2005 Akdeniz Oyunları Şampiyonluğu…2011 Avrupa Şampiyonası'nda gümüş madalya…2012 Olimpiyatları'na gitmeyi hak eden kadın voleybolcularla birlikte Türkiye tarihindeki ikinci takım. Ve Olimpiyatlar'da 5'incilik…2013 Avrupa Şampiyonası'nda bronz madalya…2015 Avrupa Şampiyonası 5'inciliği ve bir kere daha Olimpiyatlar'a katılma hakkı…
Bu takım, bu kızlar, bu kadınlar 2005’ten beri önlenemez bir yükseliş içinde…Ama ne yazık ki, biz bunun farkında bile değiliz..Çünkü varsa yoksa futbol!Onlar, Rio Olimpiyatları’na buruk gitti.Her ne kadar çaktırmasalar da…Kadın Basketbol Milli Takımımızın oyuncularını, şimdiye kadar kazandıkları başarılardan ötürü tek tek ayakta alkışlıyorum…Alınlarından öpüyorum…Ve Rio’da da bu başarıyı tekrarlamalarını diliyorum…Nevriye Yılmaz, Şaziye İvegin Üner, Işıl Alben, Birsel Vardarlı Demirmen, Lara Sanders, Bahar Çağlar, Şebnem Kimyacıoğlu, Olcay Çakır, Tuğçe Canıtez, Esra Ural, Ayşe Cora, Tilbe Şenyürek…Hadi kızlaaaaar…Kim tutar siziii…
HAMİŞ: Takımı temsilen, 10 yıldır milli takımın kaptanı Nevriye Yılmaz’la konuştum.
“Herkes yılar, Nevriye Yılmaz!!!” Öyle misin gerçekten? Hiçbir şeyden yılmaz mısın?
-(Gülüyor) Ne yalan söyleyeyim, öyleyim. Yılmam, pes etmem, vazgeçmem… Karakterimde yok!
Öncelikle seni tebrik ediyorum! Hatta ayakta alkışlıyorum… Hem bir kadın olarak, hem bir sporsever olarak, hem de bu ülkede çocuk yetiştiren bir anne olarak… Sen ve takım arkadaşların müthiş rol modellersiniz! Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Olimpiyatlar’a güreş, halter gibi bireysel sporlarla katılındı. Ama takım sporu olarak, iki kere katılan tek ekip sizsiniz. Bu röportaj çıktığında da Rio’ya uçmuş olacaksınız… Ne hissediyorsunuz?
-Çok çok teşekkürler. Gerçekten de mutlu ve gururluyuz. Güzel bir şey yaptığımızın farkındayız. Özellikle kadın sporcuların içinde bulunduğu koşullar göz önüne alınırsa…
Futbola göre basketbol, ikinci sınıf muamelesi görüyor! Kadın basketbolu üçüncü sınıf mı?
-Evet, aynen öyle oluyor! Hatta kadın voleybolunun bile arkasından geliyor…
Oturmuyor mu içinize?
-Oturuyor tabii ki! Önceleri, “Başarı gelmiyor, o yüzden çok fazla medyada yer almıyoruz!” diye şikâyet ediyorduk. Son 5 yıldır inanılmaz başarılıyız, ülkemizi en üst noktalarda temsil ediyoruz, madalyalar alıyoruz, ikinci kez Olimpiyatlar’a katılmaya hak kazandık ama… Yine medyada yokuz! Kaderimize boyun eğiyoruz. Fakat küs değiliz, kabullendik bu durumu. Biz kendi işimize odaklanıyoruz. Dikkat çekmek ya da medyada yer almak için özel bir çaba sarf etmiyoruz. Bizim için olsa da olur, olmasa da. Biz zaten yaptığımız işten, kazandığımız başarıdan yeterince mutluyuz…
ALIŞTIK İLGİSİZLİĞE
Bu noktaya gelebilmek için kaç senelik emek gerekti?
– 20! Ben bu takımın en başından beri varım, benim tarihim, aynı zamanda takımın tarihi. 16 yaşındaydım A Milli’ye katıldığımda, şimdi 36’yım… 90’ların başında başlamış bir yatırım bu. 2011’den itibaren bunun karşılığını almaya başladık. 2011’de ilk defa tarihimizde Avrupa Şampiyonası’nda final oynadık. Çok büyük bir başarıydı bizim için. Olimpiyatlar’a katılmayı hak ettik. Şimdi de bir kere daha katılıyoruz…
Tekrar Olimpiyatlar’da Türkiye’ye temsil etmek nasıl bir his? Tedirginlik, heyecan? Ya da “Ya başaramazsak” duygusu…
– Olimpiyatlar’a ilk gittiğimizde tedirginlik yoktu. Zaten bir ilkti. Hedef oraya gitmekti ve biz bunu başarmıştık. İkinci kez katılmayı başarınca, herkesin beklentisi arttı. “Bu sefer belki bir madalya olabilir, neden olmasın” tarzında baskı değil de, istek var. Biz de son derece motiveyiz. Madalya alıp kürsüye çıkabilirsek, muhteşem olacak! Ülke olarak da içinde bulunduğumuz ruh hali itibariyle hepimize iyi gelecek. Bunun için uğraşacağız…
Peki biz sizi yeterince şımartabildik mi? Buruk mu gidiyorsunuz?
-(Gülüyor) Yok yok, biz alıştık buna! Zaten yıllardır kendi camiamızda, kendi unumuzla kavruluyoruz. Aksi olsa şaşırırdık…
Alıştınız yani buruk olmaya…
-Tabii ki bir futbol kadar ya da bir erkek basketbolu kadar popüler değiliz! Biz başarılı olunca, kendi kendimize seviniyoruz. Yakınlarımız, ailelerimiz bizimle çok gururlanıyor. Ama basında tık yok. Yine de biliyoruz ki, değerli bir şey yapıyoruz, genç kızlara rol model oluyoruz, onlara spor yapma ilhamı veriyoruz. En büyük mutluluk da bu…
İyi de bu, size haksızlık değil mi ya! Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde takım sporunda başka böyle büyük bir başarı yok. Erkekler her türlü takım sporunda nal toplarken, kadınlar, basketbolda, ikinci kez Olimpiyatlar’a gitmeye hak kazanıyor, normal bir şey gibi davranıyoruz…
-Geniş bakıldığında, evet haksızlık gibi gözüküyor ama ülkemizin gerçeği bu. Yeni değil ki bu, yıllardır böyle! Bizim için artık haber değeri bile yok! O yüzden üzülmekten vazgeçtik. Siz de üzülmeyin. Biz zaten hiçbir zaman medyada yer almıyorduk. Bizim ülkemizde kadın sporları hiçbir zaman popüler olmadı. Ama biz pes etmedik, ısrarla Türk kadınının, isterse, neler başarabileceğini göstermeye çalıştık. Bizden sonra gelen jenerasyona da bunu anlatmaya uğraşıyoruz. Onlar da bizim gibi dişli bir takım, büyük başarılara imza atacaklar.
HALK MEDYADAN DAHA İLGİLİ
Peki medyayı geçtim, halk… Halk size hak ettiğiniz ilgiyi, desteği gösteriyor mu?
-Ha bakın, halk farklı. Biz aslında çok büyük kitlelere hitap ediyoruz. Anadolu’daki seyircimiz, taraftarımız inanamayacağınız kadar çok! Biz de şaşırıyoruz. Özellikle Işıl, pop star gibi. Müthiş bir hayran kitlesi var. Türkiye’nin her yerinden. Çok da hak ediyor. Eminim ki Işıl sayesinde basketbol oynamaya başlayan genç kızlar artmıştır…
Onu bu denli popüler yapan etkenler sence neler?
-Sporcu kişiliği, yeteneği, fiziği, sempatikliği, takıma olan bağlılığı… Aynı şekilde Birsel de çok ilgi görüyor. Aslında takımda herkesin kendisine göre hayran kitlesi var. Pek çok mail alıyoruz, sosyal medyadan yazıyorlar bize. “Basketbola sizin sayenizde başladım!” diyorlar. Müthiş bunlar! Medyada, özel hayatınla ön planda olmaktansa, bu tarz şeylerle gençlere rol model olmak bizi daha çok mutlu ediyor…
PAYLAŞTIĞIN SÜRECE BÜYÜRSÜN
Bulgaristan göçmenisin… Göçmenlik nasıl bir şey?
– E kolay değil. 9 yaşındaydım Türkiye’ye geldiğimde. İlkokul 3’e kadar Bulgaristan’da okudum. Allah’tan annem bizimle Türkçe konuşuyordu, hâkimdim dile. 4’üncü sınıfa burada devam ettim. Çok kısıtlı şartlarda yetiştik. Bulgaristan’da azla yetinmeyi, azla mutlu olmayı öğrendim. Türkiye’ye geldiğimizde de ailem yeni bir hayat kurmak zorunda kaldı. Çünkü hiçbir şeyimiz yoktu. Sadece annemle babamın mesleği vardı. Annem hemşire, babam makine teknisyeniydi. Ben ve kardeşlerim, onların kısıtlı maddi imkânlarıyla eğitim gördük. Ama bu, benim için büyük zenginlik oldu. Belki de her şeye gücü yeten bir ailede dünyaya gelseydim bu azimli kadın olamayacaktım. Ailemden gelen disiplin, çalışkanlık, dürüstçe hakkım olanı kazanma azmi beni çok kamçıladı. Göçmen olmak sadece büyükleri değil, çocukları da etkiliyor. Biz 2 ay Bursa’da kaldık, sonra İstanbul’a geldik ve burada kendimize sıfırdan bir yaşam kurduk…
Son olarak eklemek istediğin şeyler var mı?
– Ben hep şunu söylüyorum: Üretmek lazım. Çünkü ürettiğin sürece varsın. Etrafına saygılı olduğun sürece hayata tutunursun, paylaştığın sürece, büyümeye devam edersin. Ülkece birbirimize duyduğumuz o eski sevgi ve saygıyı tekrardan kazanmamız benim en büyük dileğim. Kötülüklerden uzak, herkesin mutlu mesut yaşayacağı huzurlu bir dünya ve güzel bir gelecek istiyorum. Bir de mümkünse Olimpiyatlar’dan iyi bir neticeyle dönmek…
KAPANIŞI OLİMPİYATLAR’LAYAPMAKTAN GURUR DUYUYORUM
13 yaşında başladım, 16’da A Milli Takım’a yükseldim. 20 yıldır profesyonel oynuyorum. Çok ciddi iki ameliyat geçirdim belimden. Hep doğru insanlar çıktı karşıma, o yüzden devam ettim. Şu anda 36’yım, her ne kadar performansımdan eskisi kadar memnun olmasam da, devam ediyorum. Etrafımdakiler, takımda hâlâ çok önemli bir rol oynadığımı söylüyorlar. Tabii ki saha içinde ve dışında arkadaşlarıma iyi örnek oluyorum, tecrübelerimle onlara ablalık yapıyorum. Ama sakatlıklarımdan dolayı kendi performansımdan çok memnun değilim. Yine de devam. Kapanışı da Olimpiyatlar’la yapmaktan gurur duyuyorum…
BU KIZLARI İYİ TANIYIN
HEP BİRLİKTE ONLARI ALKIŞLAYALIM…
Şaziye İvegin: İkinci kaptan. Şimdiye kadar kazanılan tüm başarılarda imzası var. Tecrübeli. Pozitif enerjisiyle takımın iyilik meleği.
Işıl Alben: Kadın basketbolunda bir fenomen. Gençler onun için deliriyor. Renkli kişiliğiyle genç kızların sevgilisi. Sosyal medyada 180 bin takipçisi var. Çocuklara eğitim veren başarılı bir spor okulu var.
Birsel Vardarlı: Fenerbahçe’nin kaptanı. Türkiye’nin en iyi oyuncularından. O da bir fenomen. Özel hayatında kendi halinde ve sakin biri ama sahada inanılmaz sorumluluk alıyor.
Lara Sanders: Türk vatandaşlığına geçmiş bir Amerikalı. Arkadaşları ona ‘devşirme’ diyor. Çok seviliyor. Çok iyi bir sporcu. Türkiye’de yaşanan tüm darbe karışıklığında bile hiç antrenmanı aksatmadı, Amerika’dan kalktı geldi. Türkiye formasını giymeye çok hevesli. En büyük hayali de Olimpiyat sporcusu olmak, çünkü küçükken babasına söz vermiş.
Şebnem Kimyacıoğlu: Amerika’da doğmuş büyümüş bir Türk kızı. Stanford mezunu bir avukat. Kışları burada basketbol oynuyor, yazları Amerika’da hukuk bürosunda çalışıyor. Milli takımda oynamak için Amerika’da çok iyi bir kariyer fırsatını tepti.
Bahar Çağlar: Takımın gizli kahramanlarından. Çok çalışkan, çok iyi kalpli, hiç kaprisi olmayan, pozitif bir kişilk. Aynı zamanda çok bakımlı.
Ayşe Cora: Beşiktaşlı. Takımın neşe kaynağı. Espri makinesi ve gülen yüzü. Işıl’la çok iyi dostlar ve sosyal medya üzerinden sürekli atışmalarıyla ünlüler. Birlikte reklam filmi çektiler, çok ilgi gördü.
DERİN BİR TUTKU BENİMKİ…
Sen bu takımın en başından beri varsın. Şu anda da herkesin saygı duyduğu takım kaptanısın. Bu noktaya gelinceye kadar nasıl bir emek sarf ettin? 20 yıl manyak gibi çalıştın mı?
-(Gülüyor) Evet. Çünkü çalışmadan kesinlikle hiçbir halt olmuyor. Ama kimse boynuma çökmedi, ben istediğim için yaptım. Ben büyük bir tutkuyla bağlıyım basketbola. Para ve başarı da değildi amacım, gerçekten beni mutlu ettiği için oynadım. Ben hiçbir şeyi hayatımda, yapmış olmak için yapmadım, yaptığım işe hep saygım oldu. Çünkü seviyorum basketbolu, hatta ölüyorum. En iyi yapabildiğim ve beni hayatta en mutlu eden şey! Endorfin hormonumun en üst seviyede salgılandığı an, basketbol oynadığım dakikalar… Daha ne olsun? Bazen ailemden bile önce geliyor. Yola böyle çıktım yani… Ama kolay olmadı, çok sakatlık da yaşadım. Yine de 20 yılın sonunda, “Keşke 10 yıl daha oynama şansım olsaydı!” diyorum, öyle bir derin bir tutku benimki…
Peki sence basketbol neden futbol kadar yaygın bir spor değil…
-Bence pek çok etken söz konusu. Mesela seyirci kitlesi. Futbol izlemek daha kolay geliyordur. Basketbolun kurallarını herkes anlayamıyor olabilir. Sonra iki sporun yapısı farklı. Futbol için bir arsa, iki taş ve bir top yeterli olabiliyor. Ama basketbol öyle değil. Daha komplike. Bir de Türkiye’de futbolda ün ve para daha fazla. Pahalı arabalarıyla, birlikte oldukları kadınlarla futbolcuların her attıkları adım haber oluyor, basketbolcular için böyle bir şey söz konusu değil. En azından bizim ülkemizde değil. Tüm bu saydığım şeylerden dolayı seyircinin daha çok ilgisini çekiyor futbol. Haliyle medyanın da… Basketbol maçları, açık arttırmayla Lig TV’de satılmıyor mesela. Futbolda çok ciddi bir seyirci kapasitesi var…
BASKETBOLDAN BAŞKA BİR HAYATIM OLMADI…
Aslında sizler müthiş rekabetçi sporcularsınız. Galatasaray’da, Fenerbahçe’de oynarken ölümüne rekabet ediyorsunuz. Ama burada müthiş dostsunuz, birbirine kenetlenmiş bir ekipsiniz… Nasıl oluyor?
– İşte bunu ben de çözemiyorum! Normalde, kulüp menfaatleri için karşılıklı mücadele veriyoruz. Ama burada aynı menfaat için bulunuyoruz ve birdenbire kenetleniyoruz. Biz ikisini ayırabiliyoruz. Tabii şu da var, çok küçük yaştan beri beraberiz. Artık kardeş gibi olduk…
Hayatında basketbol kadar önemli başka ne var?
-Valla, pek bir şey yok. Ama artık yavaş yavaş sağlığımın ön planda olması gerekiyor.
Peki senin başka bir hayatın oldu mu? Bu çapta bir başarı kaldırır mı başka bir şeyi?
-Yok, başka bir hayatım olmadı. Ne özel hayat ne sosyal hayat. Önceliğim her zaman basketboldu.
Takımda evli olan var mı? Anne olan var mı?
-3 arkadaşımız evli. Ama aramızda anne olan yok. Kadın sporcular genelde spor kariyerlerinin sonunda yapıyor çocuğu. “Kariyerinin ortasında doğur, biraz ara ver, sonra devam et” olamıyor bizde maalesef. En azından Türkiye’de yok. O yüzden bizim takımda çocuklu yok. Ama kulüplerde oluyor.
Peki uzun bir ilişki yürütebilmek mümkün mü?
-Valla, o da zor. Aynı kafada olmak gerekiyor. Ben mesela öyle insanlara denk gelemediğim için, özel hayatımdaki ilişkilerim uzun soluklu olamadı maalesef. Ben beceremedim, bizim takımda dengeleyebilenler var.
İnsanın boyu 1.92 olunca, sevgili bulması daha mı zor oluyor?
-(Gülüyor) 1.60 boyundaki bir kadının seçenekleri daha fazladır tabii, benim daha sınırlı. Ama yine de imkânsız değil.
Spor yapmayan biriyle birlikte olman mümkün mü?
-Tabi ki neden olmasın?
Sakatlanınca iki santim kısaldın, ne hissettin? Bu basketbol açısından dezavantaj değil mi?
-Sonuçta ben 2 metreyken, 1.80 olmadım. 1.95’tim, iki üç santim kısaldım. Bir dezavantajı olmadı açıkçası.
WNBA’DEKİ İLK TÜRK
Sen 40 dakika performans gösterebilen bir oyuncusun. Basketbolda bu çok zor. He-Man gibi güçlü oluşunu neye borçlusun?
-Boş vakitlerimi ve tatillerimi de değerlendiriyorum. Yine basketbol, hep basketbol… Kendime yatırım yapıyorum, mesela fizyoterapistimle çalışıyorum…
19 şampiyonluk görmüşsün… Bu nasıl bir duygu? Artık alıştın mı?
-Bu alanda “Bu bana yeter” diye bir şey yok ki! O sahaya mutlaka kazanmak için çıkıyorsun. Kazandığında ne kadar mutlu oluyorsan, kaybettiğinde de o kadar büyük bir acı yaşıyorsun. Adrenalinin getirdiği mutluluğa bağımlı oluyorsun, hep onu arıyorsun. Biz hep kazanmaya endeksliyiz. O yüzden, “Bu sefer de kaybedelim!” gibi bir şey olmuyor. Bazen çok daha iyi bir takımla oynayıp, kaybettiysek, “Olsun, bu kadarı bile iyi!” diyoruz ama bu biraz da teselli niyetine oluyor. Kolaya kaçmak yani, gerçekte böyle düşünmüyoruz. Hep kazanmak için çıkıyoruz. Şu anda da diyoruz ki, Rio’dan ülkemize, elle tutulur bir sonuçla dönmemiz gerekiyor. Bunun için her şeyi yapacağımıza emin olabilirsiniz…
Avrupa Şampiyonası’nda ‘Avrupa’nın en iyi 5’i’ listesine seçildin. Avrupa’nın en iyilerinden biri olmak nasıl bir duygu?
– Şahane bir şey tabii ki… Türk insanının önündeki çıtayı yükseltmek, Türk sporcuların önünü açmak açısından da önemliydi. Ama hayat, bunun gururuyla geçmez ki… Devam edip yeni başarılar kazanmaya bakmalı. Bana soruyorlar: “WNBA’de oynayan ilk Türk kadın olmak nasıl bir şey?” Durup düşünecek vaktim olmadı ki, hep devam ettim. İnşallah daha çok katılan olur, inşallah kadın sporcular daha pek çok başarıya imza atar…
Sizin için “Egosu yok ama öfke kontrolü yapmak zorunda” diyorlar…
-Ya evet. Böyle bir sorunum var. Çok hırslanıyorum. Kaybetmeye tahammül edemiyorum. Dahası herkesin benimle aynı duyguda olmasını istiyorum. Herkesin hırslı olmasını istiyorum. O yüzden ekstra sinirleniyorumdur. Limitimin üstüne çıktığım da oluyor. Küçük yaşlarda bunu kontrol etmekte daha da çok zorlanıyordum. Sonunu düşünmeden hareket ediyordum. Ama son yıllarda, yaşın da getirdiği olgunlukla ve yaşadığım kötü deneyimlerden dolayı, artık öfkemi kontrol edebiliyorum. Ama tabii bunun bana dönüşü kötü oluyor. Tek başıma kaldığımda, dışarıya yansıtamadığım o öfke, sinir beni perişan ediyor…
Hem Fenerbahçe’de oynadın hem Galatasaray’da… Seni hem sevdiler hem nefret ettiler. İki duyguyu da yoğun yaşadın…
-Evet. Ama ona da alışıyorsun. Benim hep arkadaşlarıma söylediğim şey: Biz taraftar değiliz, biz sporcuyuz. Biz kulüplerin isimlerinin, formalarının hakkını sonuna kadar vermek zorundayız. Çünkü bunun için mükafatlandırılıyoruz, ücret alıyoruz. Bunu taraftarlıkla karıştırmamak gerekiyor. Fenerbahçe’de oynarken Galatasaraylı da olabilirsin ya da Galatasaray’da oynarken Beşiktaşlı da… Ama sen sahaya çıktığında, formasını giydiğin kulüp için elinden gelen bütün gayreti göstermelisin. Milli takıma gelince… Hiçbir şekilde maddi kazancımız olmuyor. Zaten bu yüzden buradaki duygular çok farklı ve güzel. Basketbolu, Milli takım bünyesi altında, Olimpiyat gibi dünyanın en büyük organizasyonunda bırakacağım için çok mutluyum. Bunu bir de madalya ya da güzel bir dereceyle taçlandırabilirsem artık değmeyin keyfime…
Kaynak: hurriyet