Fenerbahçe BEKO adına sezon içinde yaşanan tüm olumsuzluklar (ardı arkası kesilmeyen sakatlıklar, son anlarda kaybedilen onca maç, skandal hakem kararları, Rus takımlarının ihracı) herkesçe malum.
Ancak bunların hiçbiri, Alba Berlin’e dünkü “kaybediş biçimini” açıklamaya yetmez!..
Alman ekibinin ne oynadığı ve ne oynamaya çalıştığını, neleri iyi yapmasına fırsat verirseniz başınıza çorap örebileceğini herhalde artık bilmeyen yoktur. Alba Berlin’e tempolu oynama, koşma izni verdiğinizde, hele bir de oyunu onların istediği gibi koşarak oynamaya kalkışıp, arka arkaya top kayıpları ve boş atışlarla ekmeğine yağ sürdüğünüzde, bir de bakarsınız, 10 sayı öndeyken 15 sayı geriye düşmüşsünüz. Dün, sert başlangıçla rakibi gerektiği gibi top kaybına zorlayıp, üst üste 2-3 kez 24 saniye hücum kullanamadan püskürtmüş, 19-10 öne geçmişken, buna devam etmek yerine yelkenleri suya indirince, 23-37 gerişe düştü Sarı-Lacivertliler… Yani Alba Berlin gibi kapasitesi sınırlı, en önemli yıldızı Luke Sikma’yı İstanbul’a getirememiş bir rakipten 27-4’lük seri yediler!.. “Sınırlı” dediğimiz kadro şapkadan Zoosman’ı çıkardı!.. Ancak “kapasiteli” Kanarya, Melih Mahmutoğlu’nun yanına ikinci bir skorer koyamadı!..
Sonrasında, geri gelebilmek için çırpındıkları evreyi izlemek ise daha üzüntü vericiydi. Fenerbahçe oyundan düştükçe özgüveni artan Alba Berlin’in en önemli özelliği, ister 40 sayı geride olsunlar, ister 10 sayı önde, kendi basketbollarını oynamaya devam ediyorlar. Sezon başında “topun el değiştiriş hızı” nedeniyle aşırı top kayıplarıyla dikkat çeken Alba Berlin, sezon sonu gelirken daha süratli pas trafiğinde daha az hata yapıyor… Tabii, bu silahını çabukluk ve sertlikle pasifize eden takımlara değil, dünkü Fenerbahçe gibi “ayakları gitmeyen” rakiplere karşı etkili kullanıyor… Sarı-Lacivertliler’in hücumda “kağnı arabası” modunda eveleyip geveleme ve sonunda da “hiçbir şey üretememe” hali ve dolayısıyla “fişi çekmiş” görüntüsü, uzun yıllar üst üste Final-Four oynamış, 3 finalden bir şampiyonluk çıkarmış bir yapıya “ihanet” gibiydi.
Coach Djordjevic, arka arkaya 3-4 maçtır, bu sezonun İsmet’le birlikte “yükselen değeri” Şehmus’u yanında oturtup, her ne hikmetse sağlamken bile beklentileri karşılayamayan ve sakatlıktan “daha beter” dönen Shayok’a nedenini hala çözemediğimiz bir güvenle “ısrarla” süre vermeye devam etmişti. Dün, De Colo da yokken, Henry sakatlık sonrası henüz form tutmamışken, Guduric formsuzluğun zirvesinde (!) iken, kısacası “topu potaya atacak adam mumla aranırken” sahaya “5 uzunla çıkmak” herhalde başka bir coacha nasip olmaz!.. Markel Starks’ı niye transfer ettiniz o zaman? Transfer ettiyseniz, dün niye kadroya almadınız? İsmet ile birlikte net bir şutör olan Starks süreyi paylaşsa (hatta zaman zaman yan yana sahada olsa) daha mı kötüsü olurdu?
Coachluk, bazen büyük soru işaretlerinin üstesinden gelmeyi gerektirir. Eğer gelebiliyorsanız “büyük coach” olursunuz. Yok, basit bir “oyun okumayı” dahi beceremiyor, sahaya süreceğiniz kadroyu ya da sahadakilerin süre dağılımını “doğru” yapamıyorsanız Djordjevic gibi “yerinizde saymaya” mahkumsunuzdur!.. Shayok ısrarıyla saç baş yolduruyordu… Sonunda O’nu tribüne yolladı diye sevinirken, bu kez karşımıza Barthel kartıyla (!) çıktı Sırp coach… Transfer olduğu günden beri sivrildiği tek maçı olmayan Barthel’den de “medet ummaya” devam ediyor!..
Ve Fenerbahçe BEKO, Final-Four’ların gediklisi olduğu dönemi Play-Off’u bile göremediği döneme evirerek “tarihin tozlu sayfalarına dogru” itiyor… Yazık…