikalar yaratan “Triangle” hücum sistemine uyum sağlamayı başardı. Shaq ve Kobe'nin saha içinde ve saha dışında kendilerini huzurlu hissetmeleriyle hem bireysel, hem de takım olarak başarılar arka arkaya yaşanmaya başlandı.
Kobe=başarı
Geçen yıl yaşanan mucizeler sonunda şampiyon olan Lakers için 2002- 03 sezonu bir çok soru işaretiyle başladı. Shaquille O'Neal'ın sezon öncesinde
ayağından ameliyat olması ve ilk ay forma giyemeyeceğinin belli olmasından sonra, tüm gözler takımı bu süreçte sırtlaması beklenen Kobe Bryant'a çevrildi. Kobe, bu yaz da ölü sezonu oyununu çalışarak geçirmişti.
2001 yılında evlendiği Vannessa Laine ile birlikte yaşadıkları 11 milyon dolarlık malikanesine yaptırdığı basketbol salonunda günde üç saat şut idmanı yapıyordu. Ayrıca her gün iki saatini de ağırlık odasında geçiriyordu. Kobe, sezona sekiz kiloluk kas kütlesini vücuduna ekleyerek başladı. Sezon başladığında görüldü ki, Kobe, Lakers'ı sırtlayabilmesi için o kas kütlesinin her gramına ihtiyaç duyacaktı. Kobe ve Shaq dışında rol oyuncularından kurulu Lakers, maç kazanabilmek için Kobe'nin eline bakıyordu. lisedeki günlerinden beri ilk defa Kobe bir takımın tek hakimi olmuştu. Bryant, elinden geleni yapıyor ancak sezonun ilk 11 maçında 8 yenilgi alınmasına engel olamıyordu. Shaq'in dönüşüyle yükün biraz paylaşılması Lakers'ın tek tük galibiyetler almasını sağladıysa da, Lakers 2003 yılına 30 maçta sadece 12 galibiyet almış olarak girdi. 1 Ocak'tan bu yana ise Lakers büyük bir yükseliş yaşadı. Bunda en büyük pay Bryant'ındı. Onun bir numaralı hücum silahı haline geldiğini artık Shaq de kabul ediyordu. L.A. Lakers normal sezonun bitimine altı – yedi maç kala Batı'yı beşincilikle yedincilik arasında bir yerde noktalayacak gibi görünüyor ama tüm takımlar şampiyonluğa giden yolun Los Angeles'dan ve 8 numaralı Kukla Ustası'nın tezgahından geçtiğini biliyorlar artık.
KISKANANLAR ÇATLASIN!
NBA'de 2002-03 sezonunun son ayına gidiğimiz şu günlerde, Kobe Bryant, maç başına elde ettiği 30.2 sayı, 6.8 ribaund ve 5.9 asist ortalamalarıyla ligin En Değerli Oyuncu (MVP) ödülünün adaylarından. Son üç yılın şampiyonu L.A. Lakers, arka arkaya 4'üncü şampiyonluğunu kazanarak tarih yazmak istiyor ve bunu başarması için Kobe Bryant'ın diğer üç şampiyonluğa göre çok daha ön planda olması gerektiğini biliyor. Üstelik ligin en dominant oyuncusu olan ve son üç yılda üç playoff MVP ödülü kazanan 2.16 m ve 160 kiloluk dev pivot Shaquille O'Neal'e sahip olmasına rağmen. Charles Barkley, Dominique Wilkins, Patrick Ewing gibi dev isimler tek bir şampiyonluk göremeden kariyerlerini noktaladılar. Karl Malone ve John Stockton ise 40 yaşında hâlâ ilk şampiyonluklarını kovalıyorlar. İlk şampiyonluğunu 28 yaşında kazanan “Majesteleri” Michael Jordan da 40 yaşında son bir şampiyonluk için varını yoğunu ortaya koyuyor.
Jordan'ın tahtının veliahtı olarak gösterilen 2.00 m boyundaki süper guardın ise 1996 yılında henüz 18 yaşındayken başladığı NBA kariyerini muhtemelen 2010'lu yıllarda noktaladığında şampiyonluk yüzüklerinin bir kısmını ayak parmaklarına takabilme ihtimalinin olması herkesi kıskandırıyor.