Tam 25 yıl olmuş; 1999 Avrupa Şampiyonası’nın son gününde yedincilik için Almanya ile oynuyoruz. Fiziksel ve mental yorgunluğun yanı sıra iki haftada dokuzuncu maça çıkan oyuncular arasında bırakalım oynamayı, yürüyemeyecek durumda olanlar var. Kolunda ağrıları olan İbrahim Kutluay, özveriyle 8 sağlam arkadaşına katılıyor ve birkaç dakika oyunda kalıyor.
Çeyrek yüzyıl sonra nereden aklıma geldi bu hikâye?
Önce 50 farkla kaybedilen Fransa maçı, sonrasında sakatları bahane ederek ve “Sadece dokuz oyuncumuz var” diyerek çekildiğimiz Belgrad Turnuvası… Pink Floyd’un meşhur albümü “Dark Side of the Moon”u (Ayın karanlık yüzü) çağrıştıran bir dizi fiyasko. Tek kelimeyle utanç verici!
Maç sonrası Fransa basınında yazılanları okuyunca yerin dibine girdim. Basketbolu yönetmesini beklediğimiz arkadaşlar uzun süredir yer altında zaten, hiç ortada görünmüyorlar! Bunca olayın ardından resmi internet sitesinde bir haber, iki satırlık bir açıklama bile yok. Bu da “ticari sır” sayılıyor herhalde…
Neticede bir yaz daha çöpe gitti. Olimpiyata hazırlanan takımların programını bozarak yarattığımız uluslararası rezalet bir yana, “Geleceğe hazırlıyoruz” diye kampa davet ettiğimiz oyuncuları da erkenden tatile çıkardık. Hiçbir plan ve projemizin olmadığı bir kez daha gözler önüne serildi.
Milli forma, herhangi bir tekstil ürünü değildir. O formayı sırtınıza geçirdiğiniz anda, hayat boyu yüzünü görmediğiniz, elini sıkmadığınız ama pek çok ortak paydada buluştuğunuz milyonlarca insanın yüreği sizin göğüs kafesinizde çarpmaya başlar. O forma üzerinizdeyken sorumluluklarınız katbekat artar. Bakkal dükkânı işletir gibi kararlar alamazsınız, koskoca Milli Takımı cart diye turnuvadan çekemezsiniz. Doğaldır ki, bütün dünyanın izlediği bir maçta gol attığınızda, sevincinizi de siyasi bir sembolle ifade edip, milyonlarca vatandaşınızın coşkusuna, mutluluğuna limon sıkamazsınız. Öyle yaptığınız anda, ay karanlık yüzünü gösteriverir.
Erman Kunter / Cumhuriyet
Son paragrafa katılmıyorum, hoplasalarda ziplasalarda UEFA’nın tarafsız davrandığını söylemek için cahil olmak gerekir… Geri kalan yazı ise eksik; hala olan ile ilgileniyoruz , olacak olana hiç kafa yormuyoruz… Necip Abi’nin son yazısında da yazdım.Dunya 3.sü olan gençlerimizle ilgili planımız ne!?!? Birbirimizi yemeyi bırakıp buna odaklanabilir miyiz!?!?! A millî planı belli NBA’dekiler gelirse bir umut var onun dışında hiçbir şansımız yok bu kulüplerin(Efes hariç) ve onların seçtiği federasyonun vizyonu ile… Dolayısıyla ocu-bucu-şucu işlerini ve kendi şahsi çıkarlarını bir tarafa koyup basketbol paydaşlarının bizi bu dipsiz kuyudan çıkarmaları gerek… Zaten iş bilmeyen, kibirli ve şahsi çıkarları için milli olabilecek herşeyden vazgeçecek kulüp başkanları var! Federasyon başkanı olmak isteyen Erman Abimiz de son paragraftaki düşünceleri ile ben dahil çoğu destekçisini soğutur. “Kısa süren” son GS döneminde koçken hep şu eleştiriyi yaptım, burası Fransa değil Hocam deyu!!! Nobranlık, kibir ve kendi kültürünü küçümsemenin “sonucunu” neredeyse 25 yıldır çekiyoruz… Artık akıllandık deyu umuyorum…
son paragrafta saçmalamış Erman Hoca aynı düşüncede olmak mümkün değil ülkenin en büyük sorunu kibirlenme ve kendi kaynağını küçümsemedir kurullar yönetenlerin bunca yıldır umursamazlıkları bu acı reçeteleri çıkarıyor lakin hiç akıllanmıyoruz vesselam doğru düzgün bir plan ve vizyon yok hep hısım akraba ve yakınlıklarla nemalanmayı öğrenen bir z kuşağı da oluşturduk kolay olacak çalışma olmayacak üretme olmayacak işi bilmeyeceksin en tepe de oturacaksın veya işi bilsen de umursamazca kaynağını hakir görüp kendi bencil hayatında yok olup gideceksin geri de ne eser kalmış ne de güzel düşünceler o kadar gırtlak patlatıyor nafile biz öyle bir toplum inşaa ettik ki iyi insan lafın üstüne gelirmiş iti an çomağı hazırla gibi toplumun aynası insanlar önemli vazifedeler buranın düzelmesi değişmesi ve devlet planı ve sivil toplum kuruluşları ile ciddi emekler sarfedilmeli ki gençlerimizin aldığı u 17 ‘de aldığı dünya 3.lüğü A Milli seviyede de olsun istemek,inanmak azmetmek ve en önemlisi birlik olup birlikte hareket etmekten geçer her kafadan bir ses çıkacak kimsenin kimsenin ötekileştirmediği bir ülkeyi istemek hakkımız olsa gerek…
İşte Sn. Kunter 26 Haziran tarihli yazının altına yazdığım yorum: “nereden bilgi sahibi olduğunu tahmin bile edemediğimiz, bu işi Montella’dan, Şaras’tan, Santarelli’den daha iyi bilen uzman’larla dolup taşıyor. Yakında sıra sana bile gelebilir, biri çıkıp bu işi senden daha iyi bildiğini iddia edebilir. Başlarlar sen kimsin demeye…” Bu bir tesadüf olabilir mi? İlk defa olsa belki ama bu kaçıncı? Ki bu da normalde beni “kahin” sınıfına sokar. Maalesef internet belki milyonlarca yararıyla birlikte bir ayna işlevi görmeye, en alt seviyemizin nerede olduğunu göstermesi açısından da aynı işlevi görüyor. Gerçek medeniyete vatandaşlarının bazı şeyleri “yapmama” hakkını kendinde bulmamasıyla ulaşılır, bu cahil aroganlıķ bir gün döner sadece kendilerine zarar verir, asıl marifet yüzyüze geldiğinde söyleyemeyeceğin lafları hiç bir yerde söylememe asaletini gösterebilmektir. Ki bu da bize bir kaç milyon ışık yılı uzakta.
Erman beyin yazidklarina katiliyorum.
Bazilari günübirlik yasadigi icin, “yeni türkiye, eski türkiye“ havasinda.
Erman beyin son paragrafi yerinde.
Milli takim böyle sacma sapan hareketler yapacaksa, beni temsil etmiyordur.
Bazilari fazlaca osmanli dizisi izlemis
Sevgili Erman Kunter, bütün yazdıklarınıza tüm kalbimle katılıyorum. Ülkede yalnızca basketbol değil, pek çok spor dalında liyakatsizlik, vurdumduymazlık ve önceliklerin farklılığı ortalığı kasıp kavuruyor. Basketbolu yönetmek üzere tepedeki şahsiyet tarafından işaret edilen mevcut TBF Başkanı’nın vücut dili “bırakın beni gideyim” diyor, ancak görünen o ki, birileri onunla devam etmek ve basketbolu tamamen bitirmek istiyor.