Fenerbahçe BEKO için “yok artık, daha kötüsü olamaz” dediğimiz her maçın sonrasında “daha kötüsüne” şahit oluyoruz!..
Ve son 2 kayıpta daha belirgin bir biçimde ortaya çıkan sonuç net olarak şu: COACH ITOUDIS’İN OYUNA, OYUNCULARIN COACH ITOUDIS’E İNANCI KALMAMIŞ!..
Rakip Olympiakos… Sarı-Lacivertliler’in, deplasmanda sezonun en ağır yenilgisini aldığı, sezonun en formda ekiplerinden ve hatta Final-Four’un en güçlü adaylarından biri olarak gösterilen ve İstanbul’a “takımın beyni” Sloukas’tan yoksun gelen bir rakibe karşı maça başladığı “motivasyon seviyesine” bakın hele!.. Normal şartlarda – maç önü veriler ne olursa olsun – en sert, en konsantre, en diri ve en inançlı şekilde başlaması gereken kritik maça “mahalle maçı” modunda girdi; bir kez daha Kanarya!..
Daha önce de sorduğumuz bazı soruları yine sormak gerekliliği doğuyor tabii; bu görüntüde… Bunun öncesinde şu saptama ile girelim… Antetokounmpo’nun bu takımda yeri yok!.. Israrın da anlamı yok!.. O’na harcanan “para” yerine Samet Geyik’e verilecek “süre” ile bundan daha kötüsü olabilir miydi?.. Kesinlikle koca bir HAYIR!.. Boyalı alanı bu kadar güçsüz bir oyuncu ile savunmaya çabalamak, hücumda 1-2 alley-oop smaç için Fenerbahçe’nin tüm çehresine neşter vurup yerle bir etmek neye yarıyor?.. Birisi anlatsın lütfen…
Calathes, “kariyerinin en iyisi” olabilecek bir seviyede girdiği sezonda “kariyerinin en verimsiz döneminden” geçiyor… Ağır bir sakatlık geçirse buna yorabilirdik… Ama yok öyle bir şey!.. Nasıl olur da bir oyuncu böylesi bir düşüş yaşayabilir, performansı, özgüveni nasıl bu kadar aşağıya inebilir… Bunu basketbolun gerçekleri ile açıklamak, analiz etmek mümkün değil… Wilbekin, Nigel Hayes, Pierre için de benzer bir durum söz konusu… Peki Calathes bu kadar kötü olduğu halde bu ısrar niye?.. O, bu halde iken, Şehmus’u 2 dakika 14 saniye kala, fark 26 sayı iken sahaya sürmek de ne demek!.. Neresinden tutarsanız elinizde kalan bir garip durum bu!.. Bunun tek bir sorumlusu varsa o da coach Itoudis!.. Ayıp; hem de çok ayıp!..
Maça Antetokounmpo ile başlamak!.. Takımın en formda, en dinamik ismi Motley’yi tabiri caizse “atı alan üsküdarı geçtikten sonra” sahaya sürmek!.. O’nu kazanacağım diye takımın en verimli ismini gözden çıkarmak!.. 2 faulden sonra kenara alıp maç sonuna kadar yüzüne bakmamak!.. Guduric’e yine kriz anında direksiyonu vermek ve yine hem üretip hem yönetmek gibi bir “sihirbazlığa soyundurmak”… Yine takımca hücumda sürekli “karavana” atarken son maçların iyisi Edwards’ı da yine “atı alan üsküdarı geçtikten sonra” oyuna sürmek (o da ilk eline gelen topu potaya atıp deli saçması denemeler ve top kayıplarıyla Itoudis’in maharetinin üzerine tüy dikti!), sonra da maç bitine kadar yanında oturtmak (!), aynı şekilde iş işten geçtikten sonra Melih’ten mucize beklemek, Dyshawn Pierre’in sahadaki haline tribünlerle birlikte tahammül etmek!..
Oyunun başından sonuna kadar Fenerbahçe BEKO adına bir sistem, bir düzen dahilinde aktığını iddia edecek adamın aklından zoru vardır!.. Atladığımız detaylar olabilir… Ama bir takımın 10’da 9 galibiyet ile girdiği sezonda şu duruma gelmesini “form düşüklüğü” ile açıklamak mantığa aykırı olur… Ortada başka bir sorun var… Ve sorun görüldüğü kadarıyla oyuncularla coach arasında… Çözümü coachun sağlayamadığı da açık ve net… Bu noktada sorunun kaynağı her ne ise bulmak ve çözüme kavuşturmak artık “dizginleri elinden kaçırmış olan Itoudis’e değil”, yöneticilere düşüyor… Umarım ellerini çabuk tutarlar… Çünkü artık kaybedecek zaman yok…
Not: Robert Lottermoser kadar sevimsiz, ard niyetli, “nefretini yüz ifadesiyle açığa vuran ve kararlarıyla eyleme döken” bir hakem görmedim daha!.. Fenerbahçeli oyuncular, O’nun çaldığı ya da çalmadığı düdüklere odaklanmayı bir kenara bıraksa belki baştan fark o kadar açılmayacaktı… Sahada ne oluyorsa olsun oyununa odaklanmak, duygusallığa kapılmadan işini yapmak profesyonelliğin gereği… Genelde Teodosic için geçerli olsa da “dünün amatörü” Wilbekin’di!..