Hazırlıklarına The Green Park Kartepe Spor Köyü’nde devam eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü’nün baş antrenörü Ertuğrul Erdoğan, takımının yeni sezondaki hedefleri, TBF’nin gerçekleştireceği ‘Beyin Fırtınası’ hakkında soruları yanıtladı.
Kartepe’deki 10 günlük kamptan beklentileriniz nelerdir?
Üç tane temel beklentim var: Bir tanesi takım kimyasıyla alakalı. Oyuncuların biraz daha birbirleriyle iletişim içinde olması. Geçen sezonki ilişkilerin tazelenmesi ve yeniden zemine oturtulması… İkincisi ve asıl olanı ise önümüzdeki sezon oynayacağımız sistemin savunma ve hücum olarak temellerini burada atıyoruz. Yeni gelen arkadaşlarımıza nasıl bir sistem içinde olduklarını gösteriyoruz. Son olarak da oyuncuları fiziksel olarak hazırlamaya çalışıyoruz. Yaz boyunca devam eden haftalarda İstanbul’da olan Türk oyuncular çalıştı, tatile gidenler geldi. Onu bir programa bağlamamız sebebiyle çok büyük bir defoları olmadı. Amerikalı oyunculara da bazı ölçümler yaparak belli doneleri ellerine verdik. Bunların altında gelmeniz lazım gibi… Bu yüzden belli avantajımız oldu ve Kartepe’yi biraz daha rahat geçiyoruz.
Gelecek sezon nasıl bir İBB izleyeceğiz?
Geçen senenin ikinci devresi birazcık ipucu veriyor. Sistemde fark şu olacak: Geçen sezon bir kriz yönettim ve belli noktalarda oyuncuların egolarına izin verdim. Bu sene topu paylaşan, boş oyuncuya saygı duyan, ekstra pasın arttığı, topu biraz daha içeriye indiren, iç-dış dengesini iyi kuran ve topu bir taraftan diğer tarafa hızlı döndüren bir takım. Savunmada da herkesin birbirine yardım ettiği, mümkün olduğunda boş atış vermemeye özen gösteren, topu üç sayı çizgisinin dışında tutmayı amaçlayan bir takımımız olacak. Bu sene biraz daha hızlı oynamayı hedefliyoruz. O yüzden rotasyonu geniş tutacağız diye ümit ediyorum. Tabii sezon başladıktan sonra bazı durumlar değişebiliyor fakat genel olarak çerçeve bu olacak.
Türkiye Basketbol Federasyonu Eylül başında bir ‘Beyin Fırtınası’ yapacak. Siz de davetli misiniz?
Bizim kulübe bir davetiye geldi ama bana mı, yoksa yöneticilere mi bilmiyorum. Ben, bu organizasyonu çok doğru buluyorum ama zamanlamasını iyi görmüyorum. Eğer sadece yöneticilerden biri gelsin deniyorsa, ona bir şey diyemem. Ama antrenör için çok doğru bir zaman dilimi değil. Ben şöyle düşünüyorum: Bunun içeriği ne olmalı? Bir beyin fırtınası yapılacak ama Türk basketbolunun çok çeşitli problemleri var. Yöneticiler gözüyle problemler var, federasyon gözüyle problemler var, antrenör gözüyle problemler var, oyuncuların gözüyle problemler var. Birçok parametre, bu problemlerin içerisinde yer alıyor. Tek bir grubun katılımıyla yapılacak bir beyin fırtınasının verimli geçeceğini düşünmüyorum. Bu toplantı, günün sonunda ‘Yabancı sınırlaması serbest bırakılsın’ noktasında sonuçlanırsa ve kulüp yönetimleri de buna karar veriyorsa, biz antrenörlerin, özellikle yerli antrenörlerin, de bu noktada söz sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. Şu algıya ben katılmıyorum: Türk oyuncular çok tembel, Türk antrenörler çok kalibresiz… Şöyle de bir gerçek var, geçmişte alınan başarılar (Avrupa ve Dünya ikinciliği) Türk antrenörlerin yetiştirdiği oyuncularla alınmış başarılar. Oynamayan oyuncunun, antrene etmeyen koçun antrenör olması mümkün değil. Dolayısıyla bu beyin fırtınasında birçok grubun bir araya gelmesi lazım. Sezon bitiminde 1.5 günlük değil de 3 günlük toplantılarla, konu başlıklarının daha önceden çalışılıp –böyle bir çalışma yapılmıştır mutlaka- en azından zaman kaybının önlenmesi lazım. Eğer ki bu bir şikâyetler toplantısına dönüşecekse, kimse bir proje üretmeyecekse ortada bir beyin fırtınası olmasının kimseye bir faydası yok.
Eğer zamanlama doğru olsaydı ve siz de katılacak olsaydınız ilk söyleyeceğiniz ‘majör’ sorun ne olurdu? Yabancı problemi mi?
Ben yabancıya karşı değilim. Oyuncuları pasaportlarına göre oynatmam. Yerli ve yabancı oyuncu arasında bana göre bir fark yok. İyi oyuncu ve kötü oyuncu var. Ya da tecrübeli oyuncu var ve acemi oyuncu var. Bazı Euroleague kulüpleri Türkiye Ligi’ne ayrı bir kadro, Avrupa’ya ayrı bir kadro yapmayı hedefliyorlar ve buna göre transfer yapıyorlar. Bu mantıkla kapalı bir lige doğru gidiyoruz. Sadece Türklerin oynayacağı yerel bir lig varsa veya birkaç yabancıyla takviye edilmiş bir lig varsa bunun kurallarını başka türlü belirleyelim. Euroleague takımlarına özgürlük verelim ama ligdeki yabancısını sınırlayalım.
A Milli takımda 4 sene sonra kim oynayacak? Altın jenerasyonlar demeye başladık… Bakıyorsunuz U-17 Milli Takımımız Dünya Şampiyonası’nda ABD ile final oynuyor. Ümitler 3.oldular. Son 7-8 yıla bakıldığında Avrupa’da kendi kategorisinde ilk 4’e oynayan ve hedefi şampiyonluk olan jenerasyonlar var. Arada ne oluyor da diğer ülkelerdeki –Sırbistan, Yunanistan, Litvanya- bizimkilerden daha üst seviyeye geliyorlar. Sırbistan Ligi’nde 2, Yunanistan’da 6 yabancı var. Yunanistan’da her kulüpte 6 yabancı var mı? Bütçelerine bakmak lazım… Sırbistan’ın kendine ait bir ligi bir de Adriyatik Ligi var. Maç sayısı ve lig sayısı da fazla… Dolayısıyla burada oynayacak oyuncuların kendine yer bulması, gelişimine devam etmesi çok da zor değil.
Bizim geldiğimiz noktada eğer bütçeler böyle olursa ikinci ligde dahi Türk oyuncuların oynayamayacağı yerlere gideceğiz. Onlar da yabancı sayısını arttıralım diyecekler -ki böyle düşüncesi olan kulüpler de var-. Kulüpler seviyesinde kısa vadede Avrupa şampiyonluğu için belki yabancı sayısını arttırmak gerekir. Ancak orta ve uzun vadede kendi yerel oyuncumuzu, İspanyollar ve Yunanların yaptığı gibi, yaratamazsanız başarı mümkün değil.
Bence bir karar vermemiz lazım. Biz bir projeyle mi yola çıkacağız, yoksa her sezon günü mü kurtaracağız? Fenerbahçe son 2 sezon da Final Four yapıyor ki burada doğal olarak Obradovic’in de çok büyük katkısı var. Burada devamlı ve kalıcı olmak mı önemli yoksa 2-3 yıl büyük paralar harcayıp altını doldurmadan gitmek mi önemli. Bu bir tercih mesela… Ben tercihimi şu yönden kullanıyorum: Bizim gibi şampiyonluk hedefi olmayan kulüplerin biraz daha proje geliştirmesi lazım. Bu biraz daha yönetimsel bir problem… Bu koçun problemi değil çünkü koç maç kaybettikten sonra işini de kaybediyor. Koçun da elini rahatlatacak bir plan ve hedef olması lazım. Bunu belirleyecek olan koç ise, işini kaybetme riski yüksek. Ama bunu yönetim belirliyorsa ve kulübün de bir planı varsa bir hedef konmalı. Ben son yıllarda, Obradovic ve Ivkovic hariç hiç 3 yıllık kontrat yapan bir isim görmedim. Öncelikle bizim Türk insanın değerli olduğunu ortaya koymamız lazım. Her şey, yerli yerine oturmalı.
Ben pasaport ile alakalı bir şey söylemiyorum. Bilgi, beceri… Hepsi olmalı. Dışarıdan aldığımız oyunculara bakmalıyız. Kural değişince çok daha ucuza alabileceğimiz oyuncuları çok daha pahalıya alıyoruz. Eskiden de Türk oyuncular çok pahalı diyorduk. Baktığımızda yurt dışında iş bulmakta zorlanan antrenörler buraya gelmeye başlıyor. İspanya Ligi’ne bir göz atalım. Son olarak Jasikevicius İspanya Ligi’ne kural gereği gidemedi. Kendi ülkesinde Euroleague antrenörü olmasına rağmen. Peki bizim kriterlerimiz ne? Her merhaba diyen koç veya oyuncu bu ülkeye girebilir mi? Oturup bu kuralları belli çerçeveye bağlamamız, bir sisteme oturtmamız lazım.
Eklemek gerekirse, İspanya Ligi’nde Milli Takım çalıştıran antrenörler de orada baş antrenörlüklerine devam edemiyor.
Her ülkenin kuralları farklı… Ben İspanya Ligi’ni kopyalayıp buraya getirelim demiyorum. İnceleyelim ve bu ligin kendi çerçevesi olsun. Takımların bütçesi belli olsun. Ödeme problemleri yaşayan takımlara karşı yaptırımlar olsun. Bir ligin adını Süper Lig yaptığınız zaman o lig ‘Süper’ bir lig olmuyor. Ekonomiyi büyütmek demek o ligi Süper Lig yapmıyor. Süper Lig’in çok daha organize bir hale gelmesi lazım… Belki Federasyonun böyle bir çalışması vardır. Ben bunu burada bir eleştiri olarak değil bir öneri olarak sunuyorum.