Avrupa’nın 1 numaralı kupasını ikinci kez ülkemize getiren Anadolu Efes, 45 yıllık mazisinde en büyük başarısını elde etti birkaç gün önce…
O tarihi başarıya basketdergisi.com adına şahitlik eden birkaç Türk basın mensubundan biri olarak bu gururu Köln Lanxess Arena’da paylaşmak, Lacivert-Beyazlılar’ın kupayı kaldırışını izlemek, o anı “çıplak gözle” ölümsüzleştirmek eşsizdi…
Final-Four’u özel kılan birçok unsur vardı elbette… Dev organizasyonun “seyircisiz” oynanması bunlardan en çarpıcı olanıydı. Taraftarlar olmadan gerçekten de tadı tuzu olmuyor… Sahadaki basketbol kalitesi istediği kadar üst seviyede olsun, maçlar istediği kadar kıran kırana, başa baş geçsin, tribünler dolu iken aldığınız keyfi almanız mümkün değil… Tarihte ilk kez yaşanan bu durumun tekrar etmemesi tabii ki en büyük dileğimiz…
F4’teki organizasyonda yer alan tüm basketbol unsurlarının, ilk günden itibaren (hatta Köln’e gelmeden!) en çok konuştuğu konuların başında ise pandemi nedeniyle yaşanan vize kısıtlaması geliyordu. COVID-19 vakalarının azaldığı ülkelerin medya mensupları sıkıntı yaşamadan Köln’e gelirken, bu anlamda en ağır darbeyi yiyen iki ülke ise Türkiye ve Rusya oldu. Türkiye’den yayıncı kuruluşun dev turnuvayı yerinde takip edememesi ise bardağı taşıran son damlaydı.
Bu konu, perde arkasında, Euroleague kulislerinde sıkça dillendirilse de, en belirgin ve sert bir üslupla dışa vuran, Anadolu Efes’in coachu Ergin Ataman oldu. Ataman’ın, açılış toplantısında kendisine verilen soruya yanıt vermeden önceliği bu duruma eleştiriye ayırması ve “madem vize verilmeyecekti, o zaman F4’ü başka yere alsaydınız” çıkışı, toplantıyı en sırada izleyen Köln Belediye Başkanı ve Euroleague CEO’su Jordi Bertomeu’yu şoka soktu.
Ataman, bu olayın 2 gün sonrasında, bu kez de final toplantısı sırasında İspanyollar’ın toplantıda kendi lisanlarıyla soru-cevap diyaloğuna girmesini de es geçmedi. Kendisine bendenizin basketdergisi.com adına yönelttiğim İngilizce soruyu Türkçe yanıtlarken, “madem İspanyollar için böyle bir özgürlük var. O zaman ben de Türkçe konuşma ve cevap verme hakkımı kullanıyorum” diyerek ikinci kez toplantı salonunda buz gibi bir hava esmesine neden oldu.
Her ikisinde de sonuna kadar haklıydı Ataman… Euroleague çevrelerinden tepki çekmeyi umursamadan, doğru bildiği şekilde reaksiyon verip, isyankar yönünü de bir kez daha gözler önüne serdi.
‘DİK DURMAK GEREKİYORDU, DİK DURDUM’
Evet; toplantılarda dikkat çekici biçimde gergindi yine Ataman…
Ama rakiplerinden farklı olduğu en önemli nokta, özgüvendi. Belirgin biçimde ve hatta rakiplerini endişeye sürükleyecek düzeyde özgüven patlaması yaşıyordu adeta… Turnuva bitip, kupayı kaldırdığında ise bu konuya şöyle açıklım getiriyordu:
“Antrenörlükte teknik detaylar tabii ki çok önemlidir ama büyük başarılar kazanmak için lider olmanız gerekiyor. Bazı kritik kararları iyi vermeniz gerekiyor. Bu ancak belli bir birikimle mümkün olabilir. Kariyerim boyunca farklı koşullarla farklı sorunlarla karşılaştım ve hep dik durarak başarıya ulaştım. Burada da dik durulması gereken bir atmosfer vardı. Alışkın olduğum bir tarzdı benim. O mücadeleyi hem saha içinde hem de saha dışında verdim.”
‘BİR AN OLSUN STRES YAPMADIM’
Ataman’ın turnuva boyunca göze çarpan en önemli özelliği rahat tavırlarıydı. Bu rahatlığının O’na göre iki ana nedeni vardı. Birincisi, Real Madrid ile oynadıkları ve bir “final serisi” gibi geçen Play-Off maçlarıydı. Orada stresin tavan yapması, Ataman’ın F4’e stresi üzerinden atmış gitmesini sağladı. Tabii işin “kendi kendine motivasyon” boyutu da vardı:
“Real Madrid serisinde durum 2-0’dan 2-2’ye gelince gerçekten heyecanlanmıştım ama Almanya'da heyecanım yoktu. Kendimi “Çık maçını oyna Ergin. Kaybedersen tabii ki büyük hayal kırıklığı olacak ama kazanırsan da çok büyük bir iş başarmış olacaksın” diye motive ettim. Yardımcılarımla rakiplerimizi de iyi çalışmıştık. CSKA maçının son çeyreği dışında işlerin hep kontrolümüzde olduğunu söyleyebilirim. İyi bir takımdık ve kazanacağımızı bilerek sahaya çıktık. Dolayısıyla oyuncularımızın da özgüveni ve motivasyonu çok yukarıdaydı.”
GİZLİ KAHRAMAN ALPER YILMAZ
Üç yıl önce Euroleague’i son sırada tamamlamış bir takımı devralıp, 3 yılda 1 final ve 1 şampiyonluk (geçen yıl sezon tamamlanamadı) çıkarmak ancak müthiş bir kimya tutturmakla mümkün olabilir… Daha önce Avrupa’da şampiyonluk yaşadığı (Montepaschi Siena, Beşiktaş, Galatasaray) 3 farklı takımda da benzer biçimde, “çok kısa zamanda mükemmel uyum gösteren bir takım oluşturma” konusundaki becerisini gösteren Ergin Ataman, bünyesinde yetiştiği Anadolu Efes’teki yeni görevinde de aynı başarıyı tekrarladı. Kısacası kimya oluşturma konusundaki becerisi “tesadüfi” değil… Bu kadroyu koruma konusundaki beceride ise en büyük pay, Genel Direktör Alper Yılmaz’ın… Oyuncu olarak da görev yaptığı Lacivert-Beyazlılar’da, geldiği günden bu yana yaşanan “yükseliş” sürecinin mimarlarından biri olan Yılmaz, vitrinde olmayı sevmiyor… Ama perde arkasında O’nun, çarkın kusursuz işlemesi adına sarf ettiği çabanın da bu başarıda payı büyük…
‘EFES HEP ZİRVEDE OLMALI’
Başarıya ve kupaya giden yolda kimya oluşturmak kadar onu korumanın da rolü çok büyük… Bu açıdan da Anadolu Efes’te üç yıldır hemen hemen aynı isimlerle yola devam ediyor olmak da kupaya giden yolda en önemli artılardan biriydi… Ataman’ın, “Bizim en büyük artımız, belki de yıllardır aynı kadro ile devam etmemizdi. Sahada bazen herkes ne yapacağını bildiği için işler otomatik olarak yürüdü. Tabii ki Euroleague şampiyonluğu sonrası oyuncuların da değeri çok yükseldi. Profesyonel hayat, belki bir iki isim ayrılabilir ama genel anlamda kadroyu koruruz. Zaten Anadolu Efes'in artık hep bu seviyelerde kalması gerek.”
EUROLEAGUE, UEFA’DAN DERS ALMALI!
Anadolu Efes’in Euroleague şampiyonluğu, Başkan Tuncay Özilhan’ın, gerçeğe dönüşen rüyasıydı… O’nun bu sevinci, yıllardır yaptığı yatırımların meyvesi olarak müzeye giren kupa ile vücut buldu. Keşke bu sevinç, binlerce taraftarın eşliğinde, tıklım tıklım dolu tribünler önünde olsaydı…
İşte bu noktada, hem de tam turnuvanın final maçı öncesinde, cumartesi akşamı Köln’de otel odasında pineklerken (pandemi tedbirleri nedeniyle mecburen), aklıma o akşam futbolda Şampiyonlar Ligi finali olduğu geldi. Bilindiği üzere iki İngiliz ekibi Chelsea ile Manchester City arasındaki final maçının ev sahipliği, bundan kısa bir süre önce apar topar İstanbul’dan alınıp, Portekiz’in Porto kentine verilmişti. Porto’daki finali izlerken, en dikkat çekici şey, stadyumdaki 16 bin seyircinin yarattığı atmosferdi. Tribünde seyirciyi ne kadar özlediğimizi fark ettim… Ve aklıma şu soru geldi: Eğer Porto’daki 50 bin seyirci kapasiteli Dragao Stadı’na 16 bin seyirci alınabiliyorsa, 18 bin 500 seyirci kapasiteli Lanxess Arena’da da 6 bin seyirci olamaz mıydı?
İnanın, benim aklıma gelen bu soru, ister istemez turnuvayı takip eden bir çok basın mensubunun, hatta Euroleague’de söz sahibi olan bir çok kulüp temsilcisinin de aklına gelmiş; doğal olarak… Herkesin de ortak fikri, “bal gibi” de seyircili oynanabilirdi!..
Euroleague yönetiminin süreci kötü yönettiği, Köln Belediyesi’nin de üzerine tüy diktiği bir Final-Four organizasyonu oldu. Teknik açıdan hiç sıkıntı yoktu. Ama seyircisiz F4’ün tadı çıkmıyor… Tekrarı olmasın…