Euroleague’deki iki temsilcimizin de çift maçlı haftaya kötü başladığı bir geceyi geride bıraktık.
Anadolu Efes’in de her geçen hafta Fenerbahçe BEKO’nun yaşadığı travmaya benzer bir düşüş sürecine girdiğini gözlemliyoruz. Lacivert-Beyazlılar, CSKA Moskova deplasmanında bu sezon ilk kez 100 sayıyı birden potasında gördü. Haftalardır sakatlıklar yüzünden yaşanan aksaklıklar, eksiklikler, bu kez sakatların dönüşüyle yerini başka bir sorunsala bıraktı. O da maç ritmini kaybeden bu isimlerin verimsizliği… Simon’u ayrı bir yere koymalı… Hırvat oyuncu, sezon başından beri formsuz ya da eksik oyuncuların açığını kapatmak için – ilerleyen yaşına rağmen – ortaya koyduğu olağanüstü eforun yan etkilerini yaşıyor. Onunki tam tabiriyle ‘yıpranmışlık sendromu’… Larkin de 1-2 maçta “kurtarıcı” rolünü üstlenmiş olsa da genel olarak sakatlık nedeniyle tüm yazı ve hatta COVID-19 nedeniyle sezonun başındaki önemli bir süreci de doğru dürüst antrenman yapmadan geçirmiş olması yüzünden standartlarının çok uzağında… Potaya gidişlerindeki bitiriciliğinden, şut ritminden tamamen uzaklaşan ABD’li guardın güç kaybı göze batıyor… Sahada kaldığı 16 dakikayı 8’de 1 şut isabetiyle kapaması bunun en açık göstergesi… Geçen sezon Efes, onun olmadığı maçlarda takım olarak reaksiyon verip, yokluğunu hissettirmiyordu. Bu kez sahada iken ‘yokları oynaması’ ister istemez takım kimyasını da olumsuz etkiliyor.
Efes, dünkü maçta boyalı alan ve çevresinden üretimde de rakibinden 10 isabet geride kaldı ki Dunston’ın kenardan gelip ciddi katkı vermesi de bu istatistiği değiştiremedi. Pleiss ve Sertaç’ın da – ki Pleiss sezona çok iyi başlamıştı ancak sakatlık sonrası o da düşüşe geçti – form grafiğindeki düşüş, Efes’in iç-dış dengelerini sekteye uğratan ayrı bir faktör. En önemlisi de kötü hücum ettikçe doğal olarak savunması da düşüyor Lacivert-Beyazlılar’ın… Uzun zamandır Efes’i böylesine ‘acz’ içinde izlememiştik. Yine de tüm bu olumsuzluklara rağmen geçen yıl tozu dumana katan kadronun bu olduğu gerçeğinden yola çıkarak toparlanıp ayağa kalktığında yine eski günlerine dönme şansları var. Bu şansa sahip olmayan ve önünde aşması gereken çok ciddi sorunlar bulunan taraf ise Fenerbahçe BEKO…
AVRUPA’YA YABANCI AVRUPALI COACH!
Ortak noktaları sakatlıklar olsa da onların sorunu, Efes’in yaşadığı süreçten tamamıyla farklı… Takım kimyasının oturmamış olması ve eldeki oyuncu kadrosunun verimsizliği sanki her hafta Sarı-Lacivertliler’in maç kaybetmesinde adeta ‘birbiriyle’ yarışan iki unsur… Kimya sorununun hala çözülememiş olmasının en önemli sebebi, coach Kokoskov’un aradan aylar geçmiş olmasına karşın sahaya sürdüğü, kenarda oturttuğu ya da tribüne yönlendirdiği oyunculardan hangi maçta, ne kadar sürede, hangi pozisyonda, ne düzeyde bir sorumlulukla verim alacağı konusunda zerre kadar yol kat edememiş olması!.. Bunun için sadece kendi takımındakileri değil, rakip takımlardaki oyuncuları da tanıması, onların özelliklerini, artılarını eksilerini iyi biliyor olması gerekir. Bu anlamda yardımcıları arka planda kendisini ne kadar donatırsa donatsın, ne kadar sufle verirse versin sahada söz sahibi o olduktan sonra nafile!..
Mental hazırlık konusu ayrı bir sıkıntı… Kadrosu itibarıyla kağıt üzerinde çok daha derinliği olan bir yapıya sahip AX Armani Milano’yu yenebilmek için Fenerbahçe BEKO’nun rakibini durdurmaktan başka çaresi olmadığı herkesçe malum… Ama buna rağmen başlangıç çeyreğinde 27, devrede 44 sayı yiyor rakibinden Sarı-Lacivertliler!.. Üçüncü çeyrekte savunmada dişini gösterir derken bir de bakıyorsunuz, sanki 9 sayı geride olan Milano!.. Reaksiyonu onlar gösteriyor, savunmayı sertleştirip, 24-13’lük seriyle son periyoda 20 sayılık avantajla giriyor. Fark 20’ye çıktıktan sonra B Planı (!) devreye giriyor. Westermann sahaya sürülüyor. 10 dakika, 10 sayı, 3 ribaund, 4 asist, 1 top çalma!.. Savumnmaya getirdiği canlılık ise cabası… Belki fark giderek açılırken Brown’a tahammül etmek yerine Westermann’ı sahaya sürse işin rengi değişecek. Ama yok… Tıpkı kendi şutunu yaratamayan Eddie’ye dair tek bir set olmaması (ya da uygulanmaması) gibi… Ya da 2. çeyrekte oyun tıkanmışken, seni düzenden çıkarmak isteyen rakibin ekmeğine yağ sürüp o saç baş yolduran, çoğu zaman da top kayıplarıyla son bulan birebir zorlamaları denemek gibi…
Top kaybı yine 19!.. 2 sayılık isabetlerde nal topluyorsun… Oyun şablonunun ne olduğunu henüz çözebilen olmadı!.. Sonra da maç sonunda çıkıp “elimde sihirli değnek yok” diyerek bombayı oyuncuların ve yöneticilerin kucağına bırakıyorsun.
Not: Bu arada “Basketbolu ben icat etmedim, James Naismith icat etti” açıklaması nedeniyle Kokoskov’a teşekkürü borç biliyorum. Kafamızda buna dair oluşan tüm soru işaretlerini de bu açıklama ile ortadan kaldırmış oldu!
Gökhan Türe