Fenerbahçe yönetimi, 7 yılda Sarı-Lacivertliler’i Avrupa’nın basketboldaki ‘elitler kulübünün’ bir parçası haline getiren Zeljko Obradovic’i küstürüp ‘evine yollayarak’ eşine az rastlanır bir risk aldı…
Bu hamlenin, futbolda zaten hem yanlış icraatlarla dibe vurulan hem de 3 Temmuz sürecinin uzantısı olan sıkıntılarla boğuşulan sürece denk gelmesi, yönetimin aldığı riskin boyutlarının büyüklüğünü görmeye yetiyor.
Dolayısıyla hemen ardından gelen Igor Kokoskov hamlesini ve yine devam eden transferleri bu paralelde değerlendirmeli…
Fenerbahçe yönetimi, göreve geldiğinden bu yana kulübün ‘Amiral gemisi’ ve en önemli gelir kapısı olarak gördüğü futbola odaklanmış ve gerek lig şampiyonluğu ve gerekse Şampiyonlar Ligi bileti ile omuzlarına, geçmiş yönetimden ‘yıkılan’ ağır yükü hafifletmeyi hedefliyordu. Ancak yapılan tüm hamleler, biraz beceriksizlik ve tecrübesizlik, çokça da ‘Fenerbahçe’nin yakasına yapışan malum kitle’ ve uzantıları olan ‘tetikçilerle’ boğuşmaktan, sürekli haksızlığa uğramaktan boşa çıktı. Bu süreçte gerçek amiral gemisi basketbol 2. plana atıldı, üvey evlat muamelesi gördü. Bu durumdan ne Obradovic’in ne de oyuncuların olumsuz etkilenmemesi mümkün değildi. Öyle de oldu. Takım kimyası da bozulup, üzerine bir de ödeme aksaklıkları baş gösterince tüm düzen altüst oldu.
Bu noktada alınacak risk, belki şu an sadece F.Bahçe’nin değil, ülkenin de üzerinde konuşlanan ‘kara bulutların’ dağılmasını beklemek, futbolda altyapıdan çıkan gençlerin yanına 2-3 tecrübeli ismi ekleyerek (ki böyle yapılmış olsa herhalde ortaya geçen yıldan ya da şu ankinden daha kötü bir futbol kalitesi çıkması pek de mümkün olmazdı) birkaç yılı gözden çıkarmak olabilirdi. Sonuçta Sarı-Lacivertli camia ağzıyla kuş tutsa futboldaki kirli yapılanma ortadan kalkmadıkça F.Bahçe’ye ekmek çıkmayacak. Ama bu tercih edilmedi. Beklenen ‘küçülme’ kulübün imajını koruyan ve en önemlisi de taraftarların son yıllarda mutlu olmasını sağlayan, yüreğine su serpen ‘YEGANE’ branşı olan erkek basketbolunda hayata geçirildi!..
Basketboldaki küçülme, sezon boyunca camiada konuşulan konuların başında geliyordu. Ancak gelinen noktada hem Kokoskov hamlesi hem de şu ana kadar yapılan transferler, Vesely ve De Colo gibi demirbaşların kadroda kalması, küçülmenin kelime anlamını tam olarak yansıtmadığını, öyle korkulan boyutlarda olmayacağını gösteriyor. Dolayısıyla Sarı-Lacivertli yönetimin attığı taşın (küçülme hamlesi) ürküttüğü kuşa (Obradovic’in gidişi) değip değmediğini de zaman gösterecek.
Her neyse… Biraz da bardağın dolu kısmına bakalım.
GHERARDINI’NİN VARLIĞI BİR ŞANS
Bu dönemde gelen en akılcı hamle, İtalyan Genel Menajer Maurizio Gherardini ile yola devam etmek oldu. Zaten O’nun dışında başka biri, bu kadar kısa bir zaman diliminde piyasadaki mevcut isimlerden en uygun alternatifi seçme konusunda bu kadar becerikli olamayabilirdi. Jasikevicius’un Barcelona tercihi sonrası aradan bir gün geçmeden Kokoskov’la el sıkıştılar. Ardından da transfer hamleleri arka arkaya geldi.
Slovenya ile zirveye çıktığı Avrupa Şampiyonası’ndan akıllarda kalan, Sırp coachun da Obradovic kadar iyi bir taktisyen olduğu… Hedef doğru ilerlerken, rakibin yapısına göre bazen savunmasıyla ama çoğu zaman hücum yönü ile ön plana çıkan bir Fenerbahçe izleyeceğimizi düşünüyorum. Zaten transferlere baktığımızda da bunu gözlemleyebiliyoruz. Ancak tabii Obradovic’in yürüdüğü yoldan ilerlemek öyle kolay değil. Kokoskov’un arkasında hep Obradovic’in kocaman bir gölgesi olacak. Püf noktası, o gölgenin bu süreçte önüne geçmemesi… Kokoskov için çıta bir hayli yüksekte. Kısacası işi zor. Euroleague ve özellikle de Türkiye Ligi, sadece saha içinde değil, dışında da NBA ile kıyaslandığında daha sert, yıpratıcı bir yapıya sahip. Burada başarılı olmak da, zirvede kalmak da çok büyük dayanıklılık ister. Kokoskov için de bu sorunun cevabını zaman içinde alacağız…
WILLIAMS VE LAUVERAGNE KAYIP DEĞİL
Transfer sürecinin, Gherardini tarafından büyük bir titizlik içinde yönetildiğini görüyoruz. 20 milyon Euro’yu aşmama gibi bir hedefle yola çıkan Sarı-Lacivertli yönetimin eli, Datome, Williams ve Lauveragne’in ayrılmasıyla bir nebze hafifledi. Sözleşmesi sona eren Kalinic’le yola devam edilmeyeceğini, Pierre, Ulanovas ve hatta Barthel transferlerinden anlayabilmek mümkün. Lorenzo Brown’ın gelişi de, De Colo, Dixon, Westermann gibi isimlerin devam ettiği göz önüne alındığında guard rotasyonunda 2 milyon euro maliyetli Sloukas’a da yer kalmadığını işaret ediyor. Bu bağlamda, geçen sezon Sloukas ile yıldızı barışmayan De Colo’nun, takımın lideri görevini ‘net’ biçimde üstleneceğini düşünüyorum. Ayrılan diğer isimlere mercek tutacak olursak tıpkı Kalinic gibi Datome de, verim-maliyet ekseninde geçen sezonun olumsuz anlamda en göze batan isimlerinden biriydi. Ancak bence en anlamlısı Williams ve Lauveragne’ın ayrılışı oldu. Geçen sezon takım kimyasının ve özellikle de savunmanın en çok aksadığı iki bölgede (pivot&power forvet) bu iki isim faydadan çok zarar verdiler. Hamilton ve Barthel ile daha kötüsü olmayacağı da ortada… Haksızlık etmeyelim; daha iyi olacağını düşünüyorum. Belirsizliğini koruyan tek şey, Kanarya’nın şutör olarak James Nunnally ile mi yola devam edeceği yoksa yerine NBA’den açığa çıkan bir başka isme mi şans tanıyacağı? Bunun da bir hafta içinde netleşmesini umuyoruz.
Şu aşamada yeni sezonu beklemek ve ortaya nasıl bir kimya, nasıl bir takım çıkacağını izlemek, Kokoskov’a ve bu yeni oluşuma şans tanımak gerekiyor. Doğrusu da bu… Zaten aksi halde, büyük bir risk alan yönetimin, Obradovic’in gölgesinin altında ezilmesi hiç kimse için sürpriz olmayacak…
Gökhan Türe