“Altı yaşındaki bir çocuğun Lakers hayalini gerçek kıldın
Ve bundan ötürü seni hep seveceğim.”
Kobe Bryant, sezon sonunda oyunculuk kariyerini noktalayacağını ilan ettiği şiirinde, tarihinin en önemli figürlerinden biri olduğu basketbola böyle minnet belirtiyordu. Babasının çoraplarını top hâline getirip şut atarken kendini Los Angeles Lakers’ın eski salonu Great Western Forum’da oynarken hayal ettiğini yine aynı şiirin dizelerinden öğrendik. 1996’da draft edilmesinin ardından, önce Forum’da, 1999’dan itibaren de Staples Center’da gerçek şutlar attı. O şutlarla sayı rekorları kırdı, maçlar ve şampiyonluklar kazandırdı. Top hâline getirilen çoraplarla başlayan bir basketbol kariyeri, yeni kuşakların basketbol hayallerini şekillendiren bir gösteriye dönüştü.
Altı yaşındaki Kobe’nin basketbol hayali Lakers formasıydı ama büyüdükçe bu çocuksu saf hayaller, yerlerini daha profesyonel hedeflere bırakacaktı. O henüz altı yaşındayken lige giren, üstündeki formanın önünde Bulls, arkasında 23 yazan bir adam, aklının daha fazla erdiği yıllarda ortalığı kasıp kavurur olmuştu. Kobe, zihnine o adamı yerleştirdi ve çalışmaya başladı. Herhangi bir çocuğun yaptığı gibi değil, saplantılı biçimde… Bu çalışmalarla zihnindeki kişinin oyununu neredeyse bire bir kopyaladı. Üstelik fiziği de eliyle çizmişçesine şekillenip model aldığı oyuncunun ölçülerine ulaştı. Basketbol kariyeri için çıtayı Jordan olarak belirlemişti, çünkü Jordan gelmiş geçmiş en büyük basketbolcu olarak kabul görüyordu. Ulaşmak istediği yer orasıydı.
Küçüklüğünün Lakers hayalini gerçek hayatta yaşamaya başladığı gün, aynı zamanda kariyer çizgisinin de Michael Jordan’ınkinden ayrıldığı gün oldu. Jordan, NCAA’in köklü okullarından North Carolina’da üç yıl Dean Smith gibi bir efsanenin tedrisatından geçip 21 yaşında NBA’e adım atmıştı. Lakers formasını üzerine geçiren Bryant ise liseden gelen, henüz 18 yaşını tamamlamamış bir çocuktu. Dahası, yeteneği sezme konusundaki yeteneği en az oyunculuğu kadar muazzam olan, Lakers efsanesi ve takımın o günkü genel menajeri Jerry West, izlediği en iyi draft idmanı performansını gösterdiğini söylese de takımın geleceğini Kobe’nin etrafında kurmayı planlamıyordu. Aynı yaz süper yıldız pivot Shaquille O’Neal’ı almıştı ve vizyonu, şampiyonluğa Shaq-Kobe ortaklığının sırtında ulaşmaktı. O’Neal ile birlikte oynamak şampiyonluk ihtimalini arttırdığı gibi, bir yandan da spot ışıklarını onunla paylaşmak, zaman zaman onun büyük gölgesinde kalmak anlamına geliyordu. Bu, zihninde kendini Jordan’la yarıştıran Kobe’nin genellikle kabullenebildiği bir durum olmadı.
1999 yazında Lakers yönetimi, beklentilerin altında kalan takımı potansiyeline yakışır noktaya çıkarması, Kobe ve Shaq arasında Jordan-Pippen’a benzer bir beraberlik kurması hedefiyle, Chicago Bulls ile altı şampiyonluk kazanan Phil Jackson’ı koç pozisyonuna getirdi. Jackson tarafından yönetilmek Kobe için yeni bir Jordan bağlantısı oluşturacaktı ancak koç, henüz 21 yaşındaki oyuncusunu yeni Jordan’ı olarak görmüyordu. Elinde Bulls’takinden farklı bir malzeme vardı ve bu takımda merkeze O’Neal’ı koyma niyetindeydi. Başına buyruk genç Bryant’ın hocasıyla ilişkisi de başlangıçta pek huzurlu geçmedi. Hatta Jackson, daha ilk sezonunun ortalarında, takıma yerleştirmeye çalıştığı meşhur üçgen hücum sisteminin önünde bir tıkaç gibi gördüğü Kobe’nin takas edilmesi talebinde bulundu. Gerçi bu talepten birkaç ay sonra birlikte, üst üste üç şampiyonluğun ilkine ulaştılar ama Jackson-Bryant ilişkisinin ilk perdesi hep inişli çıkışlı ilerledi.
Tekrar bakalım: Bir tarafta 18’ini doldurmadan dünyanın en zorlu ligine adım atan Kobe Bryant, diğer tarafta Dean Smith gibi bir basketbol öğretmeniyle üç yılın ardından, 21 yaşında ve çok daha olgun şekilde NBA kariyerini başlatan Michael Jordan… Önünde tecrübeli ve yetenekli oyuncular bulunduğu için ligdeki ilk iki yılında kenardan gelen Bryant ve daha draft edildiği gün Bulls’un merkezine oturan Jordan… Belki de NBA tarihinin en çarpıcı üç yıllık bireysel performansına imza atan Shaq’ın ikinci adamı olması gereken Kobe ve takımında hep birinci adam olan MJ… Kariyer parkurlarının başlangıç itibarıyla epey farklı olduğunu kabul etmeliyiz.
Jordan ile kıyaslamadığınızda, Kobe’nin NBA’de harika bir ilk altı yıl geçirdiği gerçeğini görebilirdiniz. İkinci yılından itibaren hep All-Star seçilmiş, ilk beş çıktığı dört sezonda da All-NBA ve en iyi savunma beşlerine girmiş, üst üste üç şampiyonluk kazanmış, hatta bir de smaç yarışması şampiyonluğu elde etmişti. Üstelik, takımın MVP’si Shaq olsa da Kobe, maçların sıkıştığı anlarda kritik topları kullanan oyuncu rolünü üstlenmişti. Tıpkı Jordan gibi…
Ne var ki Kobe, kendini MJ ile kıyaslamaktan kurtulamıyor, dolayısıyla bunlar ona yetmiyor ve daha iyi bir oyuncu olup takım hiyerarşisinde Shaq’ı altına almak için delice çalışıyordu. Geçmeye çalıştığı takım arkadaşının kendinin yarısı kadar bu işe gönül vermediğini, yaz tatillerinden fazla kilolarla döndüğünü gördükçe, takımda daha fazla öne çıkması gerektiğini düşünür oldu. Jackson’ın ilk üç yılında şampiyonlukların bastırdığı çekişme, Shaq bir parça düşüşe geçip takım da tökezleyince üstü örtülemez hâle geldi.
Lakers 2003’te, daha sonra şampiyonluğu kazanacak San Antonio Spurs tarafından play-off ikinci turda saf dışı bırakıldı ve ardından basketbol tarihinde bir profesyonel takımın geçirdiği en tuhaf sezonlardan biri başladı. Transferin ilk günlerinde Karl Malone ve Gary Payton’ın, kariyerlerinin sonunda bir şampiyonluk kazanma hevesiyle Lakers’a gelmeleri tüm NBA’i sarsmış, oluşacak takımın tarihin en büyüğü olup olmayacağı tartışılmaya başlamıştı. Ancak bir süre sonra Kobe’nin, birlikte olduğu bir kadın tarafından tecavüzle suçlanması daha büyük bir bomba olarak gündeme düştü. Bunların üzerine daha sezon başlamadan Kobe ve Shaq hazırlık kampında kavga etmiş ve takım içerisindeki huzursuzluk sezon boyunca sürmüştü. Lakers, bütün bu olumsuz ve sağlıksız ortama rağmen finale çıkmayı başarsa da spektaküler ya da büyük şöhret sahibi olmayan oyuncuları ve temsil ettiği şehirle antitezi gibi duran Detroit Pistons tarafından evire çevire yenilerek hüsrana uğradı. Birkaç gün içinde Phil Jackson’ın Lakers ile olan bağı kopmuş, O’Neal da takasını istemişti bile. Bir süre sonra O’Neal Miami’ye takas edilecek, Jackson ise 2003-2004 sezonunu anlattığı ve hem Kobe’ye hem de Shaq’a, (daha çok da Kobe’ye) ciddi eleştiriler yönelttiği kitabını yayımlama hazırlıklarına koyulacaktı.
2004 yazı Kobe’nin kariyerinin, Jordan’ınkine çok daha fazla benzeyen ikinci döneminin başlangıcıydı ama bu ikinci döneme imajı büyük hasar görmüş hâlde girdi. En iyi olma hırsı ve bunun için gösterdiği özverinin yeterli takdiri görmediği hissi, Bryant’ı müthiş yeteneklerine rağmen zaman zaman takımına da zarar verebilen, kontrolü ve çalışılması zor bir süper yıldıza dönüştürmüştü. Jackson ve O’Neal’ın Lakers’tan ayrılmalarının tek sebebi olarak görülmesi tecavüz davası gibi ciddi bir lekeyle birleşince, zaten lige adım attığından beri dışarıya çok da sempatik bir görüntü vermeyen Bryant, iyiden iyiye bir ‘toplum düşmanı’ hâline geldi.
Sporda bu tip algıları dağıtmak için başarı her zaman geçerli bir reçetedir ama Kobe’nin çıktığı yeni yoldaki ilk sezonu 2004-2005, bu doğrultuda hiç de parlak geçmedi ve ‘kendi takımı’ ile ilk denemesinde play-off dışında kaldı. Üstelik Shaq, yeni takımı Miami Heat’i şampiyonluk potasına sokmuş ve tekrar MVP adayları arasına girmişti bile. Elbette bu kadar basit olmasa da görüntü kabaca şu şekildeydi: Shaq’sız bir hiç olarak kalan Kobe ve gittiği yeri ihya eden Shaq.
Ayaklarınızın yere basması için bazen burnunuzun sürtülmesi gerekir. O sezon yaşadığı hüsran da Kobe Bryant’a zannettiği kadar kudretli olmadığını hatırlatan bir şok gibiydi. Lakers’ın sahibi Jerry Buss, takımı içine düştüğü durumdan çıkarması için tekrar Phil Jackson’ın kapısını çaldığında, Kobe’nin bir baba gibi saydığı ve kendisini de bir oğul gibi sevdiğini bildiği Buss’a nazını geçirmeye yeltenmeye yüzü yoktu. Tekrar Jordan’la kıyaslanabilecek düzeye gelecekse, bunun Jackson’ın rehberliğiyle mümkün olabileceğinin farkına varmıştı.
Ardından Kobe’nin ikinci çıkışı başladı. Jordan’ın ilk şampiyonluğundan önceki NBA kariyerinin hızlandırılmış ve kısaltılmış bir kopyasını yaşıyor gibiydi; zayıf bir takımı sezon boyu 35 sayı ortalamayla oynayarak play-off’a sokmalar, bir maçta 81 sayı atmalar, üç çeyrekte 62 sayı atıp sonuncusunda oynamamalar, üst üste dört maçta 50 sayı barajını geçmeler ve diğer benzer kahramanlıklar… Tabii Bryant’ın Jordan’la benzeşen tek yönü basketbol stili ve yetenekleri değildi. Hırsı, iş ahlakı ve etrafındaki herkesin kendi standartlarını tutturmasını beklemesi, bunu göremediğinde çabuk öfkelenmesi ve sabırlı kalamaması, yine Jordan’da da görülen karakter özellikleriydi. 2006-2007 sezonu ortasında bir otoparkta konuştuğu iki taraftar tarafından kaydedilerek internete yayılan ve yapılmayan Andrew Bynum-Jason Kidd takasından ötürü yönetimi eleştirdiği video ve aynı sezonun sonundaki takas edilme isteği ciddi kriz yarattı. Shaq 2006’da yeni ortağı Dwyane Wade ile birlikte parmağına dördüncü şampiyonluk yüzüğünü geçirmişti ve Bryant, tekrar şampiyonluk kazanmadan en büyük oyuncu tartışmalarına kendini katamayacağını iyice anlamıştı. En iyi yıllarının, play-off’ta ilk turun ötesini göremeyen vasat takımlar içerisinde harcandığını ve Lakers yönetiminin yeterince aktif olmadığını düşünmeye başladı.
Jordan’ın kariyerinin dönüm noktalarından biri, ona kafa tutmaya ve oyununu değiştirmesini söylemeye cesaret edebilen Phil Jackson ile yollarının kesişmesiydi. Bryant’ın kariyerinin ikinci döneminin dönüm noktası da takas talebi karşısında Lakers yönetiminin paniğe kapılmayarak sabırla beklemesi oldu. O sabrın hediyesi, 2008’in Şubat ayında, takımda istedikleri hiçbir oyuncuyu vermek durumunda kalmadan All-Star Pau Gasol’ü almaları olacaktı. Gasol, yeteneklerinin yanı sıra paylaşımcı ve sakin karakteriyle de Kobe’yi kusursuza yakın şekilde dengeledi ve tamamladı. Yarısında takıma katıldığı ve Kobe’nin MVP ödülünü aldığı sezonda final oynayıp devamındaki iki yılda şampiyonluk sevinci yaşadılar.
2009 ve 2010’daki iki şampiyonluk, sayı ortalaması ya da MVP sayısında Jordan’ı geçemeyeceğini kabullenen 32 yaşındaki Kobe’ye, idolünü şampiyonluk yüzükleri sayısında geçme şansını verdi. 2011’de NBA lokavtının bitiminin ardından Lakers bomba bir takasa imza atarak, ligin o günkü en iyi oyun kurucusu Chris Paul’ü almalarını sağlayacak üç takımlı bir anlaşmaya vardı. Ancak Paul’ün takımı New Orleans, satışı beklendiği için lig yönetiminin elindeydi ve lokavt sonrası iklimde küçük pazar takımları, gelirleri yüksek Lakers’ın yine süper yıldız alıyor olmasına topluca isyan etti. Anlaşma günü tesadüfen takım sahipleriyle toplantıda bulunan lig başkanı David Stern, takası veto etti. Paul-Bryant ortaklığının nereye varabileceği, cevabı alınanamayan bir soru olarak kaldı.
2012 yazında Lakers, bu kez Steve Nash ile anlaştı ve Bynum’ı verdiği takasla ligin en iyi pivotu olarak kabul gören Dwight Howard’ı takıma kattı. Nash, Bryant, Gasol ve Howard’ın birlikte oynayacağı Lakers, sahada biraz ağır kalacağı tahmin edilmekle birlikte kamuoyunun en önemli şampiyonluk adayı olarak sezona girmişti ama sezonun daha ikinci maçında Nash bacağından sakatlandı ve bir daha asla eskisi gibi oynayamadı. Önceki sezonun sonunda geçirdiği bel ameliyatının ardından sahalara dönmek için acele eden Howard da yıl boyunca Orlando’daki en iyi hâlini yakalayamadı. Bol sakatlıklı, iniş ve çıkışlı sezonda takımını play-off’a sokabilmek için kendini zorlayan, müthiş de oynayan Kobe’nin 34 yaşındaki bedeni, normal sezonun bitimine yakın, yine insanüstü performans gösterdiği bir Golden State maçının sonlarında iflas etti. Aşil tendonu kopan Kobe, sakatlık anından sonra alınan molanın dönüşünde, kendisine yapılan faulden doğan serbest atışların ikisini de soktu ve ayağını sürüyerek kenara geldi. Basketbol sahasındaki bildiğimiz Kobe’nin son görüntüsü o andı. Bunu çok sonra anlayacaktık.
Kobe, hâlâ ligin en iyileri arasındayken sunduğu son görüntünün o sakatlık anı olmasını istemedi ve bunu değiştirmek için çabaladı. Ama 37 yaşına gelmiş bir oyuncunun, üç yıl içine sıkışan bir aşil tendonu kopması, bir diz kapağı kırığı ve bir omuz ameliyatının ardından eski formunu yakalaması -onun gibi anormal standartlardaki biri için bile- anormal olurdu. Nihayet perdeyi indirme vakti geldiğini kabullendi ve geçtiğimiz günlerde, Ernie Johnson’a verdiği röportajda şunları söyledi: “Altıncı şampiyonluğu kazanmak için elimden geleni yaptım ama olmadı. Kazanamamak içimde ukde değil.”
Tamam, Kobe hayalini belki tam anlamıyla gerçekleştiremedi ama birçok çocuk, onun ilham verdiği hayalleri doğrultusunda evdeki çoraplarıyla şut attı, atıyor ve atmaya devam edecek. Kaç kişi böyle bir etki bırakabilir ki?
Kaynak: socrates